Bazen öyle zamanlar yaşarsınız ki, anlamı yaptığınız işi aşar. Anlamı o zaman diliminde söylenenler değil yapılanlar oluşturur.
Bu hafta sonu Diyarbakır'da Ticaret ve Sanayi Odası'nın gerçekleştirdiği panelde benim açımdan biraz da böyle değerlendirilecekler kategorisindeydi. 'Demokratik açılımın sosyal, siyasal ve olası ekonomik etkileri' başlığını taşıyan panel, alanında uzman pek çok gazeteci-yazarı buluşturdu. Açılım sürecini tüm boyutları ile tartışmaya açan panelde dile getirilenler kuşkusuz tartışılmamış çok yeni söylemler değildi. Ama analitik yanı ağır basan ve iyimserliğin hakim olduğu panelimizde birbirinden farklı kulvarlarda duran bizlerin, sanılandan daha çok müştereklere sahip olduğunu da bu buluşma vesilesi ile daha açık gördüm.
Örneğin Mümtazer Türköne'den Sezgin Tanrıkulu'na, Bejan Matur'dan Tarhan Erdem'e kadar 20 civarındaki panelistin hemen hepsi 'konuşmak iyidir' dedi. Herkes birlikte konuşabilmenin sağaltıcı ve çözüme götürücü etkisini dile getirdi. Genelin süreç karşısında umutlu olması ise bir başka noktayı oluşturdu. Kürtlerin çözüm sürecine Türkiye'nin diğer kesimlerinden daha fazla hazırlıklı olduğu gerçeği ise genel teyidi oluşturdu. Ama aynı zamanda Türkiye'yi böylesi bir sürece hazırlamada Kürtlere düşen sorumlulukta genişçe vurgulandı. Algı farklılıkları ile oluşan ve tehlikeli bulunan anlaşılmazlık duvarına dikkat çekildi. Konuşmalarda en ilginç tespitlerden birini de 1989'da yıkılan Berlin Duvarı ile birlikte dünya seyrinde oluşan demokratikleşme rüzgarının Türkiye'ye ancak 20 yıl sonra ulaşmış olması meselesi oluşturdu. Ve yeni süreç karşısında değişmeyeni, statükosunu kırmayanı tarihin affetmeyeceği, bu aktörlerin aşılacağına dair yapılan belirlemeler nerede ise toplantının ortak kanaatini oluşturdu.
Sanıyorum Zaman gazetesinden Mümtazer Türköne'den bir başkası, Kürtlerin saygı beklentisine karşılık Türkiye toplumunda büyük kısmı devlet otoritesi tarafından oluşmuş korkuların süreç karşısındaki engelleyiciliğini daha açık analiz edemezdi.
Tarhan Erdem'in 2003 yılında Türkiye toplumu ve Kürtler arasındaki sosyal-kültürel-ekonomik farklara dönük yaptığı anket çalışmasının sonuçları oldukça öğreticiydi. Bu araştırmaya göre Kürtlerin Türkiye'nin diğer yapılarından siyasi tercihlerde farklılaşma gösterirken, geleneksel dinsel yaşam değer yargıları açısından yaşadığı ortaklaşma, sosyo-ekonomisindeki bölgesel ayrımcılığın yansımaları oldukça çarpıcı verildi. Örneğin Kürtlerin Türkiye'deki diğer kimliklere göre askeri vesayeti ret ve demokratikleşme talebinin daha yüksek olduğunu bu araştırma çalışması çıplaklıkla ortaya koymuştu. Buna benzer bir sonuca bir süre önce Ege Üniversitesi'nden Melek Göregenli'nin de ulaştığını hatırlatmalıyım.
Tartışmalarda en çok ilgi gören tanımlardan biri de Şeref Oğuz'dan geldi. Açılımın ekonomik boyutlarını değerlendiren Oğuz'un 'Eski ayakkabılarla yeni yol yürünmez' söylemi, açılım sürecinin başarısı için, aktörler için değişimin ne denli kaçınılmaz olduğunun en açık ifadesi olarak yorumlandı.
Bunun gibi zamanla sizlerle paylaşacağım pek çok ilginç ve tartışılmaya değer görüşler geldi.
Ama bu paneli asıl önemli kılan ve onu sıradan bir panel olmaktan çıkaran şey dinleyicilerin farklılığıydı. Bölge'deki Ticaret ve Sanayi Odası ve kurum temsilcileri yanında Belediye Başkanı Osman Baydemir, Vali Hüseyin Avni Mutlu ve yardımcıları da paneli sonuna kadar dinledi. Bu tip toplantıları devlet bürokrasisi genelde açılış konuşmalarının ya da ilk oturumların ardından terk ederken, Vali ve Belediye Başkanı'nın kalmış olması tartışmalara verilen önemin yansımasıydı. Zaten konuşmacılardan birçoğu DTP'li Baydemir ile Vali'nin yanyana tartışmaları izlemesini, Vali'nin Baydemir'in açılış konuşmasını dinlemesini, bu toplantının açılım adına oynadığı önemli rolün göstergesi olarak niteledi. Ama orada açılımın boyutları ve buluşma zemini açısından bir diğer vurgu daha vardı ki bu hakikaten ilgi de çekti.
O da bir eski gerilla olarak yaptığım konuşmayı Vali'nin dinlemesiydi.
Bu durum bir haberci için iyi bir haber konusu, ama aynı zamanda devletin açılım sürecinde isterse ulaşabileceği sınırın da küçük bir simgesi. Orada ben PKK'nin barış adımlarından, kendi deneyimlerimizden, oluşan algı farklılıklarının tehlikesinden bahsettim ve Vali dinledi. Başka zamanda olsaydı muhtemelen o ilde devleti temsil eden Vali ben konuşurken çıkardı. Ama öyle olmadı.
Öyle olmadığı gibi akşama kadar tartışmaları dinleyen Vali, biz panelistlerin akşam yemeğine katıldı. Onunla da sınırlı kalmadı. Davet üzerine Vali ile aynı masada oturduk ve sohbet ettik. Sabah beni dinlemiş olan Vali'yi akşam yemeğinde daha çok dinlemeyi tercih ettim. Sohbet konumuz tahmin edeceğiniz gibi, Açılım'dı. Açılım sürecinin korkulardan medet uman ve değişmemekte ısrar eden aktörlere kurban olma riskleri ve kaygısı üzerine Vali'nin görüşlerini dinledim.
Başka zamanlarda olsa idi emin olun, bir Vali'nin masasına çağrılmaz, Vali ile birebir sohbet etme koşulum olmaz idi.
Yani uzun sözün kısası demem o ki, bu açılım bana kadar ulaştı... Bunun bir anlamı ve sürekliliği olup olmadığını ise zaman gösterecek...(YG/EÜ)
* Yüksel Genç'in yazısı Gündem gazetesinin 24 Kasım sayısında yayınlandı.