19. yüzyılın ikinci yarısından sonraki dönemde Dersim aşiretlerinin bölgede yaptıkları talan ve çapul hareketleri arttı, yoksulluk içindeki halk devlet tarafından ikiye bölünerek bölgede asayiş sağlanmaya çalışıldı.
Bu dönemde devlete göre Dersim tedip (yola getirme, uslandırma) edilmesi gereken bir bölgedir. Dersim verimsiz bir doğaya sahiptir ve yaşamak çevrenin çapullanmasına bağlıdır.
Abdülhamit döneminde Dersim'in ıslahı için bir rapor hazırlandı, tespitler yapılmasına rağmen hiçbir somut öneri öngörülmediğinden çözüm Dersim aşiretlerinin çevreyi çapullamasına engel olmak şeklinde ortaya çıktı. Yani Dersim'in sosyo-ekonomik ve kültürel sorunlarına çözüm getirileceğine meseleye güvenlik boyutlu yaklaşıldı.
Topraksız, işsiz, ticaret yapacak imkanları olmayan aşiretlerin çapullamaktan başka çareleri yoktu. Osmanlı bu tespitlere ilişkin bilimsel çözümler üzerinde durmadığından korkutma ve tedip yöntemiyle sorunu geçici bir süre bastırma anlayışını tercih etti.
Osmanlı, imparatorluk içindeki tüm sorunları asayiş sorunu olarak gördü, tedip ve tenkil (zorla göç ettirme, en ağır şekilde cezalandırma) yoluna gitti, kırımla korkuttu. Dersim'de 1908, 1909, 1911, 1914 yıllarında çıkan ayaklanmalar bu şekilde bastırıldı.
Kuvvet kullanmak
Cumhuriyet döneminde ilk Dersim harekatı, 1926'da Koçuşağı aşiretinin çevrede talan yapmaya başlaması üzerine gerçekleştirildi, Cumhuriyet yönetimi de aynen Osmanlı gibi Dersim'in tedibine karar verdi, bu işe de Albay Mustafa Muğlalı'yı memur etti.
Bu harekatta Şavak aşiretinin silahlılarından yararlanıldı, uçaklar sürüleri dahi bombalarken Kılabuz deresi cesetlerle doldu. Harekat sonunda yapılan resmi yazılı açıklamada ordunun kaybı asker sayısı olarak belirtildi, Koçuşağı aşiretinin kayıpları ise hayvan olarak verildi. Bu durum ortada bir kıyım olduğunu gösteriyor.
Yapılan açıklamada "Asilere bir hayli kayıp verdirilmiş ve 1084 küçükbaş, 342 büyükbaş hayvan ganimet alınmıştır" deniliyordu. (Vecihi Timuroğlu-Dersim Tarihi) Devlet kendi yurttaşından ganimet alıyor. Bu tarihsel açıklama rejimin cumhuriyetle ilgisinin olmadığını, devletin de aşiret düzeyinde bir niteliğe sahip olduğunu gösteriyor.
1935'te yapılan CHP IV. Büyük Kurultayı'nda genel sekreter Recep Peker, Türk demokrasisinin amacının kuvvet yoluyla ulusal birliği sağlamak olduğunu söylüyordu. Böylece CHP, ulusalcılığı politik bir silah olarak kullanmaya başladı.
1. Umumi Müfettiş İbrahim Tali Bey, 1931'de hazırladığı Dersim raporunda aşiretlerin cezalandırılmasının yetersizliğinden yakınıyor. Soruna Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın yaklaşımı ve çözüm önerisi şöyle: "Dersim evvela koloni gibi nazarı itibara alınmalı, Türk camiası içinde Kürtlük eritilmeli, ondan sonra da tedricen öz Türk hukukuna mahzar kılınmalıdır."
Dersim için düşünülen ıslahat ve yerleştirme planlarının ilk ürünü, 1934 tarihli İskan Kanunu oldu. Kanunun gerekçesinde Osmanlı'nın tek bir Türk kimliği yaratmama politikası eleştiriliyor.
Bu kanunla ilgili en çarpıcı ve zihniyeti gösterir açıklamalar kanunun rapor bölümünde yer alır: "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde Türk'üm diyen herkesin bu Türklüğü devlet için belli ve açık olmalıdır. Burada devlet hiçbir Türk'ün Türklüğünden bir soluk işkillenmek istemez."
Yalnız devletin kanunlarından yararlanan Kürtlerin her türlü koruyuculuğu ve yararlılığı görerek her Türk gibi yurdun bütün iyiliklerini, kazançlarını, verimlerini bol bol almakla beraber Türk duygusu taşımaz gibi durmak işini bu kanun kökünden kesip attı.
"Devlet hiçbir Türk'ün Türklüğünden bir soluk işkillenmek istemez" cümlesi bugüne kadar süren zihniyetin ve bu zihniyetin yaşattıklarının temel paradigmasıdır. Kimsenin Türk benliği içinde erimek dışında bir seçeneği yoktur. Bunu kabul etmeyenler yani Türklükten mutluluk duymayanlar ise hain sayılacaktır.
Bu kanun Kürtlere yeni bir misyon biçiyor. Türkçe konuşup Türk gibi yaşamak. Kanunun gerekçesinde ağalık kurumuna da bir eleştiri var. Dil, kültür ve ülkü birliğiyle birbirine kaynaşmış Türk Milleti'nin içindeki normal dışılığın, aşiret reisliğinin, ağalığın, şeyhliğin tarihe karışacağı belirtiliyor.
Kanun, Meclis'te görüşülürken muhalefet eden kimse olmuyor. Meclis artık homojen bir niteliktedir. Bu kanun bir asimilasyon kanunudur. Kanunun 2. maddesi mıntıkaları tanımlarken 2 numaralı mıntıkayı "Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerler" olarak belirler.
"Türk kültürüne temsili istenilen nüfus" ibaresi açıkça asimilasyonu öngörüyor. Arapça bir kelime olan "temsil" benzetme, bir şeyin aynısını yapma, özümleme yani asimilasyon demektir.
Savunma hakkı yok
1935'e gelindiğinde bölge özellikle Dersim huzursuzluk içindedir ve Kürtlerin devlete olan güveni azalmıştır. 1935'te İsmet İnönü'nün gezisi sonucu saptadığı gözlem ve önerilerinden oluşan "Şark Islahat Raporu", Dersim için özel bir planı öngörmektedir.
İsmet İnönü'nün önerilerinden hareketle bu planı gerçekleştirmek üzere ilk adım olarak 25.12.1935 tarihli "Tunçeli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun" çıkarılır (Tunceli değil Tunçeli). Hukuk dışı, keyfi uygulamalara imkan sağlayan bu kanun Genel Müfettiş de olan vali ve komutana, kişileri yakalamak, itham etmek, yargılamak, idam kararı vermek, idamları infaz etmek yetkilerini verdi.
Böylece sanıklara iddianamenin verilmediği, savunma hakkının tanınmadığı, mahkeme kararlarının kesin olup temyizinin mümkün olmadığı bir uygulamaya geçildi. Kanunun 1. maddesi uyarınca Dersim'e vali, komutan ve 4. Umumi Müfettiş olarak Korgeneral Abdullah Alpdoğan atandı. Bu komutan Kürtlerin tanıdığı bir isimdir.
Koçgiri Ayaklanması'nı bastıran Merkez Ordu Komutanlığı Kurmay Başkanı ve ayaklanmayı bastıran Merkez Ordu Komutanı Nurettin Paşa'nın damadı. Hükümet demokratik yöntemler yerine despot düşünceli birisine hukuk dışı yetkiler vererek meseleyi içinden çıkılmaz hale getirdi. Hukukun, vicdanın ve ahlakın dışında ağır bir rejim uygulanmaya başlandı.
Kürtler asimilasyon politikalarından, anadilini konuşanlara eziyet edilmesinden, Kürtçe gazete ve yayınların yasaklanmasından, göçe zorlanarak yollarda telef olmaktan şikayetçidirler. Kürt aydınları ve halk kurşunlandı, asıldı ya da sürgüne gönderildi.
Zaten gergin bir bekleyişte olan bölgedeki Kürtler, bu uygulamalar sonucu göç yollarında can vermek yerine ayaklanmayı seçti, mukadder sonuç her zaman olduğu gibi kendini gösterdi. 21 Mart 1937'de başlayan Dersim Ayaklanması yine hava bombardımanı dahil yangın bombaları ve boğucu gazlar kullanılarak en ağır şekilde bastırıldı.
15 Temmuz 1938'te Mareşal Fevzi Çakmak'ın emriyle Dersim'e ikinci harekat başlatıldı. Mağaralarda saklananları dışarı çıkarmak için zehirli gaz ve dinamit kullanılması sivil halkın özellikle kadın ve çocukların çok kayıp vermesine neden oldu.
İkinci harekatta öldürülen isyancıların sayısı verilirken, silahsız sivil halkın kayıpları ise "ağır zayiat verdirildi" şeklinde kapatıldı.10 Ağustos'ta üçüncü harekat başlatıldı. Uçakların bombaladığı Aliboğazı mevkiinde ne kadar insan öldüğü konusunda bilgi verilmedi.
Yapılan tarama eylemlerinde birçok kişi imha edildi, bir kısım insan da batıya sürgün edildi. Harekat kıyım, imha ve tenkil hareketi olarak sürdü. Söz konusu harekatlar kamuoyuna manevra olarak açıklandı, hakikat gizlendi.
Harekatları bizzat yöneten Mareşal Çakmak, Atatürk'e çektiği telgrafta manevranın sonuçlarını bildirdi, Atatürk de cevabi telgrafta manevranın çok faydalı safhalar göstererek bitmiş olmasından dolayı kalbinin orduya karşı takdir ve şükran duygularıyla dolu olduğunu belirtmektedir.
Dersim insanlık dışı faciasının sanığı o dönemin CHP'sidir. Bireysel insani trajediler ve toplumsal travmalar barındıran bir insanlık faciasını örnek olarak göstermek, CHP'nin Dersim'de donup kaldığının hakiki bir resmidir. (ÜK/EÖ)
(*) Yazı, Radikal 2'nin 22 Kasım 2009 tarihli sayısında yayımlandı.