Polonyalı yönetmen Krzysztof Kieslowski yazının başlığıyla aynı ismi taşıyan filmindeki taksici cinayetinin otuz beş yıl sonra (çok benzeri) gerçek bir cinayet olarak Türkiye’de işlendiğini görse ne derdi? Ya da bu filmi izleyenler ne düşünür bilmiyorum. İzmir’de yolda üşümesin diye aldığı kişi tarafından öldürülen Oğuz Erge’nin arkasından, herkesin en azından öfke duygusu etrafında şekillendiğinden şüphem yok.
Çaresizliğin iki yüzünden birinin öfke olduğunu düşünüyorum. Diğer yüzü de içine kapanmak olsa gerek. Oğuz Erge cinayetine öfke duyanların bir kısmı eline idam ipini aldı. Bazıları da asla aracına tanımadığı kimseyi almamak için kendini yeniden hizaya çekti. Cinayetin sonrasında elimizde kalanları hukuk diliyle söylersek; katil, maktul, suç aletinden başka bir şey değil. Oysa katilin, maktulün ve üçüncü şahısların aklında onlarca düşünce ve duygu var. İşin bundan sonrasına hukuk bakacak. Geride kalanlar önce bir hukuka bakacak. Kuvvetle muhtemel sonra da işine bakacak.
Yönetmen Kieslowski, Dekalog-5 filmiyle tam da yukarıda bahsettiklerimin arasında gezinen hatta bir cinayetin dışında kalan meseleler hakkında düşünmemizi sağlayan şeyleri önümüze koyuyor. Temelinde ölüm ve öldürme hakkında kesin sonuçlara varmamızı engelleyecek ama en nihayetinde sonuca varmak için sürekli bizi rahatsız eden bir konforsuzluk yaratıyor. Tıpkı İzmir’deki cinayet sonrası elinde kesin çözümleri olmayan, ne hukuka, ne ahlaka ne de diğer kurumlara sırtını yaslayabilen insanlar gibi. Filmde geçen “Habil ve Kabil’den bu yana hiçbir cezanın caydırıcı etkisi olmamıştır” alıntısı karşısında peki şimdi ne yapacağız çaresizliğine düşenlerdenim. Cinayetin ardından maktulün yakınlarının yaşadıkları karşısında ancak intikam duygusunu duyanlara kim ne diyebilecek? İşlenen her suçta, düzenin de bir kabahati vardır kolaycılığı ile bakmak öfke duygumuzu yatıştırabilir mi? Nedensiz olarak görülen suçun kökenine indiğimizde belki de bir nedene bağlı olarak işlenen suçlardan çok daha derin bağlarla, sistemle ilişkisi olduğunu görmek mümkün olabilecek. Bunların hepsini bir araya getirdiğimizde ise maktulü geri getiremeyeceğimiz gerçeği tüm sertliğiyle karşımızda duracaktır.
Tek bir vaka üzerinden içinden çıkılamayacak tezatlıklara düşmek mümkün. Örneğin katilin idam edilmesi fikri öldürme eylemini ortadan kaldırmaz. Artık yeni katil, maktuldür. Öldürme eylemi başka kurum ve araçlar eliyle sürdürülmüş olur. Üstelik bu sefer millet adına alınan bir kararla. Oğuz Erge cinayetinde ölüm, öldürme, idam, suç, ceza vb. bir yığın kavram üzerine düşünmemiz mümkün. Hatta Kieslowski’nin filmde söylediklerini de ekleyebiliriz: “Yasalar, doğayı taklit etmemeli, onu değiştirmelidir. İnsanlar, başkalarını yönetmek için hukuku icat etti. Yasalar, kim olduğumuzu ve nasıl yaşayacağımızı belirliyor.”
Biz insanlar da yasalara ya uyarız ya da ihlal ederiz. Yasalara uyan ve ihlal eden insanların yaşadığı toplumda doğaya dönme ya da toplum olarak yaşamak için verilen mücadele, insan olma olanaklılığımızın göstergesidir. Bir bebekten katil yaratan karanlık* karşısında artık sadece ruhlarımız değil bedenimiz de acı çekiyor.
* Rakel Dink’in Hrant Dink cinayeti sonrasında okuduğu Sevgiliye Mektup’tan
(AHD/AS)