Türkiye'deki genel kanı şudur: Herkes dinleniyor. Türkiye'de herkesin telefonları dinlenmekte, konuşmaları tespit edilmekte, kaydedilmekte ve "birileri" tarafından "depo"da tutulmaktadır. "Depoda tutulmaktadır" dememin temel nedeni, kaydedilmiş olan iletişim tespit tutanakları aylar, yıllar sonra ortaya çıkmakta, hatta çıkarılmaktadır. Ortaya çıkınca, haber olduğunuzda öğreniyorsunuz...
TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Adalet Bakanı olduğu dönemde 5 Nisan 2008 ve 5 Eylül 2008 tarihli taleple hakim ve savcıların dinlenmesine olanak sağlayan "soruşturma izni" vermiş. Sonrasında istenen "dinleme" taleplerini mahkemeler kabul etmiş. Olanlar olmuş, 2008 yılından beri yargıçlar ve savcıları da dinlemişler. Bu "dinlemeler" yasal (mış) (?!)...
Sadece gazete haberi olarak kalmasın ve çoğalsın diye düşündüğüm için "Yüksek Yargı Mensupları"nın konu hakkında söylediklerinin yüksek dereceli ciddiyet ve öneme sahip olduğuna inandığımdan dolayı söylediklerinden alıntı yapıyorum...
İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin, İstanbul'da yürütülen tüm soruşturmalardan bilgisi olan ve kamu adına 32 yıldır çalışan adalet görevlisi. Adalet Bakanlığı Başmüfettişi M.A'nın başvurusu üzerine telefonlarının mahkeme kararı ile dinlendiği için meslek hayatımın en üzüntülü günlerini yaşadığını söyleyen Başsavcı Engin " Adalet Bakanlığı müfettişinin başvurusu üzerine bir mahkemenin benim iş, ev ve cep telefonlarımın dinlenmesi için karar verebileceğini hiç beklemezdim. Mahkeme kararı ile dinlenebileceğim aklımdan bile geçmezdi. Çok üzgünüm, çok kırgınım. Tabii ki ben de yasal yönden hakkımı arayacağım. Telefonlarımın dinlendiğine ilişkin karar olduğunu ben de televizyonlardan öğrendim. Buna niçin gerek duyulduğunu öğrenmek için Adalet Bakanlığı'na başvurup gerekli belgeleri istedim. Bunları inceleyeceğim ve yasal haklarımı kullanacağım." dedi.
Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker yargıç ve savcıların dinlenmesi üzerine "Olayın bu boyuta gelmesi yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı açısından üzüntü verici. Bizi rencide ediyorlar" demiş... Gerçeker'e göre; "Bu gün yargının hedef tahtası, savunma konumunda olması kabul edilebilir, hazmedilebilir bir konu değildir. Dolayısıyla böyle bir sistem içinde yargı bağımsızlığından ve kuvvetler ayrılığından bahsetmek mümkün değildir." Yargıtay Başkanı'na göre 12 Eylül en ağır hasarı yargı üzerinde yaratmıştır. Yargı bağımsızlığını yok etmiştir. Gerçeker'e göre bu gün toplumda "dinlenme paranoyası" oluşmuştur...
Danıştay Başkanı Mustafa Birden; " Yargı mensuplarının dinlenmesi, fiziki takibe alınması, yazılı ve görsel basında haber ve görüntülerine sıklıkla yer verilmesi yargıyı kontrol etme ve üzerinde etkili olma gayesinden başka bir şey değildir. İnsan hak ve özgürlüklerine yönelik ihlallerin engellenmesinde çok önemli konumları bulunan yargıç ve savcıların aynı neviden hak ihlallerine muhatap olmaları, yargı bağımsızlığı veya yargıç güvencesini zedelediği gibi bu durumu insan haklarına saygılı, demokratik ülke kavramlarıyla bağdaştırma olanağı da bulunmamaktadır. Haberleşme özgürlüğü ve özel hayatın gizliliğine ilişkin Anayasal temel hak ve özgürlüklerde ciddi bir aşınma ve ihlalin varlığı söz konusu. Gelinen noktada sadece yüksek yargı mensupları değil, hakim ve savcılarla ilgili değil, tüm dinleme kararlarında gerekli özen ve hassasiyetin gösterilmediği görülüyor. "Ben de dinleniyor muyum?" yolundaki endişe ve korkular toplumda ciddi bir güven bunalımı yaratmıştır. İnternette, haber ve yayın organlarında her gün yeni bir ses ve görüntü kaydı yer alıyor. Bu, mahkeme kararlarıyla yapılan teknik takip ve dinlemeler dışında gayri hukuki dinleme yol ve yöntemleriyle sıkça başvurulduğu konusunda kamuoyunda yaygın bir kanının oluşmasına sebebiyet vermiştir. Toplumda oluşturulan güven bunalımı en kısa sürede telafi edilmeli, en etkili ağızlardan kamuoyuna tatmin edici açıklamalar yapılmalıdır." diyor.
Bu coğrafya üzerinde yaratılan "iletişimin dinlenmesi ve tespiti" ile "korku devleti" yaratılmıştır. Toplum, "dinlenme" paranoyası içindedir.
Eğer gazeteciler olmasaydı, televizyonlarda Başsavcının bile telefonlarının dinlendiği "haber" olmasaydı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısının telefonlarının dinlendiğinden haberi bile olmayacaktı... Acaba şimdi bunu haberleştiren ve kamuoyunu ve dinlenen hakim ve savcıları bilgilendiren gazeteciler için "soruşturmanın gizliliğinin ihlali" nedeniyle soruşturma açılır mı? Ya da yüksek dereceli yargı mensuplarının böyle bir olay nedeniyle söyledikleri, görüşlerini açıklamış olmaları hem onlar için ve hem de bunları haber haline getiren gazeteciler için "yargıyı etkilemeye teşebbüs" suçu mudur?
Hakim ve savcıların telefonlarının dinlenmesi ile ortaya çıkan yalın gerçek şudur: Devlet, devleti dinlemiştir.
Çünkü "Devlet" kavramının, "idarenin" yanı sıra, ayrı bir erk olarak "Yargı" organını da kapsadığı ve Anayasa hükümlerinin, idare makamlarıyla birlikte yargı yerlerini de bağlayan kurallar olduğu dikkate alındığında, Anayasanın 40. maddesinde belirtilen yükümlülüklerin yargı organları bakımından da geçerli olduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır. (Danıştay 10.Dairesinin Esas No: 2009/5891, Karar No: 2009/7313 ve 01.07.2009 Tarihli kararından)
O halde suç şüphesi altında tutularak, özel yaşamlarının ihlali ile telefonları dinlenerek mağdur edilen ve "devlet mensubu" olan hakim ve savcılar; devletten davacı olmalıdırlar. Çünkü Anayasanın 40. maddesine göre; Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makamlara geciktirilmeden başvurma imkânının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. Bu nedenle hakim ve savcıların uğradıkları mağduriyetten dolayı, onların özel yaşamlarının ihlaline neden olan savcı ve hakimlerden ve Adalet Bakanlığı müfettişlerinden davacı olma hakları vardır ve bunu istemeleri onların Anayasal hakkıdır.
Dün gazetecileri soruşturanların, dava açanların ve yargılayanların yolları, bu gün ihlal edilen haklarını ve mağduriyetlerini kamuoyuna gazetecilerin haberleriyle duyurma yolu olmuşsa, bunun tek bir nedeni vardır: Bu ülkenin gazetecileri demokrasiye ve insan haklarına inanmaktadır. Gazeteciler basın özgürlüğünü halkın doğru haber alma ve bilgi edinme hakkı adına hala dürüstçe kullanmaya devam etmektedirler. Bu amaçla her türlü sansürle mücadele ederler.
Gazeteciler; kim olursa olsun, hukuka aykırı davranmanın mazereti olamayacağı inancı ile kamuoyunun gözü, kulağı ve bekçi köpeğidirler.(Fİ/EÜ)