Bundan üç yıl önce eşim Baha Okar ellerinde uzun namlulu silahlarla evimizi basan polislerce gözaltına alındı, biz daha ne olduğunu anlamadan derdest edilerek tutuklanıp cezaevine kapatıldı. Aynı gece evlerine baskın yapılan yirmiye yakın insan üzerlerine iliştirilmeye çalışılan Devrimci Karargah üyeliği suçlamasıyla Baha ile aynı yazgıyı paylaştılar. Hemen hepsi Baha ile birlikte senelerce hapiste yattılar. 19 Temmuz’da yani dün yapılan duruşmada da 74 kişinin yargılandığı davada 24 kişiye beraat, kalanların hepsine en az 3,5 yıl olmak üzere çeşitli cezalar yağdırıldı. Baha'ya da üyelikten 6 yıl 3 ay ceza kestiler.
Yaşayanlar bilir, bir yakınınızı o ya da bu gerçek dışı kanıtla cezaevine kapattıklarında, önce sesiniz kısılıyor. Birinden alıkonulmanın, onu “kaybetmenin” doğasında var bu. Acılanıyor insan elinde olmadan. Başımıza gelenin ne olduğunu anlayamadık önce, şaşkınlıkla bekledik. Sonra etrafımız birden aydınlanmaya başladı, olan biteni daha yakından görmeye başladık. Yüzlerce hatta binlerce insanın hukuksuz, uydurma kanıtlarla, itirafçı ve gizli tanık ifadeleriyle kapatılmaya uğradığını, ceza süreçlerini alındığını görünce sesimizi tekrar kazandık. Üstelik bir daha yitirmemek üzere. İnsan sert bir şey yaşadığında önce ürküyor. Tıpkı 12 Eylül'de yaşadığımız gibi. O süreçleri annelerimizin eteğinin ardına gizlenerek yaşamıştık, Baha tutuklandığında ardına gizleneceğimiz bir etek de yoktu.
Yasalardan, uygulayıcılarından korktum. Sekiz yıldır neredeyse her günümü birlikte geçirdiğim Baha'yı yanı başımdan, yayınevinde birlikte çalıştığı arkadaşlarından, yazarlardan, yayıncılardan, ailesinden, arkadaşlarından, onlarla yürüttüğü yaşamından kopartarak ta Kuzey Irak'a bilmem ne kampına ışınladılar. Üstelik öyle 3-5 günlüğüne değil, birkaç yıllığına... Siz olsanız korkmaz mıydınız? Günlerce o zavallı itirafçıya yaptırılan zavallı ithamlara yanıt vermek için deliller topladık. Baha'yı tanıyan, sözde burada olmadığı yıllarda onunla çalışan yazarların, yayıncıların, sanatçıların destek mesajları yayınlandı. Yüzlerce tanığımız var dedik, mahkemenin kabul ettiği sayıda tanıklarımızı da dinlettik. İtirafçı Muharrem Adıyaman'ı mahkemeye çağırdık, getirilmedi. Bundan 13 sene önce kanserden hayatını kaybeden Baha'nın Fransızca öğretmeni Sabriye Çağırıcı da Ergenekon üyesi olarak geçiyor dosyada, Baha'da onunla ilişkili... Sabriye Çağırıcı'nın suç sayılan ve hala kitapçı raflarında olan kitabını mahkemeye sunduk vs...
Aslında polisin, savcının başımıza ördüğü, hakimlerin de eşlik ettiği oyunu en başından anlatıp ne sizi ne de kendimi yormak istemiyorum... Bununla ilgili hatırı sayılır miktarda yazı yazıldı, kampanyalar yürütüldü. Hemen hepsi internet ortamında da var. Üstelik sadece Baha ile ilgili değil, 74 insan yargılanıyor bu davada ve neredeyse pek çoğuyla ilgili benzer haberler yazıldı çizildi. Yani diyeceğim o ki merak edenler ulaşabilir...
Hani dedim ya korktum diye. Dün altı yıl cezayı yedik, korkmadım. 1 Haziran'dan beri dilim ve yüreğim çözüldü. Bundan üç yıl önce attığım çığlıkların, kovalarca döktüğüm gözyaşlarının hepsini benceğiz bundan iki ay önce halkımın önüne döktüm. Bizdensin deyip, ellerimizden tuttular. Gezi'de atılan her sloganda, her duvar yazısında, her tweet’te kendi sesimi duydum. Bir farkla, dün acılanarak yükselttiğim ses, artık yalnız olmamanın, kalabalıklarla beraber yürümenin coşkusuyla çınlıyordu. Anladım ki, geçmişte hissettiğim, acaba yaşadığımız haksızlığı insanlar görüyor mu endişesi boşunaymış.
Artık bu ses çınlamaya devam edecek. Öldürülen kardeşlerimizin katilleri elini kolunu sallayarak ortalıkta dolaştıkça, Reyhanlı katliamının sözde faillerle üzeri kapatılmaya çalışıldıkça, Uludere'de katledilen çocukların hesabı verilmedikçe, haksız yere tutuklanan insanlar salıverilmedikçe ve elbette bize verdikleri şu cezalardan dönülmediği sürece o çığlığı atmaya devam edeceğiz. Üstelik artık yalnız olmadığımızı bilerek ve daha güçlü bir şekilde... Yani hakim bey, artık dillerimizi bağlasan durmaz. (SYO/AS)