Satıcı, ihracat rakamlarıyla ilgili olarak düzenlediği basın toplantısında, 2004 yılı başında 6.8 milyar dolar olarak belirlenen cari açık hedefinin, para ve maliye politikalarının olumsuz yan etkileri nedeniyle yıl içinde iki kere revize edildiğini hatırlatarak "Cari açığı IMF kredileri veya borç ertelemesi veya tanımsız kaynak girişleriyle finanse etmeye çalışmamız da apayrı bir risk olarak bizi tedirgin etmektedir" demişti.
Satıcı, tedirgin olmakta haksız değil elbette. Ama esas kaygı duyması gereken şey daha büyük. O da cari açığın finansmanı için borçlanmak değil, borçlanmanın cari açığın ihtiyacının çok üzerinde seyretmesi. 2001 yılında 114 milyar dolar iken 2004 sonunda 154 milyar dolara ulaşan, dolayısıyla 40 milyar dolar artan dış borç stoku, sadece dış açığı, daha geniş olarak cari açığı finanse etmek için yapılsaydı başımız ağrımazdı. Ama gerçek tehlike ve risk daha büyük... Türkiye, büyümenin, cari açık ihtiyacının ötesinde dış borç yüküne sahip ve bu yükü artırmakta hiç beis görmüyor.
Dış borçlanma sadece cari açığın finansmanı için yapılmıyorsa ne için yapılıyor, nerede kullanılıyor ?
1999'dan 2004'e yıllık cari işlem dengelerini üst üste koyun; ulaşacağınız birikimli toplam 25 milyar doları geçmez. Buna karşılık dış borç stokundaki artışın aynı sürede 50 milyar doları bulduğunu görürüz. O halde cari açık, dış borçlanmanın yarısını açıklıyor. Peki yarısı?
Dış borçların çok önemli bir bölümü, dış açıklardan bağımsız olarak, izlenen neoliberal politikaların ivmesiyle büyüyor. Ve bu büyüme temposu büyük bir risk oluşturuyor.
Rezerv için
Borçlanmanın önemli bir kısmı rezerv biriktirmeye yarıyor. Türkiye'nin 2000 yılında yaklaşık 40 milyar dolar olan uluslararası rezervi 2001 yılında krizin etkisiyle 6.7 milyar dolarlık azalmayla 33.1 milyar dolara kadar düşmüştü. 2002 yılında, kullanılan yüksek düzeydeki IMF kredilerinin de etkisiyle 5.7 milyar dolar artarak 40 milyar dolara kadar çıkan uluslararası rezervlerde 2003 yılında ise 11 milyar dolarlık hızlı bir artış yaşandı. Rezerv 2003 sonunda 49.8 milyar dolara ulaştı. 2004 sonunda 58.7 milyar dolara yükselen uluslararası rezervde krizden sonraki üç yılda toplam 25.6 milyar dolarlık artış yaşandı.Son üç yıldaki artışın 17 milyar 896 milyon doları Merkez Bankası, 7 milyar 725 milyon doları ise bankaların rezervindeki büyümeden kaynaklandı.
Demek ki, dış borçlanma, döviz rezervlerini tahkime yarıyor. Döviz rezervlerinin yüksek olması ise IMF destekli programın önemli bir ayağı olan döviz kurunu düşük tutmaya yarıyor. Peki döviz kuru düşük tutulunca ne oluyor? Bu, bir yandan enflasyonu düşürmeye yarıyor, bir yandan da sıcak para girişine..Kur düşük seyrettikçe ithalat ucuza geliyor ve ihracatçı üretimini ucuzlatılmış ihracatla yaparak rekabet şansı bulmaya çalışıyor. Ama bu, çok hovardaca bir politikadır ve yöneticiler Türkiye'nin dış borç yükünü hızla artıracak bir tuzak olduğunu göremeyecek bir aymazlık içindeler. Bu, tıpkı, aylık yüzde 2'den tüketici kredisi kullanıp bunu aylık yüzde 1 faize denk gelen bir getiri sağlayan bir taşıt almaya, konukomşuya, işim var, işsiz değilim, havasını atma avanaklığına benzemektedir.
Sermaye ihracı
Bu politikanın Türkiye'yi derinden yaralayan bir boyutu da bu ucuzlatılmış dövizin "yurtdışı yatırım" gerekçesiyle dışarıya götürülmesidir. Hazine verilerine göre, 2000 yılında 1.2 milyar dolara, 2001 yılında ise 1.5 milyar dolara yükselen yurt dışına giden sermaye tutarı 2002 yılında 413 milyon dolara, 2003 yılında da 398 milyon dolara indi. 2004'te ise, bir önceki yıla göre yüzde 103 artarak 809.5 milyon dolara kadar yükseldi. Böylece birikimli olarak sermaye ihracı 2004 sonunda 7 milyar doları buldu.
Yatırıma, istihdama kurşun atan Türkiye'nin yurt dışında toplam 1496 Türk sermayeli kuruluşunun faaliyette bulunduğu belirlenmiş.
Yerleşiklerin (yani TC kimlikli rantiye, şirket ve bankaların) dış dünyaya çıkardıkları sermaye bu 7 milyar dolardan ibaret değil elbette. 2000'den bu yana yaklaşık bir 7 milyar doların daha yerleşiklerce dışarı çıkarıldığı görülmektedir.
Böylece yapılan borçlanmanın cari açığı kapatmaya ayrılan bölümünün yüzde 50'de kaldığını, Türkiye'de yerleşik bankalar, rantiyeler ve şirketlerin önemli bir miktardaki sermayeyi ülke dışına çıkardıklarını ve borçlanmanın önemli bir kısmı ile de rezerv biriktirildiğini görüyoruz.
Özetle, Türkiye'nin dış borç stokunu 152 milyar dolara tırmandıran doludizgin dış borçlanmanın ekonominin büyümesi için gereken döviz açığını karşılayan bölümü gerçeğin yarısıdır. Tehlikeli borçlanmanın diğer yarısı yurtdışına ''sermaye ihracı'' gibi bir hovardalık için ve düşük döviz kuru politikası için rezerv biriktirmeye ayrılmaktadır. ''Borçlanıp rezerv biriktirme' nin getirisi ise götürdüğünü kat kat aşmakta, bundan ancak kısa vadede küpünü dolduran bir azınlık yararlanmakta, ülke ise gafil bakışlar arasında hızlı bir borç krizine sürüklenmektedir.
Gerçek dış borç / GSMH oranı ne kadar?
Bu arada, dış borç/GSMH oranı azalıyor, ne haber? diye avunanlara da Korkut Boratav'ın yaptığı şu hesaplamayı hatırlatmak yerinde olur:
Türkiye'nin toplam dış borçları, 2001'de 114 milyar dolar iken bu rakam 2002'de yüzde 14.4, 2003'te ise yüzde 11.9 artarak 2003 sonunda 145.8 milyar dolara ulaşmıştı. Milli gelirin bu iki yılda büyüme hızları ise yüzde 7.8 ve 5.9 olarak gerçekleşti. Dış borç, milli gelirden hızlı arttığına göre, borç/milli gelir oranının yükselmesi gerekmez miydi? Tam aksine, dış borç/GSMH oranı, 2002 ve 2003 yıllarında düşmüş görünüyor. Çünkü, bu oranlamada milli gelir dolarla ifade edildiği için...
2001 sonunda dolar 1.447.000, 2003 sonunda ise 1.393.000 TL idi; yani bu iki yıl boyunca TEFE yüzde 49 oranında artarken doların fiyatı yüzde 4 düşmüştü. Dolar, 2003'ün başıyla sonu arasında TEFE kadar artsaydı diye düşünerek kuru düzeltsek ve 2003 milli gelirini bu kurla dolara çevirip, borç/milli gelir oranını yeniden hesaplasak bulacağımız oran yüzde 76.4 olurdu. Gerçekleşen kurlarla (yani aşırı değerli TL ile) hesaplanan oran ise yüzde 61.6'dır.
Bu örnek, yine Boratav Hoca'nın belirttiği gibi, dolar/TL kurunda orta boylu, hatta ılımlı artışların dış borç/milli gelir oranını nasıl bozacağını gösteriyor. Ama anlamak isteyene...
Özetle, IMF'li yıllarda Türkiye ekonomisi, dış açıklarının çok üstünde dış borç biriktirerek dış bağımlılığını alabildiğine pekiştirmiştir. TİM gibi camiaların eleştirisi -eğer samimi iseler- cari açığın finansman biçimini eleştirmeyi aşıp bu hovardaca, hesapsız ve ülkeyi sinsice bir borç krizine taşıyan neoliberal politikaların geneline yönelmelidir.
IMF politikalarının ürünü olan bu neoliberal yaklaşımla, IMF'den 48 milyar dolar kredi alınıp 25 milyar geri ödendi. 155 milyar dolara yönelen toplam dış borç yükünün baskısı altında , IMF'ye 2004'ün sonunda mevcut ödeme planını uygulayamayacağı bildirilmiş ve örtülü bir moratoryum isteğiyle üç yıllık bir stand-by için el açılmıştır. IMF'nin bu kolaylığı göstermesinin çok ciddi politik ve ekonomik karşılığı olacağını da geçerken hatırlatmak yerinde olur. (BB)