*Görsel: Pink dizisi tanıtım afişi.
Hayır, bir cümledir. Bir kadın 'Hayır' diyorsa bu 'Hayır' anlamına gelir. İster sevgiliniz, ister nişanlınız, ister karınız olsun bu asla değişmez. (Pink)
Korona günlerinde eve kapatılma günlük alışkanlıklarımızı değiştirdi. Teknolojinin getirdiği dijital yenilikleri daha çok kullanır olduk.
Bunlardan biri de Netflix. Değişik ülke sinemalarını ekranlarımıza getirirken bir yandan tekel durumundaki dağıtım şirketlerinde yer bulamayan yönetmenlere yer veriyor.
Diğer yandan ülkelerin kültürlerini, sanatlarını, ekonomik ve sosyal durumlarını öğrenmemize yardım ediyor.
Elbette korona günlerinde dijital filmlerin kalitesi, ideolojisi ve insanlar üzerindeki etkisi farklı yönlerden tartışılabilir. Ancak filmler üzerinden toplumsal cinsiyet bakış açısıyla yapacağımız inceleme bir ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal yapısı hakkında bilgi verir.
Gelişmişlik düzeyleriyle övünen ulus- devletlerin arka bahçesini gözler önüne serer. Çünkü kadınların özgür olmadığı bir ülke de demokrasiden ve uygarlıktan bahsedemeyiz.
Brahmanların yarattığı "Dullar Evi"
Hindistan denildiğinde genellikle kırsal kesimde devam eden sati (kadınların kocaları ile yakılması) geleneği, dullar evi, yoksulluk, kast sistemi ve Hinduizm akla gelir.
Sanat denildiğinde şarkılı danslı filmler gözümüzde canlanır.
Ancak, feodal sistem ile gelişmekte olan sanayi kapitalizmin bir arada yaşandığı, 1757 tarihinden bağımsızlıklarını kazanana kadar Britanya'nın sömürgesi olan ülkede eğitim, işsizlik, rüşvet ve yolsuzlukla birleşen bürokrasi, insan hak ve özgürlüğündeki kısıtlamalar gibi sorunlar bir anda çözülemeyecek kadar fazladır.
Bu nedenle Hindistan hakkında genellemeler üzerinden tartışmak bizi yanılgıya götürür.
Bir milyar beş yüz milyon nüfuslu, yirmiden fazla eyaletle yönetilen ülkede üretim ilişkilerinin durumuna göre değişik değerler vardır.
Sanayinin geliştiği, okur yazarlık oranının yüksek olduğu bölgelerde kadınlarla erkekler arasındaki ekonomik, sosyal ve cinsel eşitsizlik azalırken, feodalizmin egemen olduğu bölgelerde kadınların "insan" sayılma hakkı öne çıkar.
Kerala bölgesinde ise Birleşik Komünist Partinin yönetiminde kadınlar anayasal haklarını daha kolay kullanırlar.
Ancak tüm bu bölgesel farklılıklara karşın aile içi şiddet, tecavüz ve kadın ölümleri, dul kadınlar, küçük yaşta evlenme, kürtaj, işsizlik, ücretlerdeki eşitsizlik, eğitim ve örgütlenme özgürlüğü kadınların ortak sorunlarıdır.
- Birleşmiş Milletler Kadın Birimine göre ülkede 23 milyon çocuk gelin, 40 milyon dul kadın var.
Bir gelenek olarak "kadın düşmanlığı"
Hindistan'da Brahmanların önderliğinde yerleşen "kadın düşmanlığı"nın en çok görünür olduğu iki gelenekten biri "sati", diğeri dullar evi"dir.
Egemenliğin erkeklerin eline, zenginliğin erkeklerin elinde toplanması ile kadınlar değersiz ve lanetli kabul edilmiştir.
Brahmanlara ve mabedlere hizmet için kullanılan kişilere "gopi" denilmiş ve kadınlar gopi adıyla anılmıştır. Yoksullukla mücadelede gözden ilk çıkarılanlar kız çocukları ve kadınlardır.
Kocası ölen kadın aile için doyurulması gereken bir "yük" olarak kabul edilir.
Bağımsızlıktan önce kocasıyla yakılmaları buyrulmuş, anayada yasaklamasından sonra "dullar evine" kapatılmasına karar verilmiştir. Dul kadınların hayattan zevk alması, süslenmesi, güzel elbise giymeleri yasaklanır.
Tek tip elbise giyerler ve saçları kesilir. Hiçbir işte çalışmayan kadınlar aşramda (dulların kaldıkları yer) bir araya gelirler ve bağışlarla yaşamaya mahkum edilirler.
Gerçek hayatta aşramlar kadınlar için fuhuş, yoksulluk, çile çekmek ya da intihar etmek zorunda kaldıkları yerlerdir.
Bağımsızlıkla birlikte "dullar evi" anayasada yasaklanmıştır. Ama günümüzde dul kadınlar mabedlerin arka bahçelerindeki kiralık evlerde kötü yaşam koşullarıyla yaşamak zorunda kalmışlardır.
Yeni Delhi'deki "Dışlanmış Kadınlar: Dullar" başlıklı konferansın düzenleyicileri arasında Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Sri Lanka ve Nepal gibi ülkelerin kadın hakları savunucuları ve dul kadın eylemciler yer almıştır.
Organizasyonda görevli olan kişiler, ön yargılardan, gelenek ve göreneklerden en çok zarar gören dul kadınların yoksul olanlar olduğunu ifade etmişlerdir. Günümüzde Hindistan'da 40 milyondan fazla dul kadın olduğu tahmin edilmektedir.
Sekiz yaşında bir çocuğun gözünden
Dul kadınların yaşamlarını en iyi anlatan ve kadın haklarına dikkat çeken, Water (Su) filmidir.
Water- Su (2005) filmi muhafazakar Narendra Modi hükümetinin ve milliyetçi partilerin baskılarına karşın Kanada'nın "Yabancı Dilde En İyi Film" dalında Oscar adayı olmuştur.
Deepa Mehta, Water (su) filmini ilk çekmeye başladığı 2000 yılında aşırı dinci Hindu gruplar tarafından saldırıya uğrar ve çekimleri erteleyerek Sri Lanka'ya taşınmak zorunda kalır.
İnat eder, mücadeleden vaz geçmez.
Beş yıl sonra bitirmeyi başardığı filminde kadınların aşramdaki (dullar evi) yaşamlarının doğal akışına müdahale etmeden, romantizm ile manevi arayış arasında ustaca akan, masalsı bir dil kullandığı filmini bitirir.
Water (su) sekiz yaşında evlendirildikten sonra dul kalan bir kız çocuğunun hikâyesidir.
Dul çocuğun saçlarını babası keser ve onu aşrama getirip bırakır.
Ölmeye bırakılan kadınların yaşamını izlerken Hindistanlı kadınların mücadele tarihini düşünürüz.
Siyah beyaz film "Hindistan hakkında kötü tanıtım yapıyor" diyerek sansür kurulu tarafından yasaklanır.
Kadın mücadelesinde Gulabi Gang
Hindistanlı kadınlar Britanya İmparatorluğuna karşı bağımsızlık mücadelesine 1700 yıllarında başlamış ve en önde yer almışlardır.
Bağımsızlıkla birlikte kadın haklarında iyileştirmeler olacağı sanılsa da aile içi şiddet, dul kadınların sorunları, yoksulluk ve eğitim haklarından yararlanamama devam etmiştir.
Kadın kıyımına karşı değişik bölgelerde kadın örgütleri kurulur.
Dünya kadın mücadelesi ile ortaklaşa etkinlikler düzenlenir. Kuzey Hindistan'daki Banda bölgesinde 2006'da Sampat Pal Devi tarafından kurulan Gulabi Gang (Pembe Çete), 400 bin üyesiyle güçlü kadın örgütlerinden biridir.
Gulabi veya 'Pink Gang' olarak bilinen örgüt üyelerinin parlak pembe sari giymesi ve bambu çubukları kullanarak kadınları savunması medyanın ilgisini çeker. Devi örgütleri için, "Biz, bilindik anlamda bir çete değiliz, adalet çetesiyiz" demektedir.
Gulabi Gang başlangıçta baskıcı kocaları, babaları ve erkek kardeşleri cezalandırmayı ve aile içi şiddet ile mücadele etmeyi amaçlar.
Çetenin üyeleri, şiddet uygulayan erkeklerle konuşur ve mantıklı davranmaları konusunda onları ikna etmeye çalışır.
Uzlaşmaya yanaşmayan, kadınlara karşı şiddet uygulamakta devam eden erkeklere karşı örgüt üyesi kadınlar öz savunma haklarını kullanarak bambu sopalarıyla karşılık verirler.
Bir dönem polislerin 'Militan Maoistler' olarak adlandırdığı Gulabi Gang, Hindistan toplumunda özellikle kadınlar, çocuklar ve yoksullara karşı yapılan haksız ve yanlış bulduğu uygulamalara müdahale ederek mücadeleyi genişletir.
Yoksulların kırsal alanlardaki temel haklarını sağlamak, kadınların karşılaştıkları haksızlıklara karşı çıkmak ve çocuk yaşta evliliklerden toplumu caydırmak gibi pek çok önemli konu için mücadele ederler.
Kadın mücadelesi Bollywood'u da etkilemekte gecikmez. Bollywood romantik filmlerinde bir yanda malikanelerde yaşayan çok süslü, altın işlemeli sari giyen, "raca" diye adına şarkılar söylenen kadınların anlatıldığı filmlerde "aile" değerleri yüceltilir.
Kadın ve erkek rolleri abartılarak anlatılır. Diğer yanda yükselen kadın mücadelesini destekleyen sosyal içerikli filmler halkı toplumsal değişim için sorumluluk almaya zorlar.
Ve Pink...
Minal, Falak ve Andrea adlı üniversite mezunu üç kadının Mumbai'de uğradıkları cinsel saldırıyı anlatan Pink (2006) filmi kadın mücadelesine destek veren, halkı sorumluluk almaya, düşünmeye çağıran filmlerden biridir.
Aniruddha Roy Chowdhury'un yönetmenliğini yaptığı filmin hikâyesi günümüzde geçer. Üç arkadaş kiralık bir evde ortak yaşamaktadırlar.
Ev sahibi yaşlı adam, kadınlara saygı duyan bir insandır. Üç arkadaş bir gün üniversiteden tanıdıkları erkek arkadaşları sayesinde Rajveer ile buluşup birlikte rock konserine giderler.
Akşam yemeğini Rajveer'in otelindeki lokantada yerler. İçki içerler, şakalaşırlar ve bol bol gülerler. Ancak Rajveer, kadınların içki içmesinden, onlarla arkadaşça şakalaşmalarından, gülmelerinden farklı anlam çıkarır. Minal'e asılmaya başlar.
Kadın "Hayır" diyerek kendini savunmaya çalışırsa da Rajver sinirlenir, zorla dokunmaya çalışır. Kadın, Rajveer'e içki şişesiyle vurur ve onu yaralar.
Genç kadınlar oradan kaçıp evlerine dönerler. Ancak hem korkmuş hem de ne yapacakları konusunda kararsız kalmışlardır. Bir iki gün sonra karakola gitmeye karar verirler, ancak komiser ifadelerini ciddiye almaz.
Rajveer nüfuslu bir adamın yeğenidir. Yeğenine bir kadının saldırısını erkekliğine sığdıramaz, erkeklik gururu öne çıkar. Ev sahibine kadınların fahişelik yaptığını, evden çıkarmaları gerektiğini söylerler ve ev sahibini tehdit ederler. Minal bir arabayla kaçırılır.
Arabadaki erkekler ona tecavüz ederler ve döverler. Kadınlara duydukları öfke ve kinle Rajveer'in amcası pahalı bir avukat tutarak, "adam öldürmeye teşebbüsten" kadınları içeri attırır.
Satın alınan tanıklar ve raporlarla "cinayete teşebbüsten" Minal hakkında dava kadınların aleyhine gelişir. Başlarına gelenleri savunamazlar.
Karşı apartmanda yaşayan yaşlı, emekli bir avukat kadınların başlarına gelenin görgü tanığıdır.
Mesleğe dönüp dönmeme konusunda kararsızdır. Ancak vicdanı rahat vermez ve kadınları savunmayı üstlenir. Hikâye kadınların anlattıkları, tanıkların ifadelerinin yalana dayandığı üzerinde gelişir.
Adalet istiyoruz
Avukatın yaptığı savunma kadınlar ve erkekler için "örnek alınması gereken" bir hukuk mücadelesidir. Ülkemizde her gün birkaç kadının öldürüldüğü, en yakınındaki kişiler tarafından tecavüze uğradığı, "hayır"ın "evet" olarak yorumlandığı bir gerçek.
Ve kadın ölümlerinin, tecavüzlerinin suçluları kısa sürede serbest bırakılıyor ve çoğu kez yargılanmıyor bile. Ve nüfuslu kişilerin öldürdüğü, tecavüz ettiği kadınları savunan bir filme rastlamak zor.
Ancak Hindistan kadın mücadelesi, her alanda mücadele etmeyi sürdürür. Erkek arkadaşlar birlikte içki içerler, gülerler ve şakalaşırlar. Bu davranışlar normal kabul edilir.
Ancak bir kadın aynı davranışları gösterirse "fahişe", "hafif kadın" olarak damgalanır ve ona ne yapılırsa yapılsın hak etmiştir.
PINK filminde avukatın savunması feodal ahlak anlayışını, eril düşüncenin kadına bakışını mahkum eder.
Çünkü PINK filminin mahkeme sahneleri kadınların cinsel özgürlüğünün "HAYIR" sözünde somutlaştığını savunur.
Kadınların "Hayır" deme hakkı, Dünya İnsan Haklarının savunulmasıdır.
"Hayır, bir cümledir. Bir kadın Hayır diyorsa bu Hayır anlamına gelir. İster sevgiliniz, ister nişanlınız, ister karınız olsun bu asla değişmez."
Ve hakim kararını verir. "Bir ilke imza atıyoruz. Kadınlar suçsuzdur ve kendilerini savunmuşlardır. Renweer suçludur ve tutuklanarak yargılanması gerekir."
Gelenekler ve dinsel söylemlerle pekiştirilen "eril ön yargılar" kolay kolay ortadan kalkmaz. Ancak biliyoruz ki kadınların özgür olmadığı bir ülkede demokrasiden bahsedilemez.
Ataerkil sistem devam ettikçe kadınlar için özgürlük ve eşitliklik bir rüyadır. Ve ne yazık ki, "tek başına kurtulmuş kadın" anlayışı bir yanılgıdır.
Ve biz ülkemiz kadınları- her gün onlarca kadının tecavüze uğradığı, öldürüldüğü, nüfuslu kişiler tarafından suçluların korunduğu, "İstanbul Sözleşmesinin" bir gecede kaldırılmaya çalışıldığı düşünüldüğünde- "HAYIR" deme hakkımızı kullanarak "adalet" istiyoruz.
(SKD/PT)