Nehre sırtını dönmüş kent Buenos Aires’te, pencereleri birbirine bakan iki yalnızın tüm şehirde aşkı aradığı bir hikâye.
Orijinal adıyla Medianeras, Türkçesiyle Yan Pencere, Buenos Aires doğumlu Gustavo Taretto’nun yönetmenliğini yaptığı ilk uzun metrajlı filmi.
Metropolün çarpık estetiği ve insanın en gerçek olduğu "yalnız" hâlini izleyiciye aynı anda sunan film, şehir ve insan benzerliğine yanıt aratıyor. İlk yarıda, şehrin betondan oluşan kirli ve soğuk, insanın ise kendiyle yalnız kaldığı en aciz tarafını gösteren film, ikinci yarısında aynı betondan çıkan yeşilliğin hayata başkaldırısının umudunu gösteriyor. Filmde yan duvarlar ya da pencereler, binaların atıl, çirkin, düzensiz ve çoğu zaman reklam panosu olarak kullanılan devasa yüzeyleri olarak tanımlanıyor. Bizi bölen, geçen zamanı, kirli havayı ve çarpıklığı gösteren, halının altına süpürdüğümüz kirleri yansıtan devasa yüzeyler.
Filmde, yan duvarları birbirine bakan evlerde oturacak kadar yakın olmalarına rağmen yolları bir türlü kesişemeyen iki karakterin sıradan yaşamını izliyoruz. Karakterlerden ilki Martin, evden çalışan bir web tasarımcısı. Gününün çoğunu internette geçirmesine neden olan agorafobisi, kendi tanımıyla "şehir korkusu" olan biri. Sanal olmayan tek iletişimi, eski sevgilisinin bıraktığı köpeğiyle olan konuşması. Diğer ana karakter ise Mariana. İçinde yaşanamayan maketlerden başka bir bina yapmamış bir mimar. Vitrin tasarlayan Mariana, vitrinleri ne içeride ne de dışarıda olan, kaybolmuş yerler olarak tanımlıyor. Hareketsiz, soğuk ve cansız mankenleri ise kendine benzetiyor. Uzun ilişkilerinin ardından yalnızlıkta tekrar bir araya gelen iki insan, Martin ve Mariana. Gerçek yalnızlığın en kötü yanı, birinin sizi önemsememesi ve merak etmemesi, bu boşluğu bazen nesnelerle, bazen de yanlış insanlarla doldurmaya çalıştıkları, şehrin keşmekeşinde hayatı ve aşkı aradıkları bu arayışta sık sık karşılaştıkları başrol oyuncuları.
Gökyüzü ve kablolar
Bu iki karakterin iç sesleriyle birlikte sıradan yaşamlarını izlediğimiz filmde, şehrin estetik çarpıklığını da onların zihninden görüyoruz. Gökyüzünün kablolardan görünmediği, iletişimin hızlı ama bir o kadar da insanları birbirinden uzaklaştıran bir hale geldiği bu metropol sayesinde, kent yaşamının insan üzerindeki etkisini derinlemesine görme şansı yakalıyoruz. Şehrin kaotik mimarisi ve izole yaşam tarzının karakterlerin yalnızlığını nasıl derinleştirdiğini kendi evlerinde bile huzur bulamamalarıyla izliyoruz. Ayakkabı kutusuna benzettiği dairesinden çıkmanın tek bir yolunun olduğunu söylüyor Mariana. Karanlığa ışık demeti saçmayı sağlayan bağımsız, düzensiz, ufak pencereler açmak. Aynı zamanlarda aynı huzursuzluğu yaşayan Martin ve Mariana, kendi elleriyle açıyorlar yan duvarlarına o küçük kaçış pencerelerini.
Filmin başından itibaren, şehrin iki yalnız karakterinin birçok yerde aynı anda bulunduklarını görüyoruz. Her denk geliş, tanışma ihtimallerinin heyecanını yeniden yaşatıyor. Bazen aynı sokakta karşılıklı yürürken bazen de aynı havuzda yüzerken karşılaşıyorlar. Bazen aynı gece birbirlerinden habersiz şekilde aynı filmin aynı sahnesinde gözyaşları karşılaşıyor. Her ikisi de aynı kaçış yolunu kullanıyor; şehri, duvarlarını kendi elleriyle yıktıkları güneşe bakan pencerelerden izlemek. O pencerelerden bakarken de karşılaşıyorlar. Aynı anda aynı şarkıyı dinleyerek de buluşuyorlar.
Filmde, aşkı arama ve bulma bir bilmece olarak sunuluyor; Mariana’nın "hayatımın kitabı" dediği Donde esta Wally? örneğinde olduğu gibi. Kitabın her bölümünde Wally, aynı kıyafetlerle farklı bir mekânda gizleniyor. Ancak Wally saklanmak yerine, yalnızca onu bulmak isteyenin bulabileceği şekilde, kalabalığın içinde gizleniyor. Bu, tıpkı yalnızlığı kendi elleriyle seçen ancak aşkı aramaktan vazgeçmeyen Mariana ve Martin’in durumuna benziyor.
Aşkı bulmak
Mariana, yıllar boyunca Wally’yi havaalanında, sahilde ve alışveriş merkezinde bulmayı başarsa da son bölümde onu şehrin kalabalığı içinde bulmakta zorlanıyor. Bunca zamandır her köşeyi didik didik aramasına rağmen onu şehirde bulamıyor. Sonrasında ise kendine şu soruyu soruyor: "Eğer kimi aradığımı bildiğim hâlde onu bulamıyorsam, kimi aradığımı bilmezken nasıl bulabilirim?". Belki de aşkı bulmanın, doğru insanı ve doğru zamanı yakalamanın zorluğunu anlatan, cevabını bulmanın imkânsız olduğu o soru.
Bir yanda Wally’yi hiç bulmamış ama onu aramaktan da vazgeçmemiş Mariana, diğer yanda arandığından habersiz, artık kimseye Wally olamayacağını düşünen Martin. Yaşamakta, betonların arasından çıkacak kadar ısrarcı bitkiler gibi göz göze geldikleri ilk anda yeşertiyorlar aşka dair umutlarını.
Onlar aynı anda Daniel Johnson’dan True Love Will Find You In The End dinlese de film bana Bülent Ortaçgil’in Eylül Akşamı’ndaki tesadüflerin tatlı romantizmini hatırlatıyor. Şarkıdaki gibi görünmeyen iplerle birbirine bağlı, fark edilmeyen şekillerde birbirine temas eden iki hayat Mariana ve Martin’inki. Onca zaman birbirlerinin gözü önünde; ama birbirlerinden habersiz yaşan iki aşığın, aynı anda aynı gökyüzüne bakıp dertlenen, yan duvarlarına açtıkları pencereleri birbirine bakan iki yalnızın ve onları rastgele bir sonbahar günü karşılaştıran şehrin hikayesi: Medieneras. (ADÇ/TY)
*"¿Dónde está el amor?" İspanyolca bir cümle, Türkçeye "Aşk nerede?" olarak çevrilebilir. İfade, aşkın kaybolduğu veya arandığı bir durumu anlatmak için kullanılabilir.