Kutuplaştırılmış, barış ümidini kaybetmekte olan bir ülkede, insanlar nasıl huzur içinde yaşayacak?
Doğusu-batısı keskin bıçakla birbirinden ayrılmış bir ülkede barış nasıl sağlanacak? Birbirini sadece medya üzerinden, devletin konuştuğu dil ile tanıyan komşu iki halk; Kürt ve Türk halkı nasıl barışacak?
En basitinden başlayalım… Diyarbakır, Kürtlerin başkenti Amed’tir. Sanıldığının aksine sadece filolojik bir ayrım değil bu, tarihsel, kültürel ve sosyolojik bağlamda bir halkın yaşama biçimidir Amed. Kürtlerin kendi yaşadıkları kaderin adıdır Amed. Diyarbakır ise devletin onlara reva gördüğü kaderin adıdır.
Batıdan bakanlar için Diyarbakır’dır orası, kahvaltıları meşhurdur, tarihi çok eskidir ama yine de turist olarak gidilmesi pek önerilmez. Sonuçta bir Mardin gibi, Urfa gibi, Antep gibi dizilere konu olmuş aşiretleri, tarihsel hanları hamamları, lezzetli yemekleri, çok kültürlü bir yapısı, yakışıklı aşiret ağaları, farklı dinlerden dolayı imkânsız aşkların yuvası değildir. Diyarbakır’dan baktığınızda, sonsuzluğa uzanan berrak bir güneş göremezsiniz.
Diyarbakır hep gridir. Gökyüzünde savaş helikopterleri ve teröristlerin yaptıkları eylemlerden yükselen dumanlar birbirine karışır hep. Diyarbakır’ın adı belgesel kanallarında, kültür turlarında geçmez, sıra geceleri yoktur, eğlencesi, kültürü, sanatı yoktur. Adı hep haber kanallarında, terörist eylemlerin yuvası olarak geçer.
Aslında terör olmasa turistik olarak gidilecek yerdir ama işte… Zavallı halkını terörize etmişler. Daha küçücük yaşta çocukları taş atmaya alıştırıyorlar, hendek kazdırıyorlar. Siyaset öğretiyorlar o zavallı minicik çocuklara. PKK’lı olmayı öğretiyorlar. Vatan haini yetiştiriyorlar. Devletten ne istediler de yapılmadı, onları teröristlerden korumak için devlet yığınla polis, asker göndermiyor mu? Vergiler hep oraya akmıyor mu? Okul mu yok? Yol mu yok? Ne istediler de verilmedi? Bıktık artık Diyarbakır’dan şehit haberi almaktan. Caaanım Diyarbakır’a, kendi halkı çok yazık ediyor.
Amed; güneşin en berrak doğduğu yer…Medeniyetlerin bin yıllık beşiği, çok kültürlü, farklılıkların bir arada kardeşçe yaşadığı güneydoğunun başkenti. Surun sokaklarında yüründün mü, tarihin nimetlerinden büyülenirsin kendini bambaşka bir diyarda hissedersin. Keldani, Süryani, Ermeni kilisesi yan yanadır, herkes komşudur. Dağ kapı meydanında bir kürsüde oturup kaçak çay içmekten keyifli hiçbir şey yoktur. Nefes aldığını hissedersin…Havada asılı bir korku vardır hep, yine de yaşamak güzeldir bu kadim şehirde.
Balıkçılar başında oturuyorsan evden okula giderken, her köşe başında bir TOMA, her sokakta ellerinde kalaşnikofla gezen polisler görmekten kaçamazsın. Akrabanın, eşin, dostun birbirlerini her gün arayıp “polis sizin mahalleye girmiş kimsede bişi var mı?” diye sorduğu bir yerdir Amed.
Küçük çocukların mahallesinde ilk öğrendiği kelimeler “anne-baba-agu- teletabis” değildir maalesef, iki buçuk yaşındaki Şerwan gibi “toma ditti toma- piber gazı- pkk- ypg” kelimelerini öğrenirler. Sokakta hayat böyledir çünkü. 9-18 yaş arası gençler dünyanın bütün çocukları gibi oyun ister, meraklıdırlar eğer etraflarındaki tek oyun, polisin müdahalesine karşı mücadele ise ve başka oyun seçme şansı yoksa bunu oynar hem de en iyi şekilde. Cegerxwîn akademide gençler sanatsal aktiviteler yapar, bütün o ateş hattının içinde sanatla ilgilenir, çok kitap okur, memleket meselelerini konuşur, sonra bir haber gelir mutlaka bir arkadaşları bir yerde vurulmuştur ve yarım kalır her şey… Ve her gün yarım kalır.
Her gün cenaze taşımaktan bıkmış, lakin yorgunluk nedir bilmeden kalabalık bir kitle oluşturmak için sabah çocuklarını yedirip yürüyüşlere koşan genç annelerin çantalarında hep limon vardır… Amed ’de bir şey söylemek istiyorsan, cenazeni gömmek istiyorsan kalabalık olmak zorundasın, kendini devlete karşı koruyamazsan eğer bir faili meçhul olabilirsin. Yine Amedliler bilir, ola ki sokağında bir çatışma çıkarsa apartmanın kapısını ne olursa olsun polise açmayacaksın…
Neden mi? Bırakalım o da Amedli olanlar bilsin nasılsa Diyarbakır olarak gördüğünüz sürece anlamayacaksınız, gerçeği kabul etmeyeceksiniz…
Şehrin yazılı olmayan bir dili vardır, bu dil Türkçe veya Kürtçe değildir. Lacan’cı bir değildir bu toplumsala düştüğümüz an sözlü olarak öğrenilmez. Toplumsala düştüğümüz an tesir olarak öğrenilir. Acının, korkunun, yaşama umudunun, kendini koruma içgüdüsünün tesiridir bu. Bu dil Amed’te, Derik’te, Cizre’de doğdunuz anda öğrenilir.
Bütün bu günlük rutin yaşamın aslında demagojik bir anlatım olmasını çok isterdim. Lakin gerçek.
Yine de sorarsan yoldan çevirdiğin bir Amedliye “Amed dünyanın başkentidir bavo, burası cennettir” diyecektir sana. Toprak sevilmez mi hiç?
Diyarbakır’ın neden Amed olduğunu anladığımız gün, toplumsal barış için umutlanabiliriz demektir. (SDA/NV)