Bin yıldır yaralıyız. Hançer yaralıyız. Kurşun yaralıyız. Yürek yaralıyız. Türkü diyor ya ;
"Sol yanımda yarem var. Tabibe gönder beni"
Tabibe gidiyoruz; vah ki, ne desem? Tabip de yaralı.
Doktor İlhan Diken’in "Memleket Ahvali”ni okurken anladım ki, yaralarımızı sağaltacak olan doktorumuzla birlikte yaralıyız. Üstelik doktorunki hançer değil, kurşun değil, daha derin. O halkın dertleriyle yaralı.
Gerçekten yazmadığı dert kalmamış gibi. Her soruna parmak basmış, derman yazmış, neşter atmış. Öyle Kürt sorunu, demokrasi, insan hakları, seçimler, yerel yönetimler ve benzeri genel sorunlar da yalnız değil.
Binbir çeşit sağlık sorunlarını, hasta haklarını, deprem mağdurlarını, işsizleri, göçleri, sürgünleri, Karadeniz’in hırçın çocuklarını, bizim sokakların sessiz çığlıklarını yazmış.
"... Ben en çok bir evim olsun istedim. Sokakta çalışmak istemedim. Hep okumak, büyük adam olmak istedim. Çocuklar parklarda oynuyor… Ben oynayamıyorum. Tatile gidiyor. Ben gidemiyorum…”
Bir mikrofon uzatın Xançepek’in, Alipaşanın, Bağlar’ın yoksul çocuklarına, boyacılık yapan, mendil satan, kağıt toplayan, çöp karıştıran, kendinden ağır yükler taşıyan bilcümle “sokak çocuklarına” inanın aynı minval üzere konuşacaklar.
Doktor İlhan en ağır kitabın orta yerinden, hayatın içinden yazmış.
Kadim surlarının yaralı bir boğayı andıran haykırışını daha sur yıkılmadan yazmış. Kıyameti önceden sezmiş gibi…
“Sol yanım çürüyor” demiş, Sol’a sitem etmiş, “Yoksullar konuşacak” demiş, umudu, hasreti, özgürlüğe özlemi yazmış. Ama en çok Barış demiş.
“İnadına Barış”, “Topyekun Barış”, “Aklın yolu, sevgi yolu ve barış yoludur” demiş.
“… Unutulmamalı ki savaş uzaklaşmaktır, savaş yok etme dürtüsünün egemenliğidir. Yok etmeyi doğuran şiddet unsuruna, en anlamlı yanıt yakınlaşmak, birleşmek ve barışı egemen kılmaktır. Barış içinde yaşamanın en ön şartı da sevgidir.”
Bir yazısında “… Biz bu coğrafyada yıllardır bir arada yaşayan Türkleri, Lazları, Arapları, Çerkezleri kültürleriyle, dilleriyle, dinleriyle bir bütünlük arzeden bu ülkeyi, uğrunda ölecek kadar seviyoruz…” diyor.
Biraz görerek, yaşayarak, ama daha çok okuyarak anlamışım ki, dünyanın bütün ülkelerinde menfaatlerinden başka hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmeyen, kendilerinden olmayan herkesi reddeden iktidar sahiplerinin ve onların kanatları altında palazlanan sonradan görme zenginlerin ve bütün gayri meşru nizamların zavallı ve zorba muhafızlarının “ülkemi seviyorum, onun için canımı vermeye hazırım” deyişleri sırıtan bir reklam, koca bir yalandır.
Bu ne denli yalansa, kendi ülkesinde ana-baba ocağı yakılıp yıkılan zulmedilen, hapsedilen, sürgün edilen, işkence gören, yakınları, dostları, yoldaşları öldürülen bir insanın beyanı o denli sahici.
İnsanlık dışı her mezalimi yaşamış bizim mahalleden Doktor İlhan Diken’in çokkültürlülüğün altını çizerek, “… bu ülkeyi, uğrunda ölecek kadar çok seviyoruz…” demesi cesaret işi. Ama yalnız cesaret değil; yüksek derecede insani bir erdemdir.
İlhan Diken “Memleket Ahvali”nde halklar arası eşitliği, kardeşliği, siyasi cesareti, insani erdemi yazmış. O kadar çok şey yazmış ki, bir yazısını şöyle bitiriyor:
“… İçimden yazmak gelmiyor zaman zaman… Yazacak, söyleyecek çok şey olmasına rağmen...”
“Artık bu kan dursun” diyemeyecek katılaşmış yürekler… Neyi anlatsak, nasıl söylesek, hangi birini yazsak bilmem ki…”
Şairin dediği gibi; “göğsüm daralıyor, yüreğim yanıyor, / olmasaydı sonumuz böyle…”
Yazıları sadece akıl-mantık süzgecinden geçmemiş, duygu yüklü. Belki daralan kendi göğsüdür. Yanan kendi yüreğidir. Ama “… olmasaydı sonumuz böyle…”yi benimserken besbelli ki, acı çeken, özlem duyan, hayalleri çalınan, yürekleri hasret yüklü milyonlarca insanla empati kuruyor. Yazdıklarından, yaşadıklarından anlaşılıyor ki, bir halk ve gönül adamıdır.
Zaten bir keresinde bir arkadaşıma Şeyhmus Diken’den övgüyle söz ederken, arkadaşım bana “asıl sen İlhan’ı tanısan” deyip, anlata anlata bitirememişti; halk sevgisini, iyi doktorluğunu, fedakarlığını, dost canlılığını, devrimciliğini, cesaretini…
Onunla tanışma arzusu doğdu içimde. Yazık ki kısmet olmadı. Bir kez bir başka arkadaşım vesile oldu, telefonla konuştuk. O kadar.
2014 Mayıs sonu veya Haziran başıydı, arkadaşım Abdurrahman Demir’le Diyarbakır Araştırma Hastanesi’nde ağır hasta olarak yatan annesi Şefika teyzeyi ziyarete gitmiştik. Yoğun bakımdan çıkarılıp Ergani’ye götürülmesi için ambulans gerekliydi ve Hastanede hazır ambülans yoktu. Yardımcı olması için dostluğuna güvendiği doktor İlhan’ı arayan Abdurrahman –gırtlak ameliyatından ötürü- sesi birden kısılınca telefonu aniden bana uzattı. Kendimi tanıtıp, durumu anlatınca “… Fevzi abi biz zaten gıyaben tanışıyoruz. O kadar çok ortak tanıdıklarımız var ki…” demez mi; yüreğimden ılık sular aktı.
"Halkın doktoru" olarak ünlenen İlhan Diken birkaç dakika içinde tam teşekküllü bir ambulans göndermişti.
Ve o Haziran’da o da bu diyardan göçüp gitti.
“Haziran’da ölmek zor” diyen şair nasıl da haklı. Sevdiğim insanlar Haziran’da gittiler…
Değil mi ki, Haziran’da doğmuşum, Haziran’da gidenlerle yoldaş olmuşum; her Haziran’da gönlümden, aklıma düşecekler.
Orhan Kemal, Nazım Hikmet, Ahmed Arif, İlhan Diken ve daha kim bilir kimler…
Kitaptan ve kitabın sonuna eklenen fotoğraflardan öğreniyorum; Doktor İlhan çok yönlü bir insan. Neredeyse, hayatın her alanında var. Yürüyüşlerde, kongrelerde, panellerde, ödül törenlerinde, belediye meclislerinde, kimlik adres sormadan hasta-yaralı tedavisinde, mahpusta, ranzada-voltada, düğünde-halay başında, sazla-türküyle dostları arasında…
Değerli insan Doktor İlhan Diken’i sevgiyle anarken Dipnot / Satırarası Yayınları’nda çıkan kitabı "Memleket Ahvali”ni herkesin okumasını öneririm. (EK/HK)
*İlhan Diken, “Memleket Ahvali”, yayına hazırlayan: Şeyhmus Diken, Dipnot Satırarası yayınları, 2016 Ankara