Fırat’ın Doğu yakası, 7 Haziran milletvekili seçiminden sonra, 90’lı yılları aratmayan nitelikte bir şiddet sarmalının içine girdi. HDP’ye oy veren milyonlarca insan seçim zaferine sevinme olanağı bulamadan aşağılandı, tehdit edildi, tutuklandı. Son iki ayda ormanlar, köyler, ilçeler yakıldı; sivil insanlar, çocuklar katledildi; HDP içinde yer alan siyasetçileri itibarsızlaştırma hamlesi her platformda ivme kazandı. Öte yandan devletin gücünü elinde tutan siyasi iktidar hamasi nutuklarla, hukukla bağdaşmayan bu süreci dezenformasyona uğratarak görünmez kılmaya çalışıyor.
90’lı yılları yaşayanlar bugün olup bitenleri inanılmaz bulmuyor elbette. Ancak o dönemi yaşamayanlar, devletin araya gerdiği kalın perdeyi aralayıp göremeyenler ve elbette hafızasını tazelemek isteyenler için Doğan Yayıncılık’tan çıkan “Karanlık Vardiya-90’lı Yılların Politik Arşivi” okunması gereken bir kitap.
Ali Yılmaz’ın imzasını taşıyan kitap, özellikle son bölümde, bölgede gerçekleşen hak ihlallerini bir kez daha hatırlatarak bugün yaşananları değerlendirme konusunda yardımcı oluyor. Ancak “Karanlık Vardiya”nın olayları sıralamakla yetinmeyen, olayları ve olaylar karşısında sergilenen refleksleri sorgulayan bir yöntemle hazırlandığını belirtmekte yarar var.
Devletin kriz aşma yöntemi
Ali Yılmaz’ın tespitlerinden yola çıkarak 90’lı yıllarda yaşananları, devletin içinde bulunduğu krizden çıkış arayışlarının neticesi olarak özetlemek mümkün.
Yılmaz, hegemonik gücün varlığını sürdürmek için elindeki bütün yöntemleri denediğini, içinde bulunduğu krizden çıkmak için şiddet dahil her olanağı kullanmaktan çekinmediğini anlatmaya çalışıyor. 90’lardaki krizin temel nedenleri olarak, 12 Eylül faşist darbesiyle dağıtılan, susturulan, gücü elinden alınan muhalif kesimin toparlanması ve PKK’de ifadesini bulan Kürt muhalefetinin güçlenmesi olarak gösteriyor. “90’larda bütün olup bitenlerin emareleri 80 döneminde ortaya çıkarken temelleri de bu dönemde atılmış oluyordu. Münferit olan, aynı türden ilişkiler olup kurumsallaştı. Lokal olan genelleşti. İktidarın hegemonyasının krize girdiği ve bundan çıkabilmek için kademe kademe vahşi araçların devreye girdiği kanlı bir arena oluştu. Karanlık bir vardiya başladı; devlet, egemenliğini korumak için gittikçe sertleşen aygıtları, grupları ve kişileri sırayla devreye soktu. Karanlık bir mekanizmayı işbölümü içinde hayata geçirdi.”
Ali Yılmaz’a göre devlet tahakkümü için şiddet, en pratik yöntem olarak görülüyor. “Şiddet aynı zamanda hızlı, iş bitirici, pratik, kolay bir teknik olarak devletin hantal ve bürokratik gövdesine canlılık kazandırır. Yargılama, ikna etme, rehabilitasyon, takip, istihbarat toplama, kontrol etme, düzenleyici aygıtlar geliştirme ve bunları sürekli hale getirme gibi çeşitli türden güvenlik ve meşruiyet görevlerinin yerine geçerek ekonomik bir kolaylık sağlar. Bu doğrultuda, güvenliği tehdit eden politikacıların, öğrencilerin, insan hakları savunucularının, sendikacıların ve sivil kurumların iktidarı denetleme işlevlerini daraltarak ya da yok ederek dikensiz gül bahçesi yaratır.”
Rıza üretme aygıtları
Ali Yılmaz kitabın son bölümünde devletin uyguladığı şiddeti Meclis tutanaklarından, basında yer alan haberlerden, sivil toplum kuruluşlarının verilerinden, insan hakları kuruluşlarının raporlarından derlediği örnek olayları veriyor.
“90’larda Devlet Aygıtı” başlığını taşıyan bölüm, “Rıza Üretme Aygıtları”, “Tahakküm Aygıtları” ve “Tahakküm Pratikleri” başlıklarıyla inceleniyor. Rıza üretme aygıtları olarak tarif edilen eğitim, din, hukuk ve medyanın devletin elinde şiddeti meşrulaştırma aracı haline getirilişi örneklerle veriliyor.
PKK ile askeri ve siyasi olarak güçlendiği 90’lı yıllarda hukuk dışına çıkarak mücadele etmekte sakınca görmeyen devlete, “insan imalathanesi” gibi bir rol üstlenen eğitim, din ve hukuk kurumuna en büyük desteği medyanın verdiği söylenebilir. Medyanın hak ihlallerini perdelemek ile muhalif şahsiyetlerin ve kurumların itibarsızlaştırılması görevini layıkıyla yerine getirdiği söylenebilir. Kitapta medyanın bu çirkin yüzünü ortaya koyan sayısız örnek olay var.
Örnek olaylar
Faili meçhul cinayetlerden köy yakmalara, tecavüz olaylarından işkenceye, toplu katliamlara kadar çok sayıda olay ayrıntılarıyla aktarılıyor kitapta.
Olayların her biri tüyler ürpertici ve ne yazık ki bu olayların esas sorumluları yargılanmadı. Mahkeme karşısına çıkanların büyük çoğunluğu ise ya beraat etti ya da ödül gibi cezalar aldılar. “Ağrı ili Doğubeyazıt ilçesi Gulisor köyünde özürlü Katıl İlhan’ı (19) aracına alarak tecavüz eden ve tecavüz ettikten sonra bıçaklayarak öldüren korucu, yargı önüne çıkarılmıştı. Mahkeme, korucuya tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet verdiği gerekçesiyle 3 yıl 9 ay hapis cezası vermişti.” 90’lı yıllarda korucunun, polisin, askerin, JİTEM’in, itirafçıların adı çok sayıda tecavüz olayına karıştı ve çoğunun mahkemeye bile çıkarılmadığı biliniyor.
90’lı yıllarda işlenen suçların cezasız kaldığını, hatta suç işleyenlerin ödüllendirildiğini de sıkça gördü memleket ahalisi. Örneğin, Mardin’in Derik ilçesinde görev yaptığı sırada 13 köylünün öldürülmesi ve tecavüz olayları nedeniyle hakkında 6 dava açılan ve 13 kez ağırlaştırılmış hapis cezasıyla yargılanan Musa Çitil, Tümgeneralliğe terfi edilerek Diyarbakır’a atandı.
Asker ve korucular tarafından yüzlerce köy yakılıp yıkıldı, boşaltıldı. Köylerini terk etmek zorunda bırakılan insanları zor bir süreç bekliyordu belki, ama yine de canlarını kurtarabildikleri için şanslı sayılırlardı. Bazı köylülere yaşama şansı bile verilmemişti çünkü. Örneğin, 3 Ekim 1993 gecesi Muş Altınova (Vartinis) beldesine asker ve korucuların düzenlediği baskında evi ateşe verilen ve dışarı çıkmaları engellendiği için Nasır Öğüt, hamile eşi ve 7 çocuğu hayatını kaybetmişti.
Köylerin yanı sıra şehir merkezleri de benzer süreçler yaşadı. Şırnak, Cizre, Digor, Kulp, Lice gibi birçok yerleşim yeri ağır silahlarla tahrip edildi, insanlar katledildi. Bu saldırılar, kuşkusuz bu yerleşim yerlerinin boşaltılmasını hedefliyordu. 2 Ekim 1992’de Diyarbakır’ın Kulp ilçesi ablukaya alınıyor ve ilçeye giriş çıkışlar yasaklandı. Sokağa çıkma yasağının ilan edildiği ilçede evler, dükkânlar gelişigüzel taranmaya, top ve roket atışlarıyla tahrip edilmeye başlandı. Vali ve siyasetçilerin çaresiz kaldığı vahşi saldırıdan sonra ilçenin 7500 olan nüfusu 1000’e düştü.
Yukarıda sözü edilen olayların onlarca benzeri yer alıyor kitapta. Bu yönüyle “Karanlık Vardiya”, devletin 90’lı yıllarda sergilediği şiddeti hatırlamaya, görmeye, yorumlamaya çalışan bir kitap. Kitap, zengin bir şiddet arşivi sunduğu için, bir başvuru kaynağı niteliğini de taşıyor.
Devletin şiddeti, toplumun direnişi
Ali Yılmaz, Marksizm’in devlet tarifine önemli katkılarda bulunan Gramsci’nin yorumuyla 90’lı yılları tarif etmeye çalışıyor. Dolayısıyla icracı pozisyonundaki siyasetçilerden çok devleti sorgulamayı tercih ediyor.
Bu tariften yola çıkarak bugünü değerlendirmek mümkün görünüyor. Devletin tahammül edemediği muhalif kesimleri temsil eden HDP seçimde başarı göstererek devlet krizine neden oldu. Devlet, HDP’nin başarısı ile içine düştüğü krizi bertaraf etmek için seçimleri yenileme kararı aldı. Öte yandan baskı ve rıza mekanizmalarını devreye koydu.
Şiddet kullanarak içine düştüğü krizden çıkmaya çalışan devlet, son iki ayda çok sayıda olayına imza attı. Devletin bugün başvurduğu vahşi şiddetin 90’lı yıllarda estirdiği şiddetten bir farkı yok. Galiba esas merak edilmesi gereken, 90’lı yılların tersine, toplumsal muhalefetin topyekûn şiddete karşı durup duramayacağı. Fırat’ın Doğu yakasındaki insanların maruz kaldığı vahşi şiddet, Fırat’ın Batı yakasında yeterince hissedilirse, devletin (ve icracı pozisyonundaki siyasetçilerin) hayatın her alanında estirmek istediği hegemonik hevesi kursağında kalacak.
Ali Yılmaz kimdir?
Ali Yılmaz, 1970 yılında Rizeli bir ailenin çocuğu olarak İzmit’te doğdu. Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden “Foucault’da İktidar Kuramı” lisans teziyle mezun oldu. 1995 yılında Ağrı’da başladığı öğretmenliğe İzmir, Kocaeli, Kızıltepe ve Bartın’da devam etti. Sendika ve demokratik kitle örgütlerinde aktivist olan Ali yılmaz, politik araştırmalarla ilgileniyor. Milli Eğitim Bakanlığı ile Avrupa Konseyi’nin ortak yürüttüğü “Demokratik Vatandaşlık ve İnsan Hakları” projelerinde çalışan yazarın, “Kara Kitap: 12 Eylül Cezaevleri” (Metis Yay.) adlı bir kitabı daha bulunuyor. (VE/ÇT)