* Fotogalerisi için tıklayın.
Olaylar başladığından beri hiç Gezi'ye gidemedim ama internet sayesinde neredeyse tüm heyecanını yaşadım direnişin. Hatta Mayıs ortasında Reyhanlı protestoları sırasında İstiklal Caddesi'nde atılan biber gazından payımı aldığım için genzimdeki o yanığın sızısını on ile çarpıp direnişçilerin ne durumda olduklarını da hissedebilmiştim bir nevi.
Türkiye'de bunlar olurken tatile gitmenin sırası değildi ama tatil gerekliydi de. Her gün yeni bir gelişme olurken internetten nasıl uzak kalacaktım, peki? Duran adamlar daha yeni durmaya başlamışlardı, daha ne kadar duracaklardı?
Algıda seçiciliğim sağolsun, ilk gün aklımı İstanbul'dan çekip İzlanda'ya getirmek çok zor oldu haliyle. İzlanda Havayolları'nın 2 saat 15 dakikalık Trondheim-Reykyavik uçağında, Hollywood filmi hayranı olduğum için değil ama İran ile mahkemelik olduğu için merak ettiğim, "Argo" filmini seyretmeye başladım önce. Amerikan Konsolosluğu'na sığınmış lüks düşkünü İran Şah'ını linç etmek için ayaklanan halk pek yabancı gelmedi bana, ama Türkiye aslında ne İran ne Brezilya gibi direniyordu. Çok daha güzel, renkli ve komik bir direnişti bizimkisi. Bir de kayıplar olmasaydı...
Film daha önce aklıma gelmeyenleri düşündürttü seyrederken: Dışarıda halk "istifa" diye bağırırken, içerdeki muhataplar neler yapıyor, ne gibi stratejiler üretiyor, hangi evrakları saklamaya çalışıyordu acaba? Korkuyorlar mıydı, yoksa bunu zaten bekliyorlar mıydı?
Film fazla sarmadı, zaten o an yapacağım en mantıklı şey, daha önce gitmediğim ve hakkında çok az şey bildiğim bu ülkeyi öğrenmek olmalıydı. İzlanda tanıtım filmleriyle geçirdim kalan uçak yolculuğumu.
Duran Adam heykelleri
Keflavik Havaalanı'nda beklemediğimiz güzel bir hava (az bulutlu, 14 derece) ve havaalanının "Duran Adam" heykelleri karşıladı bizi. Her biri farklı yönlere bakıyordu adamların. Benim için mi duruyorlardı bunlar burada? Heykellerin yanında hiçbir bilgi ya da açıklama bulamadım.
Havaalanından teslim aldığımız dört kişilik kamp arabamızla hemen çıktık yola. Araba dört çeker olmadığı için sürebileceğimiz yollar kısıtlı. Sadece kıyıya yakın yolları kullanabiliyoruz bu arabayla, iç bölgelere fazla engebeli oldukları için girmemiz yasak. Şartlarımız elverdiği ölçüde İzlanda'nın güney ve batı bölgesinin neredeyse tamamen dolaştık. Yaklaşık 1000 km.
Yol üstünde rastgelen duraklama yerlerinde rahatça gecelenebiliniyor İzlanda'da. Gerçi biz sadece bir kere kullandık ama kamp yerleri çok ucuz, hatta bedava olanları da var. Küçük yerleşim merkezlerinde bile bulunan ve gene çok ucuz olan açık/kapalı kaplıca havuzları da çok kullanışlı kampçılar için. Hava yazın hiç kararmadığından aydınlatma sorunumuz da yok.
Hava sıcaklığı Haziran ayı sonunda gündüz 7-15 derece arası, gece 2-3 dereceye kadar düşüyor. Yağmur ve dolu her an başlayabilir, kar yağarsa da şaşırmamak lazım. Kışlık kıyafetlerimizle beraber bavula eldiven de koymuş olmamız akıllıca oldu. Tişört ve şortlarımızı sadece bir gün giyebildik.
Yerleşim yerleri levhalarını takip etmek biraz zor oldu ama bunun dışında İzlanda yollarındaki trafik ve bilgilendirme işaretleri düzenli ve yeterli. Tüm manzara noktaları, gezilecek yerler, turistik bilgi panoları, benzin istasyonları, market ve lokantaların yerlerini 5-10 km öncesinden öğrenilebiliyoruz. Ara sıra gördüğümüz hava durumunu göstergelerinde aynı zamanda asfalt zeminin sıcaklığı hakkında da bilgi var. Burada âdet böyle demek ki.
İzlanda'dan ilginç notlar
* Orta Atlantik Sırtı ya da Yükselimi (Mid-Atlantic Ridge) olarak bilinen ve Avrasya ve Amerika'yı birbirinden ayıran jeolojik hat İzlanda'nın ortasından geçiyor. Politik olarak Avrupa kıtasında sayılsa da, bu hat sebebiyle İzlanda jeolojik olarak iki tektonik tabakadan oluşuyor ve batı tabaka Kuzey Amerika kıtasına ait kabul ediliyor. Bu tabakaların ayrılması hâlâ devam ediyor ve bu sebeple İzlanda heryıl 1,5 cm. genişliyor.
* 103.000 kilometrekarelik ülkenin sadece yüzde 30'u yaşamaya müsait. 320.000'lik nüfusun çoğunluğu güney batı kıyısındaki Reykyavik ve çevresinde yaşıyor. Yazın nüfus turistlerin gelmesiyle ortalama 900.000'i buluyor.
* Bulutlar çok hızlı hareket ediyor. Bu yüzden hava beş dakikada bir değişiyor. Aşırı rüzgar alan ülkede evlerin çoğunluğunun dış cephesi ve çatısı renkli aliminyum ile kaplı. Kremit kullanılmıyor.
* Yakın zaman kadar hijyenik sebeplerle şehirlerde evcil köpek beslemek yasakmış İzlanda'da.
* İzlanda atları özel bir ırk. Daha bodur ve renkliler, ayrıca diğer atlardan daha farklı bir stilde koşabiliyorlar. Irkın saflığını bozmamak için ülkeye başka at getirilmiyor, ülkeden ayrılan at varsa bir daha geri alınmıyor.
* İsminin anlamı "buz ülkesi" ama buzul, bozkır, siyah kum ve kurumuş lavlara karşın yeşil bir ülke İzlanda. Yaz kış buzul kaplıyken neden Grönland'a "yeşil ülke" demişler acaba?
* Adaya ilk kez 9. yüzyılda Norveç’ten gelip yerleşen Vikingler, 930 yılında Tingvellir de demokratik parlamentonun ilk örneği sayılabilecek Athing’i kurmuşlar.
* Pek inanmak istemedim önceleri, ama sanırım doğru: İzlandalılar Elfler'in varlığına ve İskandinav efsanelerinin (sagalar) gerçekliğine inanıyorlar. Bu konuda pek şaka yapılmaması tavsiye ediliyor. Hâlâ anlatılan bir çok mitolojik hikaye var.
* İzlanda’da demir yolu yok. Kara yolları yeterli ama fjordların sebep olduğu uzun yolları kısaltmak için alçaktan uçan küçük uçaklarla yapılan hava taşımacılığı yaygın. Ülkede irili ufaklı 98 adet havaalanı varmış ve sanırım Dünya'nın en küçük havaalanı da burada: Küçük bir kulübe ve 10-15 metrelik bir pisten oluşan yerin, kalkışa hazır bir uçak bulunmasa havaalanı olduğuna inanmak imkansız.
* Ekonomik olarak batık bir ülke (2008) olsa da bu günlük hayatta hissedilmiyor. Ekonomik durumunu düzeltmek için bankaları yurtdışına satmaktan başka bir şey yaptılar mı bilmem ama, para toplamak için hiçbir doğal park ya da tarihi alandan giriş ücreti alınmıyor.
* Ülkenin ordusu yok. Güvenlik NATO uçaklarıyla sağlanıyor. Polis silah taşımıyor. Sadece bazı sahil güvenlik gemilerinde silahlı görevli var.
* Lokantalarda bahşiş vermek hoş karşılanmıyor. Hesap sadece kasada ödeniyor. Bazı küçük lokantalarda kasanın yanında bahşiş kavanozu var. Küçük bir kafeden lüks bir lokantaya kadar her yerde ev yapımı sebzeli kuzu çorbası muhakkak var. Her lokantada yemekten önce ikram olarak bir sürahi su, ev yapımı sıcak ekmek ve tereyağı geliyor masanıza.
* Her şeyin etini yiyorlar: balina, at, köpek balığı, fok, bilumum kuş... Protestolara karşın yılda birkaç yüz balina ve, eskiye nazaran daha az da olsa da, derisi ve eti için fok balıkları hâlâ avlanıyor İzlanda'da. Bu arada, ağlamaklı bakışlı, penguen görünümlü Atlantik Puffini kuşlarının geleneksel noel yemeği olduğunu duyunca içim burkuldu. Puffin kuşu turistlerin illa göreceğim diye tutturduğu ve İzlanda ile özdeşleşmiş bir kuş türü.
* En çok ördek türü İzlanda'da bulunuyor ama bazı hayvan türleri de hiç görülmüyor burada: Penguen, yılan, kelebek, kurbağa ve semenderler İzlanda'da yaşamıyor. Yol boyunca bütün yeşil alanlarda çobansız koyun, inek ve at sürüleri var. Domuz hiç görmedik.
* Özgür Willy (Free Willy, Simon Wincer, 1993) filminden tanıdığımız orka cinsi balina Keiko 1970'de İzlanda sularında yakalanmış. Çevreci protestolar sonucu 2002'de tekrar İzlanda sularına bırakılmış ama Keiko yüzerek 2003 yılında öldüğü Norveç'e gitmiş. İzlandalılara küsmüş anlaşılan.
* Müzik çok önemli hatta kutsal. Çok fazla müzik okulu var. Müzik bir çok İzlandalı için duyguları dışa vurma yöntemi. Şarkıları aşırı melankolik: Dinleyiniz Björk ve ya Sigur Ros.
* Polis, itfaiye ve ambülans için aynı telefon numarasını kullanılıyor, ülkede alan kodu yok. Telefona kendi mi bakar bilmem ama, İzlanda devlet başkanının numarası İzlanda telefon rehberinde kayıtlı. Evinin yolu turistik kitaplarda tarif ediliyor. Biz gittiğimizde bahçesinde bayrak asılı değildi, yani evde kimse yoktu. Bahçenin çitleri ya da duvarı yok. Evin etrafını ve bahçesini dolaşıp, salondaki mobilyalarını gördük. Evin önünde küçük bir kilise ve mezarlık var.
Eşcinsel ilişki çok yaygın değil ama LGBT'lerin en rahat ve özgür olduğu ülke burası. Birçok eşcinsel evlenmek ve tatil yapmak için İzlanda'yı tercih ediyor. İzlanda’nın bir önceki başbakanı Jóhanna Sigurðardóttir (2009-2012) uzun süredir beraber olduğu kadın yazar ile başbakanlığını sürdürdüğü sırada evlenmiş, ama bu İzlanda medyasının pek umurunda olmamış. Sigurðardóttir dünyanın eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra göreve gelen ilk hükümet başkanı ve eşi Jónína Leósdóttir ile birlikte eşcinsel evliliğin yasallaşmasından sonra İzlanda'da evlenen ilk eşcinsel çiftden biri olmuş.
* Tesadüfen göz attığım bir İzlanda gazetesinde farkettim: Bütün kadınların soyadları "dottir", erkeklerinki ise "son" ile bitiyor. Yani birisinin kızı ya da oğlu. Burda aile soyadı yokmuş. Çoğunlukla babanın, yeni yeni annenin kızı ya da oğlu olarak soyad alınıyor. Zaten insanlar soyadlarını pek kullanamıyorlar, ilk isimleriyle tanınıyorlar. Telefon rehberi de ilk isimlere göre dizilmiş. Herkese sıfat veya soyad kullanmadan, ismiyle hitap ediliyor. Evlenmek toplumda pek gerekli görülmüyor, evlenen kadın soyadını değiştirmiyor.
* İzlanda'da her gün değişik ölçeklerde depremler meydana geliyor fakat şu ana kadar hiç bir depremin büyüklüğü 7 rihteri geçmemiş. Bunun sebebi bilinmiyor.
* Adanın volkanik yapısı, kumları ve dayanıksız toprağının aya benzemesinden ötürü aya ilk ayak basan astronot Neil Armstrong aya iniş provası için İzlanda bozkırlarında antrenman yapmış.
* "Reyk" İzlandacada "duman" demek. Reyk- ile başlayan birçok yer var İzlanda'da: Reykyavik, Reykyanes, Reykholt. Bu kelime o bölgedeki topraktan duman tüttüğünü ifade ediyor. Sebebi malum; yoğun yeraltı sıcak su kaynakları.
* İzlandalılar güneşle değil suyla ısınıyorlar: Ana termal kaynaklar 70-80 km uzaklığa kadar, çevredeki tüm yerleşim merkezlerinin ısıtılmasında ve seralarda kullanılıyor. Bu bölgelerde asfalt veya topraktaki kar ve yağmur çok kısa sürede kuruyor. Doğal sıcak göletlerle yol üzerinde karşılaşabilir, kış ortasında suya girip ısınabilirsiniz. Yerel halk ve kampçılar her daim fokurdamakta olan doğal termal sularda bir kese içinde sarkıttıkları yumurtaları kaynatıp, kaynağın yakınlarındaki toprağa gömerek ekmek pişiriyor. Çeşmeyi ilk açtığınızda önce sıcak su geliyor, sonra soğuğa dönüyor. Termallerin bir tek dezavantajı var: Bu bölgelerde hava ve çeşmeden akan sular hidrojen sülfit maddesinden dolayı bozuk yumurta gibi kokuyor.
* İzlandalılar neşeli (en azından yazın), güler yüzlü ve kendilerini pek ciddiye almayan insanlar ama kış mevsiminde anti-depresan satışları diğer ülkelerden çok daha fazlaymış.
* 15 aktif volkanı, 10 bin şelalesi var adanın. Her 5-10 yılda bir bir volkan aktif hale geçiyor. Avrupa'nın en büyük, Antarktika ve Grönland'dan sonra Dünya'nın üçüncü büyük buzulu Vatna ve
bu buz dağından beslenen Avrupa'nın en güçlü şelalesi Dettifoss İzlanda'da.
Eyjafjellajökull
Nisan 2010 tarihinde son yılların en şiddetli yanardağ patlamalarının yaşandığı volkanının ismi bu. İsmini İzlandalılar hariç kimsenin tam telaffuz edemediği ama bugün dünyanın en tanınan yanardağı kendisi. "Ada dağı buzulu" anlamına gelen Eyjafjellajökull İngilizcede kısaca E16 olarak biliniyor.
Avrupa'daki bir çok uçuşun haftalar boyunca yapılamamasına neden olan patlamalar İzlanda'da sadece bir yeri ciddi şekilde etkilemiş: Dağın hemen güneyinde kurulmuş bir aile işletmesi olan Torvaldseyri Çiftliği'ni. Diğer İzlandalılar için ise sadece seyirlik bir gökyüzü şöleni olmuş bu patlamalar. Değil insan, tek bir hayvan bile ölmemiş. Yakındaki diğer bir kaç ev dağın kuzeyinde kaldığı ve rüzgar güneye doğru estiği için pek zarar görmemiş. Ayrıca gene aynı sebepten İzlanda'daki hiçbir iç hat uçuşu aksamamış.
Toplam 270 milyon metreküp kül fışkırmış dağdan iki hafta süren patlamalarda. Tüm mülkü kül ve çamur altında kalan çiftlik sahibi aile önce bütün umutlarını yitirip çiftliği kapatmaya karar vermiş ama daha sonra İzlandalıların da yardımıyla eski haline getirilmiş çiftlik. Aile şimdi çok memnun, çünkü volkanik kül yüksek oranda mineral içerdiği için bir sonraki hasatlar çok daha verimli olmuş. Ayrıca bu büyük patlama sonrası yakın zamanda başka patlama beklenmediği için de huzurlular. Çiftlikte hâlâ kendileri mi çalışıyor bilemiyorum ama, aile 2011'den beri çiftliğin yakınlarında bir turist merkezi işletiyor. Olayın filmi ve hatıra eşyalar satılan merkezde en çok talep gören volkan hatırası; patlamanın kavonozlamış külleri.
Buzullar ve buzul gölleri
İzlanda'nın yüzde 11'i (11,400 km²) buzullarla kaplı. Buzul dağlarının çoğu aktif volkanların üzerinde bulunuyor. Bahar aylarında buzların bir kısmının erimesiyle şelaleler akmaya ve buzul gölleri çözülmeye başlıyor. Büyüklü küçüklü, çeşitli şekillerdeki buz parçalarının ana buzuldan ayrılıp suya düşmesiyle sürekli değişen göl manzaraları oluşturuyor.
İzlanda'nın en geniş buzulu Vatnajökull, en büyük ve derin (248m) buzul gölü ise Vatna'nın eteğindeki Jökulsárlón. İçindeki buz tepeciklerinin yüksekliği 15 metreye kadar ulaşabilen bu buzul gölünde üç renk gözlenebiliyor: camgöbeği mavisi, kristal beyaz ve volkanik küllerde kaynaklanan siyah renk.
Jökulsárlón (buzul nehri lagünü) yakınlarında gecelemek için durduğumuz başka bir buzul gölüne bakan park yerinde hiç beklemediğimiz bir anda büyük bir buzul parçası ana karadan kopup suya düştü ve arkasındaki camgöbeği iç yüzeyi ortaya çıktı. Düşen parça sessizliğin hakim olduğu ortamda büyük bir gürültüyle suya karıştı ve diğer buz parçalarının yerini değiştirerek uğuldamaya devam etti. Tesadüfen orda olan 7-8 kişi hep birden çığlık attık. Bu gösteri yaklaşık 20-30 saniye sürdü, ya da bana öyle geldi.
Ertesi sabah gene bu bölgede buzul gölünde her yaz düzenlenen zodyak turlarından birine katıldık. Gölün üzerinde parça parça yüzen buz parçalarını bulutlarla oynadığımız gibi anlamlı bir şekle benzetmek çok eğlenceli. Bir tanesi tıpkı bir balina kuyruğu görüntüsündeydi.
Gene aynı buzul gölünde dolaşan ve arada kafalarını çıkarıp etrafa bakan fok balıklarını sadece çocuklar değil erişkinler de kovalıyordu suyun kenarından. Zar zor kafalarını ve kuyruklarını görebiliyorduk fokların ama bu, hayvanat bahçesi ya da sirkteki eğitimli fokların yanına gidip fotoğraf çektirmekten çok daha heyecan vericiydi.
Doğal film platosu İzlanda
İzlanda buzulları birçok filme doğal dekor olmuş son otuz yılda. Jökulsárlón aynı zamanda iki James Bond filmi (Die Another Day (2002) ve A View to a Kill (1985)) ve Game of Thrones dizisinin kış mevsimi duvar arkası sahnelerinin çekildiği yer olarak da tanınıyor. İzlanda buzullarında çekilen diğer filmlerden bazıları: Batman Begins (2005), Noah (2014'de vizyona girecek), Oblivion (2013), Prometheus (2012) ve Stardust (2007).
"Lost" dizisinin çekildiği ve İzlanda gibi volkanik olan Hawai'nin Oahu adası İzlanda'nın dağlık bölgelerine o kadar çok benziyordu ki, her sezonunu üç kez seyrettiğim bu TV dizisini ne kadar özlediğimi hatırladım benzer manzaralar gördüğüm zamanlar. Volkanik patlamalarla oluşmuş ve insan eli değmemiş doğa manzaraları oldukça gizemli görüntüler oluşturuyor ve tüm macera filmi yapımcıları bundan haberdar görünüyor.
Çevreci ve ekolojik bir ülke
İzlanda sanki tek elden yürütülen bir turistik işletme gibi. Tüm turistik tesis ve alanlarda genel bir prensip göze çarpıyor: doğayı bozmadan, değiştirmeden ve turiste müdahale etmeden hizmet etmek. Seyyar satıcı ya da birbirleriyle rekabet eden lokantalar yok. Zaten Reykyavik dışında o kadar az tesis var ki, yüz kilometre boyunca ekmek alacak market bulamamak mümkün. Güney sahilleri boyunca çok ender küçük yerleşim merkezleriyle karşılaşılıyor, ama üç ev ve bir kiliseden oluşan köyleri saymazsak güney İzlanda sadece doğal güzelliklerinden oluşuyor.
Asfalt sadece şehir içlerinde ve ana yollarda kullanılmış. Diğer yollar toprak düzleştirilerek ya da taş dizilerek oluşturulmuş. Büyük kayalar sınır çizgisi ya da şehir mobilyası olmuş. Volkanik patlamalardan sonra oluşmuş kahverengi dağınık yeryüzü, ya da sanki yeni deprem olmuşçasına altlı üstlü olmuş toprağa dokunulmamış. İnsan eli değmediği ve çalılara takılmış uçuşan naylon poşetler olmadığı için bu renksiz bozkır görüntüsü bile çok estetik duruyor. Zaten her şeyin müdahale edilmemiş doğal hali en güzel hali değil mi?
Aynı prensiple şehir ve sokaklar da kaya ve volkanik taşlarla ya da eski bisikletler gibi geri dönüşümden faydalanarak dekore edilmiş İzlanda'da. Hepsi çok sade ama estetik görünümlü.
Ormanın yok denecek kadar az olduğu ülke bozkır, kum, çimen ve buzuldan başka bir de yosun (moss) ile kaplı. Halımsı ve çok yumuşak olan geniş engebeli alanları kaplayan bu bitki örtüsü o kadar yumuşak ki üzerinde koşturup yuvarlanmak istemeyen bir çocuk bulunabileceğini zannetmiyorum.
İzlanda tarımsal olarak da ekolojik bir ülke. GDO ve suni gübre kullanmak yasak. Birçok gıda haliyle ithal ediliyor ama ülke içinde üretildiğini bildiğiniz bir yemeği çocuklarınıza gönül rahatlığıyla yedirebilirsiniz.
Dünyanın en temiz havası ve en doğal içme suyu da burada diyorlar. Enerji sürdürülebilir kaynaklardan (şelale, jeotermal ve rüzgâr enerjileri) elde ediliyor. Suya klor katılmıyor.
Burada özellikle lokantalarda kullanılan malzemeler de ekolojik. Genelde volkanik taşlardan yapılıyor. Çoğu lokanta tereyağını işlenmemiş siyah volkanik taşın üzerinde ikram ediyor.
İzlanda'daki ilk çevreci hareket 1900'lerin başında yaşanmış: Gullfoss (Altın Şelale) Şelalesi’ne bir termik santral kurmak isteyen güçlü ve zengin bir İngiliz girişimciyi çeşitli yöntemlerle durdurmaya çalışan bir çiftçi kızı Sigríður Tómasdóttir, en son çare olarak termik santral yapılırsa kendini şelaleden atacağını söylemiş. Daha sonradan İzlanda'nın ilk devlet başkanı olacak avukat Sveinn Bjornsson'un da çalışmalarıyla işadamının kontratı iptal olmuş ve Gullfoss'un İzlanda halkının mülkü olduğu kabul edilmiş.
Tingviller ve Geysir noktalarıyla beraber İzlanda'nın en turistik bölgesini Altın Çember'i (Golden Circle) oluşturan Gullfoss Şelalesi İzlanda'nın en popüler turistik noktalarından biri. Merdiven şeklindeki şelalenin düşüş şiddeti zaman zaman 2000 m³/s'yi buluyor ve su damlacıklarının oluşturduğu buluttan suyun düştüğü yer görünmüyor.
Basalt kayalar ve İzlanda mimarisi
Volkanik lavların hızla soğuması sonucu oluşan jeolojik harika basalt (siyah volkanik kaya) sütunlar İzlanda'da özellikle şelale duvarları ve okyanus kıyılarındaki falezlerde görülüyor. Simetrik olarak dizili düzgün altıgen formundaki bu sütun kayalar heykel ya da bina yapımında kullanılmasının yanında İzlanda mimarisine de ilham kaynağı olmuş. Bu etkinin en belirgin görüldüğü iki mimari eser Reykyavik'de her noktadan görülebilen Hallgrímskirkja kilisesi ve Harpa Konser ve Konferans Bina'sı. Bu basalt sütunlar Türkiye'de Sinop'un Boyabat ilçesinde de bulunuyor.
Mavi Lagün
National Geografic dergisininı dünyanın 25 harikasından biri olarak onurlandırdığı göl ve gölün bir bölümü üzerine inşa edilmiş SPA merkezi Keflavik Havaalanı'na çok yakın. Geniş ve boş bir araziye kurulmuş tek katlı tesis dumandan pek görünmüyor. Girişindeki bayraklardan buluyoruz Mavi Lagün SPA'yı.
Hava sıcaklığı ne olursa olsun, suyun sıcaklığı 37-39 derecede sabit. Çok özel bir ekosisteme sahip gölün dibindeki yosunlar göle tatlı mavi bir renk veriyor. İçinde yoğun şekilde bulunan sülfür ve silisyum dioksit (silis) çürük yumurta gibi kokuyor ama sedef başta olmak üzere bir çok cilt hastalığının tedavisinde kullanılıyor bu su. Gölün içinden çıkan beyaz çamur içinde de bolca bulunan ve cildi güzelleştiren bu kimyasallar saçlara zarar verdiğinden herkes size suya girmeden önce ve çıktıktan sonra bol bol saç kremi kullanmanızı öğütüyor. Ben bu ikazı fazla ciddiye almamıştım: Şimdi cildim yumuşacık ve pürüzsüz ama saçlarım çalı süpürgesi.
Geysir
Adanın yanardağlarından sonra en önemli özelliği gayzerleri. Periyodik aralıklarla fışkıran bu sıcak su kaynakları ısınma ve elektrik enerjisi elde etmede kullanılıyor. Bunlardan en bilinenleri Geysir gayzerleri. "Strokkur" (tereyağı güğümü) bu bölgedeki en aktif gayzer: 3-4 dakikada bir fışkırıyor ve 15 metreye kadar yükseliyor. Ne kadar rüzgar olursa olsun Geysir bölgesi civarında hava, sıcak sular sayesinde hep ılık.
Kambur balina
İzlanda'da yazlık turistlerin muhakkak katıldığı gezilerden ilki; balina, yunus ve puffin kuşlarını görmek için düzenlenen tekne turları. Hava rüzgarlı ve deniz dalgalıysa çok sıkıcı olabilecek bu gezi, şanslı gününüzdeyseniz hayatınızın unutulmayacak anılarından biri olabilir. Tekne acenteleri katıldıkları gezide balina göremeyen turistlere ücretsiz olarak bir şans daha veriyor.
Biz o günün şanslı turistlerindendik. Üç saatlik gezinin neredeyse tamamını teknenin önünde ayakta durarak, elimizde dürbün ve fotoğraf makineleriyle her an vücudunun bir bölümünü ya da tamamını biz gösteren balina ve yunusları gözlemleyerek geçirdik.
Özgür Willy filminden sonra şüpheleniyordum ama artık eminim: balinaların beyinleri ve hisleri var. O bölgenin ünlü kambur balinası havada takla atarak, kol sallayarak ve suda kuyruk şaplatarak yaklaşık bir saat bizimle iletişim kurdu. Hareketleri bazen "hoşgeldiniz", bazen de "gidin artık" der gibiydi.
Reykyavik
Bir haftalık doğa kampı güzeldi ama insan görmeyi de özlemişiz hani. Güzel ve güneşli bir Cumartesi günü vardık Reykyavik'e. Etrafı park ve göletlerle çevrili en fazla üç katlı, renkli çatlılı evlerden oluşan büyük bir kasaba görünümünde burası. İsmi "Dumanlı koy" anlamına gelen Reykyavik şehri dünyanın en kuzeyindeki, Avrupa'nın ise en batısındaki başkent.
Sokak göstericisi Wally
Oldum olası sevmişidir sokak göstericisi ve müzisyenlerini. Çok zeki ve dürüst insanlar olduğuna inandığım, yaşadıkları gezgin ve kaygısız göçebe hayata özendiğim bu insanlar hep beni yolumdan alıkoymuşlardır. Avusturalyalı Wally, Reykyavik sokaklarında dolaşırken çıktı karşımıza ve 45 dakika tuttu bizi olduğumuz yerde. Gösterisine dahil ettiği insanların nereli olduğunu öğrenip kültürleri ve ülke politikalarıyla ilgili iğneleyici espriler ve cinsellik içeren kelime kullanmadan Huysuz Virjin'in aklına gelmeyecek seviyede terbiyesiz şakalar yapan Wally, büyük bir kalabalık topladı etrafında. Eşcinselliğin özgürce yaşandığı bu ülkede esprilerinin hoş karşılanacağını bilen Wally, sanki özellikle bu konu üzerinde duruyordu, muhtemelen kendisi de bir eşcinseldi ya da öyle olduğunu düşünmemiz gösterinin bir parçasıydı. Öyle ya da böyle, hangi din ve ya kültürde olursa olsun zekice yapılmış cinsel şakalara herkes katıla katıla gülüyor. Neden acaba?
Çocuklarla kamp tatili
İki oğlumuzun da internetsiz ve televizyonsuz geçirdikleri dokuz günlük bu kamp tatilinden pek bir şikayeti olmadı. Gündüz yolculuk yaptıkları arabanın gece çadıra dönüşen çatısında uyumak, şelale suyunda bulaşık yıkamak, arabanın gizli köşelerinde buzdolabı veya masa bulmak, yatay pozisyonda pantolon giymek, buzul gölünde yüzen buz parçalarını taş atarak devirmeye çalışmak Martin Can (9,5) ve Ege'nin (4,5) ilk deneyimleriydi. Tek sorunları bilgisayar oyunu oynamaya uzun araba yolculukları haricinde izinleri olmasıydı.
Sınırsız merakları olan çocuklar için böyle bir tatilin, animasyonlarla vakit geçirdikleri paket program tatil köylerinden daha eğlenceli ve öğretici olduğunu düşünüyorum. Bizim çocuklar bu tatilde uygulamalı birçok ders aldı: Jeoloji, biyoloji, zooloji, yön bulma/harita okuma, fotoğrafçılık, beden eğitimi ve tabii ki hayat bilgisi. (DAH/HK)
Fotoğraflar: Martin Can - Rudolf Held