Nezahat Gündoğan ve Kazım Gündoğan birlikte yıllarca araştırarak belgesel niteliğinde bir kitap hazırladılar. “Dersimin Kayıp Kızları Tertele Çenequ” adlı çalışmaları, Dersim katliamı sonrası bölgeden alınarak götürülen, akıbetleri konusunda hiç kimsenin bilgisinin olmadığı çocukların neler yaşadıkları, nerede olduklarıyla ilgiliydi.
Kitaptan kısa bir bölümü okuduğunuzda neler yaşandığını anlayabilirsiniz;
“Kız kardeşim 2-3 yaşlarındaydı. Adı Xece (Hacer). Bizi Ovacık’ta toplamış kafileler halinde Hozat üzerinden Elazığ’a götürüyorlardı. Yüzlerce belki binlerce insan. Yara bere içinde, aç susuz, perişan. Ben 13 yaşlarındaydım. Her şeyi bugün gibi hatırlıyorum. Subaylar güzel kız çocukları almak istiyorlardı. Kız kardeşim çok güzeldi. Bir subay kız kardeşimi annemden zorla almak istedi. Annem vermedi. Pertek köprüsüne geldiğimizde orada mola verildi. Aynı subay tekrar geldi ve annemden zorla aldı. Ağladı. Ne yaptıysa aldı. ‘Evlatlık alacağım. Ona bakacağım,’ dedi subay. Sadece kız kardeşim alınmadı tabii. Çok kız çocuğu alındı. Aynı zamanda amcamın kızı da alınıp götürülüyor. Amcamın kızının adı Tege idi.”
Yapımcı Kazım Gündoğan ise bu araştırmadan yola çıkarak “İki Tutam Saç – Dersimin Kayıp Kızları” belgeselini aylarca uğraşarak yaptı. Gerek kitap olarak gerekse belgesel olarak ortaya çıkarılan dersimdeki kayıp çocukların araştırmaları yapılırken, Türkiye’de çoğu kimsenin “Dersim Katliamından” haberleri bile yoktu.
4 Ocak 1936 tarihinde Dersim ilinin ismi Tunceli olarak değiştirilmesiyle başlayan huzursuzluk bahane olmuştu. 1915'de Dersimli Kürtlerin, Ermenileri koruyup saklamaları, kaçmalarına yardımcı olmaları da Dersim katliamının nedenlerindendi.
1937 – 38 yılları arasında defalarca düzenlen katliam harekâtları ile on binlerce Kürt ve Ermeni katledilmişti. 1915 Ermeni tehcir ve katliamında binlerce Ermeni’yi saklamak üzere dersime götüren, binlercesinin de kaçmasını sağlayan Kürtler, devletin saldırılarında oldukça büyük sivil kayıplar vermişti.
Merkezi Elazığ’da bulunan ve sadece Dersim için kurulan 4. Umum müfettişliğinin başına getirilen Korgeneral Abdullah Aydoğan Dersim için düzenlenen 4 harekatın da sorumlusu, planlayıcısı ve düzenleyicisiydi.
Sabiha Gökçen’in de katılımıyla gerçekleştirilen ilk harekat, binlerce Kürdün katledilmesine rağmen çok başarılı olmamıştı. Dersim geçit vermez Munzur dağlarıyla korunuyordu.
13 Eylül 1937 de “anlaşma yapma” bahanesiyle çağırılan Seyyit Rıza ve yanındaki heyet tutuklandı. Basit bir mahkeme sonucu da, 18 Kasım 1937’de, yanındaki 16 yaşında olan oğlu Resik Hüseyin, Kureyşan aşiret reisi Seyit Hüseyin, Yusfanlı Fındık Ağa, Demedan aşiret reisinin oğlu Hasan Ağa, Mirza Ali’nin oğlu Ali Ağa ve Kureyşanlardan Hasan ile birlikte Seyyit Rıza idam edildi.
2. ve 3. Harekatlar daha acımasızdı. 4. Harekat, Kimyasal silahlar ve yangın bombaları da kullanılan, adına “temizlik harekatı” denilen ve asıl büyük katliamların yapıldığı son harekattı. Kürtler çok ağır kayıplar vererek yenildiler. Her ne kadar dağlara sığınan direnişçiler 1948 yıllarına kadar mücadelelerine devam ettilerse de katliam yapılmış, yenilgi kabullenilmişti.
Sabiha Gökçen, bir söyleşisinde; “Canlı ne görürseniz ateş edin! emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk” demişti.
30 Mart 1937'de, Tunceli Valisi (Umum müfettişi) Abdullah Alpdoğan'ın Başbakanlığa yazdığı yazının 2. Maddesinde; "Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa'dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim” deniliyordu.
Resmi kayıtlarda 13.806 kişinin öldürüldüğü, 11.862 kişinin ise sürgün edildiği yazılı olan Dersim katliamında, gerçek ölüm ve sürgün sayıları kesin bilinmemekle birlikte, Munzur suyunun kan aktığı, öldürülen insan sayısının yüz bini aştığı söylenmektedir.
Hatta bazı anlatımlarda, yeterli cephanesi olmayan ordunun subayları, askerlerine, öldürme sırasında mermi kullanmamalarını, kasatura veya sopalarla öldürmelerini emrettiği geçer. Öldürülenlerin çoğu sivil halktır. Çocuklar, kadınlar ve savunmasız insanlardır.
Katledilmekle bitmez Dersim’in acı tarihi. Ölenler/öldürülenler kurtulmuştur yaşam boyu sürecek zulümden. Asıl zulüm yeni başlamış, acılar ölene kadar devam edecektir.
Katliamdan kurtulan Kürt ve Ermenilerin de yok edilmeleri gerekmektedir. Öldürmekle bitiremediklerini asimilasyon, sürgün ve kimliklerini kaybettirerek bitirmeyi planlayan yönetim, Kürt ve Ermeni çocukları da ailelerinden kopararak başta subaylar olmak üzere, bunları asimile edebilecek ailelere vermişlerdir.
En başta bahsettiğimiz “Dersimin Kayıp Kızları”nın hikayesi de burada başlar. Sayıları bilinmez. Binlerden bahsedilir. Kürt, Ermeni, erkek, kız fark etmez, dili, dini ne olursa olsun, asılları unutturulacak, hepsi Türkleştirilecek, “topluma faydalı evlatlar” haline getirilecekti!
Ailelerinden koparılıp götürülen çocuklara işkenceler yapıldı. Sürekli dayak ve aşağılama vardı. Zorla dinleri değiştirildi. Çok az sayıda çocuk okuma fırsatı buldu. Asılları unutturulmaya çalışılsa da unutmadı bir kısmı. Çektikleri acılar nedeniyle korktular, asıllarını yaşadıkları sürece açıklayamadılar belki ama unutmadılar. Bir kısmı gizli de olsa eski ibadetlerine devam ettiler, zorla Müslüman yapılmış olmalarına rağmen.
Bunları bana hatırlatan ise, TBMM’nde verilen bir soru önergesi oldu. 7 Mart 2016 tarihinde, Diyarbakır/Sur’da tahliyeleri sağlanan 19 çocuktan sekizi kayıptı. Aileleri araştırılmadan, ailelerine sorulmadan veya izin alınmadan Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumuna (SHÇEK) verilmişler.
Hiçbir yasal dayanağı olmadan, ailelerinden habersiz ve izinsiz çocuklar ailelerden koparılıyor, geçmişte Dersim’de yapılanlar tekrarlanıyordu.
Bu tesadüfen ortaya çıkan kısımdı. Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı bölgelerde, belki de ortaya çıkmayan, bilmediğimiz, duymadığımız birçok çocuk da aynı kaderi paylaşmış olabilir. Bu ihtimal olmayacak bir durum değil.
Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı yerleşim alanlarında yapılanları, şahit olduğumuz insanlığın kabul edemeyeceği uygulamaları görünce, ölenleri/öldürülenleri bir kenara koyarak, çocuklarımızı düşünmeye başladım.
Her biri emek emek yetişen/yetiştirilen çocuklar, çocuklarımız, uğrunda yaşamlarımızı düşünmeden verebileceğimiz varlıklarımız, geleceğimiz, çiçeklerimize ne yapılmak isteniyor?
Bu nasıl bir anlayış, bu nasıl bir hukuk, bu nasıl bir insanlık? Yapılanı anlamak, sindirmek, kabullenmek imkânsız. Yeniden Dersim yaşatılıyor. Kabul etmek mümkün değil…(NT/NV)