TBMM’de milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili görüşmeler ve milletvekillerinin sergilediği performans malumunuz. Açıkçası görüşmeleri izledikten sonra aklıma 1990’ların başında hit olmuş bir parça geldi: “U Can’t Touch This”. Sahne adıyla M.C. Hammer olarak bilinen Stanley Kirk Burrell’in kısaca “Dokunamazsın” diye Türkçeye çevirebileceğimiz bu hafif muzır parçası için bir de video klip yapılmıştı. M.C. Hammer önde “yengeç dansı” yaparken arkada kadın dansçılar, şarkının sözlerine de uygun bir biçimde hafif “muzır” bir dansla tepinmekle meşguldü. Şarkı ödül bile aldı.
Çok geçmeden Vitamin adlı Türkiye’den bir grup, M.C. Hammer’ın parçasına Türkçe sözler yazıp, şarkıyı söylemeye başladı. Ancak bir farkla, şarkının adı İngilizcesinin tam aksine “Dokandır, Elle” gibi bir şey olmuştu. Şarkıda köyden kente yeni gelmiş, ama aksanı itibariyle de “doğudan” geldiğini anladığımız ya da daha doğrudan ifade edecek olursa Kürt bir inşaat işçisi karikatürize edilerek anlatılıyordu. Şarkı diskolarda, pub’larda çalarken yurdumun gençliği de doğudan ve güneydoğudan büyük kente işçi olarak gelen pek çok yurttaşın, aslında büyük kentlere sadece inşaatta çalışmak için değil, aynı zamanda köyleri devlet tarafından yakıldığı için zorunlu göçle geldiğinden bihaber ve umursamaz bir şekilde, M.C. Hammer’ın yengeç dansını taklit etmekle meşguldü.
TIKLAYIN - YOLSUZLUK ARTIYOR, NEDENI DOKUNULMAZLIKLAR
Bu dönem Kürt yurttaşların yaşadığı doğu ve güneydoğu illerinden gelen kayıp, yargısız infaz, işkence, tecavüz, katliam haberlerinin giderek yaygınlaştığı yılların başlangıcıydı. Aynı dönemde, 1994’de Demokrasi Partisi (DEP) milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı, DEP milletvekilleri tutuklanarak cezaevine konuldu. Anayasa Mahkemesi DEP’i kapattı. Kürtlerin yaşadığı illerdeki yoğun insan hakları ihlalleri dozunu arttırarak devam etti.
Aradan 22 yıl geçtikten sonra, özellikle Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekilleri hedef seçilerek, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması doğu ve güneydoğuda yaşanan çatışmalar, hak ihlalleri ve güvenlikçi politikalar eşliğinde tekrar gündemde.
TBMM’de dokunulmazlık görüşmelerinin ardından, HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, T24’de yayınlanan bir haberde “Bu dönemi de şebek eden bir film çekmezsem bütün emeğim, bütün hünerim bana haram olsun” demiş. Doğrusunu isterseniz mahalle kavgasını andıran dokunulmazlık oturumları, Önder’in ifadesiyle “şebek” edilmeyi ziyadesiyle hak etmiş durumda. Ancak bununla sınırlı kalmamalı tabii. Bu iş sıkı bir savunuculuğu da hak etmiş durumda. Üstelik hedef durumundaki HDP milletvekillerinin dokunulmazlıkları için değil, onlara oy vermiş bulunan seçmenlerin temsil ve katılım hakkı için sağlam bir savunuculuk gerekiyor.
Dokunulmazlık meselesi öncelikli olarak işin öznesi olan milletvekillerinin ilgisi dahilinde. İşin bu kısmı için öncelikle siyasi nedenlerle dokunulmazlığı kaldırılan milletvekillerinin kolları sıvaması gerekiyor. Bunun için sadece 1994 mağdurları Selim Sadak ve Diğerleri (Başvuru No: 25144/94,27100/95 ve 27101/95 ve 26149/95 no’dan 26154/95 no’ya kadar), 28 Şubat mağdurları Nazlı Ilıcak (Başvuru no:15394/02) ve Merve Kavakçı (Başvuru no:71907/01) davalarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) daha önce Türkiye aleyhine verdiği kararları hatırlatmak yeterli olacaktır.
TIKLAYIN - İHD VE TİHV: DOKUNULMAZLIKLARIN KALDIRILMASI ANAYASA'YA AYKIRI
Ayrıca milletvekillerinin, bakanlar, başbakan ve cumhurbaşkanı dahil olmak üzere siyasi faaliyetleriyle bağlantılı kürsü dokunulmazlıkları hariç, yolsuzluk ve diğer yüz kızartıcı suçlar ya da diğer adli suçlar nedeniyle dokunulmazlıklarının kaldırılmasına taraf olduğumu belirtmek isterim. Bununla birlikte, iş sadece dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili bir mesele değildir. Zira İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 21; BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 25 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1 Nolu Protokolü’nün 3. maddelerinde ifade edilen haklar, normatif açıdan ilk etapta sadece seçme ve seçilme hakkını koruma altına alıyor gibi görünse de, içeriği bakımından herkesin kamusal tartışmalara ve kamu yönetimine katılım hakkını da garanti altına almaktadır. Bu hak sadece milletvekillerine değil, onlara oy veren seçmenlere de tanınmış bir haktır. Daha açık bir ifadeyle “kamu işleri yönetimine doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler aracılığıyla katılma” seçmenlerin ilgisi ve hakkı kapsamındadır.
Kısacası bu hak benim hakkım, senin hakkın, onun hakkıdır ve benim zaten kamu işleri yönetimine son derece sınırlı ya da uluslararası insan hakları belgelerinde ifade edildiği şekliyle dolaylı bir katılım sağlayan bu hakkımı da kimseye kaptırmaya ya da içinin boşaltılmasına izin vermeye niyetim yok. Peki, ama nasıl?
Hukukçu arkadaşlarımla yaptığım ilk görüşmelere göre, kuşkusuz öncelikle dokunulmazlıkların kaldırılması sonucunda bir seçmen olarak verdiğim oyun boşa çıkartılması ve beni temsil eden milletvekillerinin başına bir felaket gelmesi gerekiyor maalesef. Yani kamu işleri yönetimine dolaylı yoldan da olsa katılımımın, seçtiğim milletvekillerinin meclise girmesi engellenerek veya tutuklanarak ihlal edilmesi gerekiyor. Eğer bu gerçekleşirse, önce konunun uzmanı olan hukukçu arkadaşlarımla detayları tekrar görüşüp, Anayasa Mahkemesi’ne anayasanın 90. maddesine de dayanarak bireysel bir başvuru yapacağım. Anayasa mahkemesinden bir sonuç çıkmazsa AİHM’e veya tercihen BM İnsan Hakları Komitesi’ne gideceğim. Arada en azından sosyal medya üzerinden yaygara çıkartmayı da ihmal etmeyeceğim tabii.
Hukukçu arkadaşlarımla yaptığım ilk görüşmelerden ufak da olsa bir ihtimal görünüyor. Uzun sözün kısası, hukuken olumlu hiçbir sonuç elde edemesem bile, bu meseleyi kamusal bir mesele haline getirmek için elimden geleni ardıma koymayacağım. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iç kargaşası dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili süreci nasıl etkiler, bunu şimdiden kestirmek pek mümkün değil. Fakat cumhurbaşkanın güdümünde yeni bir hükümet kurulacağı neredeyse kesin. Haliyle bu mesele yarın olmasa bile, yakın gelecekte tekrar meclis gündemine gelecek. İşte o zaman seçmenler olarak bizim de zamanımız gelmiş demektir. Bu bir eylem çağrısıdır. Katılım hakkımızın seçimden seçime sandık başına gidip oy vermekten ibaret olmadığını hatırlamak ve hatırlatmak için bir eylem çağrısı. Şimdiden hepimize kolay gele. (HA/YY)