Takriri Sükûn Kanunu’ndan bu yana, -buna cumhuriyetin ilanından bu yana da denilebilir- siyaset sahnesini kendiliklerinden terk eden partileri bir yana bırakırsak, 30 kadar parti, partiler için idam cezası anlamına gelen kapatılma hükmüyle cezalandırıldılar.
Ne var ki, bu partilerin temsil ettikleri siyasi görüşlere sahip insanlar da, ilk fırsatta ‘nerede kalmıştık?’ dercesine, yeniden partileşmişler bıraktıkları yerden devam etmişlerdir.
Siyasi Partiler Yasası, siyasi partilere adeta siyaset yapmayı yasaklamaktadır. Bizim kuşak bu yasa ile ilk kez 12 Mart 1971 sonrasında Türkiye İşçi Partisi (TİP)’in kapatılması ile tanıştı. 1960’lı yıllarda unutulmaz bir siyasi muhalefet örneği vermiş olan TİP, kanun metnindeki madde numaraları değişmiş olmasına rağmen, aynen korunmakta olan malum hükümlerle kapatıldı.
Daha çok parti kapatırız
Yıllardır demokratikleşme yönünde gerçekleşen birçok yeniliğe rağmen, değişik görüşlerdeki pek çok partinin de aynı yasa hükümleriyle kapatılmasını, siyasi partiler rejimi konusunda hiçbir demokratik gelişmenin kaydedilmediğini göstermektedir.
2004 Yerel Seçimleri sonrasında Demokratik Halk Partisi'nin (DEHAP) elde ettiği sonuçlar, önceki oylarına kıyasla başarısız bulundu. Bunun üzerine yeni bir parti kurulması için 2004 Mayıs ayında önce Öcalan’ın bir avukatı çalışmaları başlattı.
DEHAP, Halkın Emek partisi (HEP), Demokrasi Partisi (DEP), Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) genel başkanlarının da yer aldığı ve cezaevinden yeni tahliye olan dört eski DEP milletvekili ile parti kuruluşu çalışmaları için katılımları uygun bulunan 2 arkadaşlarının daha sürece dâhil olmasıyla birlikte 14 kişilik bir kurucu ekip oluşturuldu.
Bu ekip, 22 Ekim 2004 günü bir basın toplantısıyla Demokratik Toplum Hareketi adıyla yeni bir parti kurma süreci başlattıklarını açıkladılar.
Bu arada DEHAP’da kongreye giderek yeni partinin kuruluşuna katılmak için kendisini feshetti. Yaklaşık 1 yıl, 9 Kasım 2005 günü Demokratik Toplum Patisi (DTP) resmen kuruldu.
Peki, kurucu üyeliklerine Başsavcılıkça itirazda bulunulan dört eski DEP milletvekili dışında tümüyle eski DEHAP yönetici ve üyeleri tarafından oluşturulan bu yeni parti hangi yeni ihtiyaca karşılık kuruldu?
Dikkatle izlendiğinde de kolayca sezilebileceği gibi, DEHAP yöneticileri de süreç içersinde yer almalarına rağmen, kendi iradelerini aşan gelişmeler karşısında pek de istekli değillerdi.
Aslında DEHAP yöneticileri, 2004 yerel seçimlerine katılırken tutarlı bir aday tespit politikası uygulamışlar, kendi inisiyatifleriyle hareket ederek, ılımlı adaylara yer vermişlerdi.
Ancak başta Öcalan olmak üzere kimi PKK liderleri bazı adaylara tepki göstermiş; ardından da seçimler sonrasında parti oylarındaki kısmi düşüş gerekçe gösterilerek, yöneticilere eleştiriler yöneltilmiş, yeni bir parti kuruluşu gündeme getirilmişti.
DTP inisiyatif alamadı
Böylece, yeni kurulan DTP, DEHAP’tan sonra daha deneyimli değil, daha ürkek ve inisiyatiften yoksun davranan bir yönetim anlayışıyla siyaset sahnesine çıktı.
Başsavcılık müdahalesiyle pratik olarak partiyi kısıtlayan ve sık sık parti içi kargaşalara yol açan bir eş başkanlık sistemi, kongre oylamalarındaki katılım düşüklüğü, parti kuruluşundan beklenen yeni bir heyecanın ortaya çıkmadığını gösterdi.
Hatta son büyük kongre öncesindeki yeni bir genel başkan adayı tespitinde bile, bir zayıflık ve inisiyatif alamamanın söz konusu olduğu açıkça görüldü.
Kendileri nasıl görüyor bilemeyiz, ama dışarıdan bakıldığında hemen fark edilen ve pek de isabetli olmayan bir aday belirlemesiyle seçimlere girilmiş, kazanacağı garanti gibi görülen en az 8–10 aday seçilememiş ve bu bir hayal kırıklığına yol açmıştır.
Ancak işleri böylesi bir noktaya çekmeye özen gösteren siyasi irade, bununla yetinmemiş, bu kez parti grubunu sürekli olarak baskı ve eleştiri ortamında tutmaya yönelmiştir.
Apo DTP’yi hep eleştirdi
A. Öcalan seçim sonrasındaki avukat görüşmelerinde, ‘’….DTP'nin elinde binlerce kadro var, ama bu kadroları çalıştırmasını bilmiyor. Benim adım etrafında gidip gelip 20 milletvekili çıkardılar. Ben olmasam ne yapacaklardı, benim ismimi kullanmasalardı bu sonucu alamayacaklardı.
Kendilerinin bizzat politika geliştirmeleri gerekir, politika ciddi bir iştir, demokratlık ciddi bir iştir, yapamıyorlarsa bırakıp gitsinler…’’ (1 Ağustos 2007)
‘’….. Seçim sonuçlarına ilişkin DTP hiçbir tahlil yapamıyor. Meclisteki tokalaşma olayına gelince, bu aklımdan bile geçmemişti. Bunu çok ilginç bulduğumu ifade etmek istiyorum. MHP ile tokalaşıyorlar ama öyle rast gele politika olmaz. Politika ilkeli olmalıdır. Bu konuda şu husus önemlidir: Tokalaşma Kürtlerin varlığı, haklarını tanıma noktasında mı yapılıyor? Devlet Bahçeli’nin Kürtlere ilişkin bakışı nedir, nasıl bir milliyetçilik anlayışına sahiptir, bilemiyorum.……Bütün bunlar bilinmeden sırf sembolik olsun diye tokalaşma olmaz, olursa siyaset laçkalaşır.’’
‘’….Devlet Bahçeli Kürtlerin varlığı ve haklarını kabul ediyor mu? Eğer ediyorsa ilişki kurulur. Aksi halde ilkesizlik olur. İlkesiz siyaset olmaz. Kürtlerin çok ilkeli siyasete ihtiyacı var. Kürtlerin ciddi bir siyasi programa ihtiyacı vardır, önce bunu sağlamaları gerekiyor.
Deniliyor ki maçlara da gideceğiz, böyle siyaset olur mu? Kongre kararı olmadan kendi başına nasıl böyle konuşulur? Parti Kongresinin kararı var mı? Partinin kongresinde karar altına alır, sonra siyaset yapılır. Sırrı’nın herkes adına her şeyi konuşması nasıl mümkün olur Ben Sırrı Sakık’ın düşmanı değilim. Kimse böyle anlamasın. Ancak Sırrı Sakık’ın böyle kendi başına siyaset yapması doğru değildir..’’ (8 Ağustos 2007)
‘’…. Yemin töreninden önce bir protokol hazırlanıp halka ön açıklama yapılabilirdi. Bu yeminin hangi koşullarla yapılacağı belirlenebilirdi.
Bu yemin anayasal bir zorunluluktur, yapılması gerekir. Fakat böyle olduğu gibi kabul etmek de doğru değil. Bu halkın bu kadar çabası, emeği göz ardı edilmemeliydi. En azından Birinci Meclis'teki Kürt milletvekillerinin tutumu örnek alınabilirdi.’’ (22 Ağustos 2007)
Aktardığımız alıntılar DTP Milletvekillerinin ve parti yöneticilerinin nasıl bir baskı altına alınmış olduklarını yeterince ifade etmektedir.
İmralı’nın dediği oldu
Tabii bütün bu eleştiriler sürerken, bölgedeki silahlı baskınlar ve çatışmalar artarak devam etti. Öcalan da gelişmelere ilişkin öngörülerde bulunuyordu:
‘’…Seçimden sonra savaş gelişir' demişim, savaş gelişirse de bunun kararını ben vermiyorum. Bunu kendimi sakınmak, korumak için söylemiyorum, PKK'yi tanıdığım için dile getiriyorum. Ben burada bir tutukluyum, kimseye talimat veremem…
PKK kadroları artık önemli ölçüde gençlerden oluşuyor… Bu gençlerden bazıları yarın beni dinlemeyebilirler kendi başlarına hareket edebilirler ya da başka güçlerin etkisine girebilirler o zaman bu durum Türkiye için çok daha tehlikeli olur. PKK'yi de bitiremezler ben burada barış ve çözüm için uğraşıyorum.
PKK de önümüzdeki dönemde ne yapacak bilemiyorum ama ne yapacaklarsa da ona kendileri karar verecektir….’’ (1 Ağustos 2007)
Nihayet rehin alınan sekiz askerin teslimi sırasında düzenlenen törenle de adeta bombanın pimi çekilerek, DTP yönetici ve milletvekilleri daha da içinden çıkılmaz bir noktaya kayarken, bu kez aile ve eş durumları, sağlık raporları vs. gündeme getirildi.
Bütün bu gelişmeler öngörülmeyen bazı tesadüfler veya sürprizler olarak kabul edilebilir mi? Şahsen bir sürprizle karşılaşmadığımı söyleyebilirim.
Çok doğaldır ki, PKK ve önderi Öcalan, başından beri kendi yarattığına inandığı siyasi alanda yeni bir Kürt siyasi otoritesi doğmasına izin vermeyecek, Kürt siyasi hayatında yeni ve meşru bir adresin doğmasını önlemeye çalışacaktı.
Hatta parti tabanının etkin bir baskısı olmasaydı, muhtemeldir ki, seçim barajına rağmen parti olarak yeniden seçimlere girmeyi tercih ederek mecliste bir grup oluşmasına bile fırsat vermeyeceklerdi.
Hükümet her şeyin farkında
Şimdi tam da istenenler gerçekleşiyor. Kürtlere legal siyaset alanı kapatılıyor ve siyaset dışı kurumların önünü açmak için uygun koşullar yaratılmak isteniyor. Ancak sağduyu sahibi hiç kimse de bu durumu görmezden gelemiyor. Siyasi ortam tam bir kaos görüntüsü veriyor.
Cemil Çiçek bile Vatan gazetesinde Ruşen Çakır’a yaptığı bir açıklamada, ‘’Bugün ülkenin her bölgesine gidebilen tek parti AKP’dir. Herkes Türkiye’yi Ankara’dan kurtarmaya çalışıyor. Şu an PKK’nın en büyük düşmanı AKP’dir. Çünkü son seçimlerde büyük bir taban kayması yaşandı. Şimdi PKK ve bazı DTP’liler, DTP’nin kapatılmasını istiyor. Neden? Çünkü kaybettikleri tabanı maraza çıkararak tekrar kazanmak istiyorlar. …’’ diyerek hükümetin de yaratılmak istenen manzaranın farkında olduğunu belirtme gereği duydu.
Sonuç olarak hassas ve kritik bir dönemece girildi. DTP şimdi temelli kapatılma talebiyle Anayasa Mahkemesi’nde.
Bugün toplumdaki yaygın kanaat ve arzu artık partilerin kapatılmaması yönündedir. Ama böylesi bir umut, yasalar karşısında fazlaca bir etkiye sahip değil. Mevcut Siyasi Partiler Yasası’na göre de, AKP’ dâhil bütün partiler için mutlaka birer kapatılma gerekçesi bulunabilir ve zaten gerekli görüldüğünde de bu yapılıyor.
Siyasi partilerin kapatılarak siyasi alandan çekildiklerinin örneğini bu güne kadar görmedik. Parti kapatılması, yenisinin kurulmasına, bu da bir sürü kırtasiye işlemine yol açmanın ve tabelacılara eski tabelaların üzerine yeni parti tabelası yazmak gibi bir istihdam alanı yaratmanın dışında bir işe yaramamaktadır. (ÜF/NZ)
* Ümit Fırat’ın yazısı 25 Kasım 2007 Pazar günü Star gazetesinde yayımlandı.