16 Eylül 2010 sabahı Hakkari'ye bağlı Peyanis (Geçitli) köyünün yakınlarında yola döşenen mayının patlaması aynı araçta bulunan dokuz kişinin ölümüne neden oldu. Olaydan 48 saat sonra Sabah gazetesinde yayınlanan Anadolu Ajansı kaynaklı bir haberde, saldırıyı düzenleyenlerin "belirlendiği" açıklanıyordu.
Olay aydınlatılmıştı. Mayın saldırısı "terör örgütünde bir süredir yaşanan 'liderlik' çatışması"na dayanıyordu ve eylem "örgüt içerisinde şiddet yanlısı 'Şahinler'in lideri konumundaki Suriye uyruklu 'Bahoz Erdal' kod adlı 'Fehman Hüseyin'e bağlı olarak Hakkari kırsalında faaliyet gösteren 'Masiro' kod adlı Bedirhan Abo liderliğindeki grup tarafından gerçekleştirilmiş"ti.
Haberde neredeyse her cümlenin sonu "bildirildi", "tespit edildi", "kaydedildi" diye bitiyordu. Bildiren, kaydeden, tespit eden ise hangileri olduğu belirtilmeyen "güvenlik birimleri"ydi.
Aynı kaynaktan benzer haberler Zaman'da ve Hürriyet'te de yer aldı.
Haberlerin yayınlanmasının üzerinden geçen yedi buçuk aylık sürede, mayın saldırısını adı geçen grubun düzenlediğine dair bir bulgu ortaya konmadığı gibi, Anadolu Ajansı'nın (AA) kaynak olarak gösterdiği "güvenlik birimleri"nin hangileri olduğu konusunda da herhangi bir ipucu sunulmuş değil.
Gene 18 Eylül'de Taraf'ta yayınlanan Emre Uslu imzalı haberde ise, olayın yaşandığı yerde bulunan iki askeri çantanın bir "provokasyon" olduğu belirtiliyordu. Daha doğrusu, saldırının kendisi bir provokasyondu ve eylemi yapan PKK'ydi: "Olay yerinde bulunduğu ileri sürülen iki askerî çantanın da bir provokasyon olduğu Hakkâri Terörle Mücadele Şubesi'nin yaptığı teknik takipte ortaya çıktı. Polis tarafından takip edilen Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) üyesi bazı Barış ve Demokrasi Partililer (BDP) olay bölgesindeki milisleri arayarak provokasyon talimatı verdi. Teknik takibe takılan telefon görüşmesinde 'Bırakılan asker çantasını ön plana çıkarın, provokasyonu sahiplenin!' dendiği öğrenildi. Hakkâri polisi saldırıyı organize eden üç PKK militanının kimliğine de ulaştı. Yapılan tespitlere göre son Geçitli Köyü'ndeki son saldırıyı, daha önce Hakkâri merkezde Aziz Tan isimli imamı şehit eden aynı grup gerçekleştirdi. Timin liderliğini ise Serhat kod adlı Ferhat A'nın yaptığı belirtildi."
11 Eylül'de Yüksekova Haber gazetesinde Hakkari Vali Yardımcısı Davut Sinanoğlu'nun şu açıklaması yer aldı: "Hakkari valisi Muammer Türker'in basında geçtiği gibi olayın kesinlikle PKK tarafından yapıldığına dair bir beyanı olmamıştır. Beyanın aslı valiliğin internet sitesinde mevcuttur. Sayın valimiz, 'Terör Örgütü' tarafından döşendiği düşünülen mayın şeklinde bir beyanatta bulunmuştur."
Sinanoğlu, "Basında çıkan telefon görüşmeleri haberleri doğruyu yansıtmıyor. Asayiş toplantılarına bizzat katılan bir amir olarak böyle bir bilgi tarafıma intikal etmemiştir" de diyordu.
Hakkari Terörle Mücadele Şubesi de Taraf'ın haberinde geçen telefon görüşmesini doğrulamadı.
Olaydan 11 gün sonra Sabah gazetesinde yayınlanan Özgür Cebe imzalı bir haberde bu kez Van özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'ne gönderilen soruşturma dosyasına Sabah'ın ulaştığı belirtiliyor ve dosyaya dayanarak şu bilgiler veriliyordu: "Hakkari Geçitli'deki 9 kişinin can verdiği minibüsün, askere ait sivil araç sanılarak hedef alındığı ileri sürüldü. Olaya ilişkin hazırlanan fezlekeye göre, köylüler ölünce PKK olayı üstlenmedi. Hakkari'de biri çocuk dokuz kişinin öldüğü, biri bebek dört çocuğun da yaralandığı mayınlı saldırının ardından düzenlenen jandarma raporunda, terör örgütünün, minibüsü 'askere ait sivil araç' istihbaratıyla hedef seçtiği, sivillerin ölümü nedeniyle eylemi üstlenmediği kaydedildi."
11 gün içinde mayın olayının nedeni, üç farklı senaryoyla, "liderlik kavgası", "provokasyon" ve "yanlış hedef" ile açıklanmıştı. Senaryolar durmadan değişiyor ama fail aynı kalıyordu.
"Güvenlik birimleri"ne dayanarak haber yapma furyasının basın dünyasına çöreklenişinde Peyanis olayı bir dönüm noktası olarak görülebilir. Dönüm noktası, çünkü yaşanan olayın verdiği acıyla doğru orantılı bir duyarsızlık bu furyada belki ilk kez böylesine kendini gösteriyordu.
Mayının yerleştirildiği yerin çıplak gözle görüldüğü gözcü kulübesinde patlama sırasında korucuların olduğu (22 Eylül'de o kulübede görüşülen R. adlı korucunun verdiği bilgiye dayanarak), o sabah mayın patlamadan önce orada rutin mayın taraması yapılmış olması (aynı kaynak), olaydan önceki gece bir Jandarma Özel Harekat (JÖH) ekibinin köy yakınlarında görüldüğü (Peyanis'den T.'nin anlattıklarına dayanarak), kısacası mayının yerleştirildiği o noktanın büyük bir ihtimalle hiç yalnız kalmadığı, bölgenin termal kameralar ve Heron'larla izlendiği, olaydan sonra elde her türlü olanak bulunmasına rağmen takip operasyonu düzenlenmediği, AA, Hürriyet, Sabah, Zaman, Taraf, Star ve başka yayınlarda olayla ilgili haber yapan birçok kişiyi hiç ilgilendirmemişti.
Devlet kaynaklı "haberler"de artış
Son birkaç aydır "güvenlik birimleri", "polis", "terörle mücadele şubesi", "emniyet istihbaratı", hatta "bazı önemli kaynaklar" gibi kaynaklara dayanılarak yapılan haberler giderek artıyor.
14 Mart 2011'de Sabah'ta yayınlanan Tamer Oskay imzalı haberde, BDP'nin Beyoğlu şubesinde yapılan toplantıda "İstanbul'da 500 araba yakılmasının ve Mehmet Metiner'e suikast planlandığı" iddiası "BDP'de kaos planı dinlemeye takıldı" başlığıyla veriliyordu. İddianın kaynağı İstanbul Terörle Mücadele Şubesi'ydi. Radikal, alıntı yaparak haberi aynı başlıkla verdi. Haberde, polis dinlemesi olarak verilen konuşmalarda şu tür ifadeler vardı: "15 Şubat'ta tüm sokakları mahalleri yakmamız lazım", "Herkesi Tunus ve Mısır'daki ayaklanmalar gibi elimize silah alıp çatışabilecek duruma getirmemiz lazım."
21 Mart'ta Vatan gazetesinde "polis" kaynak gösterilerek İbrahim Tatlıses'e yapılan saldırının arkasında PKK olduğu iddiası haberleştiriliyor ve başta Hürriyet olmak üzere başka yayınlar da bu haberden alıntı yaparak iddiayı tekrarlıyordu.
23 Nisan'da Sabah ve Zaman'da yayınlanan ortak haberde, "YSK'nın veto kararı sonrası büyük şehirlerde patlak veren olayların sebebi belli oldu" deniyordu. Haber şöyle devam ediyordu. "Yüksek Seçim Kurulu'nun YSK), BDP destekli bağımsız milletvekili adaylarını veto kararı sonrası Güneydoğu ve İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerde patlak veren olayların arkasından Kandil talimatı çıktı. Emniyet istihbaratı, PKK'nın üst yönetiminden gelen talimatla, YSK kararının bölgede çatışmaya çevirmek için kullanıldığını tespit etti."
"Bazı önemli kaynaklar" bildiriyor
Bu haber furyasının son halkalarını, Yüksek Seçim Kurulu'nun vetolarıyla ilgili "derin bir bilgi" ve gazeteci Ertuğrul Mavioğlu'nun "sırları" oluşturdu.
İlki Aksiyon dergisinde 25 Nisan'da yayınlandı ve Zaman Web sitesinde alıntılandı. Haşim Söylemez imzalı habere göre YSK'nın veto kararı KCK tarafından 15 gün öncesinden biliniyordu ve buna göre hazırlık yapılmıştı. Haberde ayrıca bağımsız milletvekili adaylarının KCK gençlik gruplarıyla birlikte çalışmasının planlandığı, bağımsız aday Ertuğrul Kürkçü'nün 15 KCK mensubuyla çalışmasının kararlaştırıldığı da belirtiliyordu. Haberde gösterilen kaynak, "bazı önemli kaynaklar"dı. Şöyle deniyordu: "Bazı önemli kaynaklara göre, yaşananlar baştan sona bir planın parçasıydı. Hedef, 'uyuşukluk' gösteren Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) tabanının canlandırılmasıydı. Aslında derin devlet destekli benzer olayları fazlasıyla yaşamış ülke için yabana atılır iddia değil."
26 Nisan'da Yeni Akit gazetesinde yayınlanan Yener Dönmez imzalı yazıda ise gazeteci Ertuğrul Mavioğlu'nun "sabıka dosyası" açıklandı. Yazı, Mavioğlu'nun "adam öldürme ve gasp" suçları işlediğini duyuruyor, Zaman Web sitesi de bunu şöyle alıntılıyordu: "Ahmet Şık'ın kitap taslağıyla yeniden gündeme gelen ve polisin Radikal gazetesini bastığı manipülasyonu yapılan Ertuğrul Mavioğlu'nun adam öldürme ve gasp suçu işlediği ortaya çıktı."
12 Eylül 1980 darbesinden kısa bir süre önce, 19 yaşında tutuklanan, iki dönem toplam sekiz yıl hapis yatan ve farklı davalarda yargılanan Mavioğlu'nun işlediği iddia edilen suçlardan mahkumiyetinin bulunmaması, sanki her iki yayının yöneticileri açısından da üstünde durmaya değmeyecek ayrıntılardı.
Haşim Söylemez, Aksiyon'daki yazısında "bazı önemli kaynaklar"ın şu öngörüsüne yer veriyor. "Doğu ve Güneydoğu yeni olaylara gebe. Olayların tekrar yaşanması muhtemel..." Herhalde muhtemel olan bir başka şey de önümüzdeki günlerde "derin bilgi gazeteciliği"nin yeni, giderek daha pervasız örnekleriyle karşılaşmamız.
Derin bilgi gazeteciliği insana şunu düşündürüyor: Kaynak olarak "önemli kaynaklar"ı temel aldığımıza göre onlara güveniyoruz demektir. O zaman, yani devletin çeşitli kurumlarıyla adil ve güvenilir olduğu kanısındaysak, aslında gazetecilik yapmaya gerek yok demektir. Ya da gazetecilik, o kurumlar için çalışan halkla ilişkiler şirketlerinde yapılan bir iştir.
Aynı kanıyı ve gazetecilik tanımını paylaşan okur açısından da hayatta neler olup bittiğini anlamak için bakılacak yer o kurumların "bildirdiği", "tespit ettiği", "kaydettiği" şeyler olabilir: "Koskoca önemli kaynak, yalan söyleyecek değil ya?"
Bu kanıyı taşımayan, olayların ancak gözlem yaparak, farklı kaynaklardan bilgi toplayarak, bu bilgileri karşılaştırarak haberleştirilebileceğini düşünen gazeteciler ve okurların bu durumda devlet ve halkla ilişkiler şirketleri açısından en azından rahatsızlık veren bir eğilimi temsil ettiği söylenebilir.
Haberde gözlem, kaynak çeşitliliği, karşılaştırma arayanlar açısından ise "önemli kaynaklar"ı temel alıp duran derin bilgi gazeteciliği çoğu durumda yanlış enformasyon yayma, bilgiyi gizleme anlamına geliyor. (NM/EÖ)