Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu ilk yıllardan itibaren muhalif olan gazeteci, yazar, çizer ve şairlere karşı devlet her dönem gözaltı, tutuklama, işkence v.b yöntemleri ile baskı ve şiddet aygıtını sürekli olarak kullanmıştır.
Onlarca aydın, yazar, gazeteci faili meçhul cinayetler, gözaltında kayıplar ve suikastlar yoluyla katledilmiştir. Devlet, bu gazeteciler ve yazarlar hakkında yüzlerce dava açarak, hakikatin ortaya çıkmasını engellemiştir. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü geldi ve yine biz yüzyıl öncesi olduğu gibi gazetecilere karşı uygulanan baskıları konuşuyoruz.
Gazetecilik mesleğinin yüceliğini bir tarafa bırakalım gazetecelerin ailelerine yaşatılan eziyete bakalım. Sevdiklerinden, çocuklarından, anne-babalarından ve sevgililerinden koparılmaları duygusal, psikolojik olarak başta gazetecilerin ve ailelerinin üzerinde çok yıkıcı bir travma bırakıyor.
Geride kalanların günlük yaşamdan kopmalarına, sürekli bir korku ve kaygıyla yaşamalarına sebep oluyor.
Bu durum çocukların duygusal dünyasında onarılması büyük bir tahribata yol açar. İlerleyen yaşlarda çocuklar, hem ilişkilendikleri bireylerle, hem de toplumsal olarak girdikleri ortamlarda daha çekingen, içine kapanık kırılgan olurlar. Çünkü kas hafızası denen olguda beden, travmayı hatırlar. Tüm hücrelerine yayar. Sadece psikoljik olarak etkilenmenin de ötesine geçer. Dolayısıyla iyileşmek için travmanın onarılması şarttır.
Devlet, iktidarlar değişse de Türkiye'de tüm azınlıklara, Alevilere, Kürtlere, demokrasi güçlerine, aydınlara, gazeticelere, akademisyenlere, siyasetçilere, devrimcilere, işçilere her dönem baskı uygulamıştır. Mücadele edenleri -düş yolcularını- cezaevlerine koyarak cezalandırmakla kalmamış, katliamlarla, idamlarla, faili meçhul cinayetlerle, işten çıkarmalarla onların varlıklarını yok etmeye çalışmıştır.
Oysaki direnen bu düş yolcuları, toplumların gelişmesine ve ilerlemesine öncülük eder. Devlet aslında bu düş yolcularına uyguladığı baskı ve şiddetle - denize atılan bir taşın seke seke düştüğü yerde nasıl küçük halkalarla başlayıp giderek daha büyüyen halkalarla denizde dalga yaratması misali - başta aileleri olmak üzere, sevdikleri, yakınları, meslektaşları ve ait oldukları toplumları da cezalandırır ve bunu da bilinçli yapar.
Çünkü asıl amaç kişiyle birlikte yakınlarına ve topluma da ceza çektirmek ve gözdağı vermek. Toplumsal güçler, demokratik güçler elinden geldiğince bu tür hak ihlallerine karşı durmaya çalışır her alanda ses yükseltirler. Ama bununla bitmez. Asıl el ayak çekildiğinde, sular dindiğinde geriye kalanlardır. Yani o düş yolcuları ve aileleri yalnız kalır acısıyla... Uğradığı haksızlıkla...
Düş yolcularını, düşüncelerinden dolayı cezalandırılanları, içerdekileri unutmayalım. Onların, sadece bir numaradan, bir isimden ibaret olduğunu düşünmeyelim.
Yaşamlarının böylesi bir şekilde sekteye uğramasının hukuksal boyutu bir yana insani boyutuyla da bir haksızlık olduğunu hatırlayalım.
Nasıl bizler, evlatlarımızı iki gün görmeyince burnumuzda tütüyorsa onların da yıllarca dört duvar arasında kendi ev ortamlarından, sevdiklerinden zorunlu bir şekilde kopartılarak böyle biz cezaya reva görülmelerini hep hatırlayalım. Unutmadıklarımız, hatırladıklarımızdır...
Metin Göktepe'yi hangimiz unuttuk! Biz unnuttuysak bile anası Fadime Ana unuttu mu?
Metin Göktepe'den sonra bayrağı devralan daha nice gazeteciler oldu ve olacak da. Genç, cesur, vicdanlı yürekler... Toplumun gerçek habere ulaşması için baskılara boyun eğmeyen, maddi zorlukları dayanışmayla aşan Türkiye'de ve dünyadaki sesi duyulmayanların çığlığı olan, sınır tanımayan gözüpek ve hakikatın sırrına inanan gazeteciler....
Bu koca-yaşlı dünya ancak ve ancak bu düş yolcuları sayesinde milyalarca yıldır döndü ve bundan sonra da dönecek. Neticede mutlak olan hakikat ve iyiliktir.
3 Mayıs, ana akım medyada tanınmayan, yereldeki gazetecilerin de günü. Onların sesini duymak böylesi sisli-puslu zamanlarda daha da zor.
O emekçilerden bir tanesi de Diren Keser... Uzun yıllardır yerelde gazetecilik, program yapımcılığı, belgesel yönetmenliği yapan Diren; Alevilerin, Kürtlerin, kadınların, LGBTİ+'ların, doğanın ve çevrenin sesidir. Depremde göçük altında kalanların çığlığıdır. Senin, benim, onun, ötekinin sesidir.
Diren'in ve hakikatin sesi olalım... Çünkü er ya da geç hakikatin ortaya çıkma gibi bir huyu vardır....
Adı gibi direne direne yaşayan Diren'e ve direne direne yaşayan herkese selam olsun...
Bir kez daha yine yeniden direnenlere selam olsun....
3 MAYIS DÜNYA BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ GÜNÜ
Türkiye RSF Endeksi'nde 158'inci sıraya yükseldi
BİA Medya Gözlem Veritabanı
Medya Gözlem Raporları
(SS/EMK)