"Küreselleşmenin ve piyasa mekanizmasının çoğu yerde neredeyse bütününe karşı çıkan görüş anlamında radikal sol yaklaşım, popülist sol yaklaşım ve bugün Sosyalist Enternasyonal'i oluşturan partilerce benimsenen, kapsamlı ve kökten reformlar da içeren çağdaş sosyal demokrat yaklaşım."
Dünyada ve ülkemizde yaşanan eşitsizliklere karşı çıkmanın ve o şartları dönüştürmenin sol politikalardan geçtiği fikrine sahip olması Derviş'in "Doğru"sunu oluşturuyor. Ancak hemen belirtelim ki, akademik şapkası da bulunan siyasetçi Derviş'in soldaki yaklaşımları, okuyucuya sunarken soğukkanlılığını yitirip, grupların ne söylediklerini iyice anlamadan kamuoyuna eksik ve yanlı aktarması, kısa zamanda "yurdum siyasetçisi" şapkası altına girmesi de temel "yanlış"ını oluşturuyor.
Radikal sol kim?
Derviş, objektifliğini yitirdiğini, daha baştan, grupları etiketlerken ortaya koyuyor. Benimsediği kendi grubunu "Çağdaş Sosyal Demokrat yaklaşım" olarak tanımlayan Derviş, diğer bir gruba, (Grup kendini öyle tanımlamadığı halde), "Radikal sol" etiketini uygun görüyor . Derviş'in özellikle bu grubun yaklaşımlarını doğru anlamadığını ve kamuoyuna da doğru aktarmadığını ifade etmeliyim.
Birincisi, grubun takdimi ile ilgili. Radikal sol!...Neden radikal, neresi radikal sol ? Derviş'in betimlediği sol iktisatçılar, kendilerini daha çok bağımsız iktisatçılar olarak tanımlamaktadırlar.
Örneğin, bu makalenin yazarının da aralarında olduğu, bu gruba giren iktisatçılar, Korkut Boratav ve Erinç Yeldan'ın girişimiyle bagimsizsosyalbilimciler.org isimli web sitesinde görüşlerini kamuoyu ile paylaşmakta, makalelerini ve araştırmalarını yayımlamakta, uluslararası platformlara da bağımsız iktisatçılar olarak yer almaktadırlar, kimileri de bazı gazete ve dergilerde, siyasi partilerde görüşlerini savunmaktadırlar. Ama hiçbiri kendisini "radikal sol" olarak tanıtmamaktadır. Tanıtabilirlerdi de.
Ne var ki, bu grubun savunduğu iktisadi politikalar, sistem-dışı, devrimci, sosyalist denebilecek radikal bir sıfatla tanımlanamaz, bunu kendileri de iddia etmezler. Savundukları son derece sisteme mündemiç (içkin), kapitalizm-içi, özel sektörü reddetmeyen, mülkiyet ilişkilerini, uluslararası kapitalizmi temelden sorgulamayan , öncelikle ülkenin "iş ve aş" sorununu dert edinen, sistem-içi, sosyal demokrat önerileridir.
Böyle olduğu halde, Derviş'in radikal sol sunumu, daha baştan okuyucu ile bağımsız iktisatçılar arasına bir mesafe konulmasını, "onları dinleyin ama radikal olduklarını unutmayın" uyarısını yapıyor. Bu, bir bilim insanına yakışacak takdim biçimi değildir.
Radikal sol yaftasından sonra Derviş'in "Radikal sol" (Bundan sonra bağımsız iktisatçıların kısaltılmışı olarak Bİ kullanılacaktır) ile ilgili aktarımlarının da eksik ve çelişkili olduğunu belirtmeliyiz. Her ne kadar Derviş, "Radikal sol iktisatçıların genelde tutarlı olmaya çalıştıklarını ve birbiriyle çelişen politikaları değil, tutarlı bir bütün oluşturan bir yaklaşımı hedeflediklerini de söylemek gerekir" dese de ve yazısının sonunda bu kesime diyalog çağrısı yaparak mavi boncuk gönderse de , Bİ görüşünü çarpıttığını söylemeden geçemeyeceğim.
Bİ neyi savunuyor?
Derviş'e göre, Bİ, küreselleşmeye karşı çıkıyor, piyasalara karşı çıkıyor, giderek özel sektöre karşı. Kendi adıma ifade ediyorum; Bİ tezlerini okuyanlar bilirler ki, küreselleşme, piyasa gibi kavramları sorgularız ama öncelikli hedefimiz bu kavramlarla uğraşmak değildir. Bİ'nin uzunca bir süredir IMF destekli politikalara ilişkin eleştirileri, Derviş'in de uzunca bir süre icraatçısı olduğu IMF politikalarıdır ve güncelliğini sürdürmektedir.
Eleştirilerin ana çıkış noktası şudur: Türkiye, özellikle 1990'larda hızlanan sıcak para isimli spekülatif sermayenin girişine dayanan bir büyüme kulvarına sokuldu. Vergilemenin yerini borçlanmanın aldığı bu yöneliş, hızla iç ve dış borç stokunu büyütürken, borçlanmadan elde edilen kaynakların önemli bir kısmı, ülkenin rekabet gücünü artıracak teknolojik yatırımlara, istihdam yaratıcı, gelir paylaşımını iyileştirici kanallara aktarılmak yerine, savurgan kamu harcamalarına, hortumcuların yararlanacağı alanlara aktarıldı. Döviz kurunu düşük, faizi yüksek tutarak özendirilen sıcak para, giderek ekonominin ana rüzgarı oldu ve avantası verilmediğinde çekip giden ekonominin altından sandalyeyi çeken şantajcı bir özellik kazandı. Bu yapıyı, 1990'lar boyunca ne IMF sorguladı ne de politik partiler. Sıcak paraya dayalı büyüme süreçlerinden yararlanan özel sektör de üretim yerine faize dayalı bu ekonomik yapıdan testisini doldurmanın yoluna baktı, benden sonrası tufan sorumsuzluğunda davranmayı sürdürdü. Ancak, ülkenin iç dinamiklerini eriten, kamu birikimini savurganca harcayan, bütçenin yarısını faize harcatan bu hovarda anlayış 1990'ların sonunda iflas etti.
2000 yılında IMF destekli dezenflasyon politikası da temelde aynı yanlışta ısrar edince kırılgan finans sektöründen başlayarak ekonomi çöktü. Türkiye tarihinin en derin ekonomik bunalımına girdi.
Derviş'in gelişiyle içinden çıkılmaya çalışılan kriz ise ancak Türkiye'nin ağır bir borç yükü altına girişiyle, yoğun bir işsizlik ve yoksullaşma ile mümkün oldu. Türkiye, tarihinin en derin yoksullaşmasını yaşarken, işsizlik rekor boyutlara ulaştı, iflaslar, işyeri kapanmaları, el değiştirmelerle ülkede ciddi bir "değersizleşme" yaşandı. Bütün bunlardan ders almak yerine ekonomi yine son üç yıldır sıcak para girişine dayanan bir büyüme hattında buz üstünde yürüyor.
Bİ, uzunca bir süredir, ülkenin faiz ekonomisi yerine üretken bir ekonomiye dönüştürülmesini, bunun için de bir dizi reform öneriyor.
Nelerdir bunlar:
* Sermaye hareketleri kontrol altına alınmalı. Spekülatif sıcak para hareketinin kontrolünü öneren bu "radikal!" önlem, aslında hiç de radikal değildir, Şili'den kimi Asya ülkelerine kadar uygulanmıştır ve olumlu sonuçlar da alınmıştır. MÜSİAD bile bu önlemi savunmaktadır. Ancak, ekonomiyi sıcak para ile çevirenler için bu önlem "sıcak para"yı ürkütecek ve çarkları durduracak niteliktedir.
* Vergi reformu yapılmalıdır. Vergi yerine borçlanmayı ana ilke edinen mevcut kamu maliyesini "vergiye dönüş"e davet eden, vergi yapısında da reform isteyen bu önlem, yüzde 75'e doğru seyreden dolaylı vergi yerine, herkesten gücüne göre vergi toplamayı, doğrudan vergilemeyi öngören daha adil bir vergi sistemini önermekteir. Bu önerinin neresi radikaldir?
* Kamu harcamalarında reform: Bütçenin yarısını götüren faiz harcamaları azaltılmalı, eğitim,sağlık,adalet,kültür bütçeleri artırılmalıdır. Bunun için de faizin hakimiyetine son verecek bir borç yeniden yapılanma programı uygulanmalıdır.
Bu önlemi Derviş eleştirmekte, iç borçların yeniden yapılandırılmasının, halkın mevduatını, dış borcun yeniden yapılandırılmasının da dış kreditörleri ürküteceğini öne sürmektedir. Derviş'e hatırlatmak gerekir ki, kendisi gibi "çağdaş sosyal demokratlar"ın ve sağ liberallerin iddialarının aksine, ne ortada "piyasa" diye bir ilahi güç, ne de tabana yayılmış bir servet vardır. Özellikle ülkemizde mevduatlar,borsa portföyleri, birikimler, kullanılabilir gelir, nüfusun yüzde 1'ini oluşturan br azınlığın elindedir.
Dolayısıyla iç borçlarla ilgili bir konsolidasyonun muhatabı küçük birikim sahipleri değil, büyük rantiyeler ve kurumsal rantiye bankalar olur. Dahası, böyle bir konsolidasyonu, Derviş kendi icraatı sırasında yapmıştır, hatırlatırım ve kıyamet kopmamıştır. Bankaların elindeki kamu kağıtları TL'den uzun vadeli dövizden alacağa dönüştürülerek rıza ile borç erteleme operasyonu gerçekleştirilmiştir. Dış borçta ise daha yenilerde IMF, 2005 ve 2006'ya yığılan alacaklarını örtülü bir moratoryum ile ileriki yıllara ötelemiş, AKP hükümetini rahatlatmıştır. Demek ki, yapılabiliyor ve kıyamet kopmadığı gibi, radikal de olunmuyor.
* Bİ, özel sektör girişimciliğini sorgulamıyor, üretmek yerine faize koşullanmış bir rantiye kimliğini sorguluyor. Bunun neresi radikallik?
* Bİ, borç ödemek için yok pahasına KİT'lerin satılmasına karşı çıkıyor, KİT'lerde reformu da savunuyor. Ülkenin ciddi bir istihdam sorunu olduğunun farkında olarak ister özel ister kamu, kim yapacaksa yapsın, yatırım yapsın diyor. Petkim,TÜPRAŞ, Telekom gibi karlı KİT'ler zaten yük değil, neden borç ödemek için kamu varlıklarını yok pahasına eritiyorsunuz, diyor. Bu mu radikal olmak?
* Bİ, körü körüne dışa açılmanın ülkeyi yoksullaştırdığını, gelişigüzel bir dış ticaret hacmi artırmanın marifet olmadığını, ülkeyi bağımlı kılmayan bir sanayileşme ve ithalat politikasına sahip olunması gerektiğini, rekabetçi bir sanayi ile dış pazarlar edinmeyi, yabancı sermayeyi de doğrudan yatırıma, ama ihtiyacımız olan alanlarda yatırıma çağırmanın gerekli olduğunu söylüyor, savunuyor. Bu yaklaşıma kim, neden karşı çıkabilir?
Uzatmamak için burada noktalayalım. Bağımsız iktisatçıların savundukları, Derviş'in de teslim ettiği gibi, iç tutarlılığı olan ama onun etiketlediği gibi, hiç de radikal olmayan, bir avuç rantiye kesimin değil, toplumun tümünün çıkarlarını gözeten bir program. IMF'den bağımsız, öz be öz yerli bir program ve gerçekçi.
Derviş'in "çağdaş sosyal demokrasi" diye tanımladığı yaklaşım, olmayan bir "piyasa"ya tapınma ile baştan malül. Derviş ve benzerleri, olmayan piyasaya varmış gibi yüceltmekten vazgeçmedikleri için paradigmaları baştan çürük, programları da iç tutarlılıklardan yoksun. Hem devlet müdahalesi istiyorlar ama üretici olmasın diyorlar. Piyasa diyorlar ama spekülatif sermayeye küresel vergi öneriyorlar. IMF ile hiç yüzleşmiyor, onu adeta kutsuyorlar. Bağımsız Merkez bankası, bağımsız kurulların neden en çok IMF tarafından istendiğini bize anlatmıyorlar. IMF programları ile sosyal programların neden didiştiğini hiç mi hiç bize açıklamıyorlar, bu anlamda samimiyet içermiyorlar.
Derviş'in solda diyalog dileğine katılalım, katılalım ama önce "yurdum siyasetçisi" tavrını bırakıp bilim insanı kimliğimizi takınalım. (MS/BB)