Madem bugün Madonna hakkında yazıyorum, o zaman kendimi bir süreliğine serbest çağrışımın akışına bırakabilirim.
Önce psikiyatrist Cemal Dindar’dan bir twit:
“Kadının sutyensiz sokağa çıkmasında erkeğe tahammülsüz gelen sutyenin yokluğu değil. Kadının erkeği bir tehdit olarak yaşamamasıdır asıl katlanılmaz olan. Bir tür hadım etme; ‘saklanılmasını istediğini saklamıyorum ve uluorta yaşadığın erkin hükmü yok’ diyen bir kadın sesi.”
Şimdi de psikolog-yazar Gündüz Vassaf’ın çok sevdiğim “Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm” kitabından bir cümle:
“İktidarın en büyük korkusu muhalefet değil, ciddiye alınmamaktır.”
Başta birbiriyle alakasız gibi görünen bu iki alıntı aslında oldukça benzer bir noktadan hareket eder. Şöyle ki, eğer söz konusu olan üzerinizde tahakküm kurmak, sizi belli bir kalıba sokmak isteyen bir erk(ek) ise bunu yapabilmek için çoğu zaman bir tehdit ya da -en azından- bir kontrol mekanizması olarak ciddiye alınmak zorundadır.
Diğer bir deyişle, istediğini yapabilmek, aklındaki tahakkümü kurabilmek için önce bu tahakkümü kabul edecek muhataplara ihtiyaç duyar. Bu yüzden de bu umursanmak isteyen erk(ek) karşısında “Varım” diyebilmenin bir yolu, ona istediğini vermemekten, yani onu ciddiye almamaktan geçer.
Peki Madonna’nın tüm bunlarla ne ilgisi var?
Madonna’nın hayatı, duruşu, söyleyip yazdıkları umursanmak isteyen erk(ek) karşısında bir kadının hayatını nasıl dilediğince yaşayabileceğini, herkese ve her şeye rağmen nasıl “Varım” diyebileceğini hepimiz için çok güzel örnekliyor.
40 yılı aşkın sanat hayatı boyunca aileden dine hemen her kuruma açık açık meydan okuyan, toplumun dayattığı normları hiçe sayan, hayat dolu ve özgürlüğüne düşkün tüm halleriyle pek çok kişi için feminist bir ikon ve yılmaz bir LGBTİ+ hakları savunucusu olan bu kadının hayatına, -tabiri caizse- kendisini nasıl yoktan var ettiğine biraz daha yakından bakalım...
‘Jamaika’ya hoş geldiniz’
16 Ağustos Madonna’nın 62. doğum günüydü. Özellikle yurtdışındaki magazin basının yeniden gündemine gelmesi de az çok bu döneme rastlıyor o yüzden. Fakat, yanlış anlaşılmasın, Madonna’yı yeniden gündem yapan şey, doğum günü olması değil, doğum gününü nasıl kutlamış olduğuydu.
Madonna bu yılki doğum gününü Jamaika’da, dört çocuğu ve 23 yaşındaki sevgilisiyle birlikte kutlamış, bütün gece dans etmiş, elinde bir tabak dolusu esrarla kameraya poz verip bu pozu da “Jamaika’ya hoş geldiniz” notluyla paylaşmıştı.
Özellikle ABD'de esrar kullanımının hala büyük ölçüde yasak olduğunu düşünürsek, bu fotoğrafta alttan alta bir mesaj daha var gibiydi: “Ne düşündüğünüz umurumda değil, bu benim hayatım ve kendi istediğim gibi yaşıyorum.”
Madonna bunu bu cümlelerle mi ifade ederdi bilinmez, fakat yine de dördü evlatlık olmak üzere altı çocuğu ile “alışılmışın dışında” bir aile kuran, toplumun bu konudaki tüm çifte standardına rağmen genç sevgilisiyle ilişkisini -haklı olarak- saklama ihtiyacı duymayan bu kadın, bize sırf yaşadığı hayatla bile önemli bir mesaj veriyor aslında.
Peki Madonna’nın ünlü olmadan önce nasıl bir hayatı vardı?
“Kendimi tam bir Külkedisi olarak görüyordum”*
Madonna 16 Ağustos 1958 tarihinde ABD’nin Michigan eyaletinde koyu Katolik diyebileceğimiz bir ailenin içine doğdu. Doğumundan beş sene sonra, 1963 yılında, annesi henüz 30 yaşındayken meme kanserinden hayatını kaybetti.
Her ne kadar babası bir süre sonra yeniden evlense de altı kardeşin üçüncüsü olarak dünyaya gelen bu küçük kız, evin en büyük kız çocuğu olarak kardeşlerine bakma görevini üstlendi. Babası yeniden evlendiğinde de Madonna için pek bir şey değişmedi, çünkü bu sefer de üvey annesi kardeşleriyle ilgilenmesini isteyecekti.
Madonna hem annesiz büyümenin hem de üvey annesiyle birlikte yaşamanın hayatı ve kişiliği üzerinde önemli bir etkisi olduğunu düşünüyor, annesizliğin etkisini şöyle açıklıyordu:
“Sanırım kendimi ifade edebiliyor olmamın ve insanların beni sindirememesinin en büyük sebebi annesiz olmamdı. Örneğin size görgü kurallarını öğreten annelerinizdir, ben ise bu kural ve kaidelerin hiçbirini öğrenmedim.”
Üvey annesiyle yaşadığı yılları hatırladığında ise şöyle söyleyecekti: “Kendimi tam bir Külkedisi olarak görüyordum. Sanırım nasıl başka şeyler yapabileceğimi, tüm bunlardan nasıl kaçıp kurtulabileceğimi ciddi ciddi düşünmeye de o zaman başladım.”
Bundan sonra da zaten geleneksel yetiştirilme tarzına karşı gelecek, muhafazakâr giyinme tarzını bir yana bırakıp şehirdeki gay barların müdavimi olacaktı.
Zorlu New York yılları
Bunu duymak çoğu insan için şaşırtıcı olsa da Madonna okul yıllarında tüm dersleri “pekiyi” olan çalışkan bir öğrenciydi. Hatta lise yıllarında o kadar başarılıydı ki bu sayede liseden erken mezun olmuştu.
Ardından tam burslu olarak Michigan Üniversitesi’nde dans eğitimine başladı. Fakat buradaki eğitimi de uzun sürmedi. Çünkü Madonna 1977 yılında henüz 19 yaşındayken üniversiteyi bırakıp New York’a yerleşecek, burada bir süre daha dans eğitimine devam edecekti.
New York’a geldiği ilk zamanlar Madonna için hayatının belki de en zor dönemlerinden biri oldu. Dans kariyerinin yanı sıra para kazanmak için sanat okullarında nü modellik yapıyor, Times Meydanı’ndaki Dunkin Donuts şubesinde yarı zamanlı çalışıyordu.
Bu dönemde maddi açıdan o kadar kötü durumdaydı ki parası sadece ona yettiği için her gün patlamış mısırla karnını doyurmak zorunda kalmıştı.
Bundan yıllar sonra ABD’nin Harper’s Bazaar dergisi için kaleme aldığı anılarında bu zorlukları kısaca şu sözlerle anlatacaktı:
“New York olacağını düşündüğüm her şey değildi. Kollarını açıp beni karşılamadı. İlk yılımda silahla gasp edildim. Sırtıma dayanan bıçakla yerlerde sürüklenerek çıkarıldığım binanın çatısında tecavüze uğradım, yaşadığım daireye üç kez hırsız girdi. Neden bilmiyorum, ilk seferinde radyomu çaldıktan sonra evde almaya değer pek bir şey kalmamıştı zaten…”
“Baba, vaaz verme!”
Madonna ilk single’ı “Everybody”yi (Herkes) 1981 yılında çıkardı, ilk albümü “Madonna”yı ise bundan iki sene sonra, 1983’te piyasaya sürdü. Takvimler 1984’ü gösterdiğinde Madonna artık ABD’nin tanınmış pop yıldızlarından biriydi.
Bugün Google’ı açıp -İngilizce veya Türkçe- Madonna’nın “skandalları” veya “tartışmalı hareketleri” diye kısa bir arama yaptığınızda karşınıza sayfalarca sonuç çıkıyor. Toplumun bir kadının hal ve tavırlarını eleştirmek için pek fazla sebebe ihtiyaç duymadığını bilmekle birlikte, bu sözüm ona tartışmalı hareketlerin birkaçına kısaca göz atalım...
Yıl 1984… Madonna MTV Video Müzik Ödüllerinde… Üzerinde bir gelinlik, “Like a Virgin” (Bir bakire gibi) şarkısını seslendiriyor. Sadece şarkıyı seslendirmekle kalmıyor, bir yandan dans ediyor, zaman zaman kendisini yere atıp şarkısını orada söylemeye devam ediyor.
Daha sonra anlaşılacağı üzere bu performans aslında önceden planlanmış bir şey değildi. Madonna şarkısını söylerken topuklu ayakkabısının azizliğine uğramış, bunu sorun etmek yerine krizi adeta fırsata çevirip unutulmaz bir performansa imza atmıştı. Fakat üzerinde gelinlikle yerlerde yuvarlanırken bir yandan da “Bir bakire gibi” diye şarkı söyleyen bir kadın pek çok kişinin “dehşete kapılması” için yetmişti de artmıştı bile.
Şimdi de yıllardan 1986… Madonna’yı bu sefer “Papa Don’t Preach” (Baba vaaz verme) şarkısının klipinde görüyoruz. Madonna bu klipte -şarkısında da olduğu gibi- erken yaşta hamile kalmış genç bir kızı canlandırıyor, babasına bebeğini aldırmayacağını söylüyordu.
Bu klip de yayınlandığı dönemde pek çok tartışmaya neden olmuş, şarkı ve klipin mesajını yüzeysel bir okumayla hayli muhafazakâr bulan birçok kişi, şarkı ve klipin erken yaşta hamileliği meşrulaştırdığını, kürtaj karşıtlığı yaptığını düşünmüştü.
Fakat diğer yandan şunu da unutmamakta fayda var: Eğer ataerkiye isyandan bahsediyorsak ataerkiyle karşılaştığımız ilk yer aile ve baba figürüdür.
Dolayısıyla -alternatif bir okumayla- Madonna'nın bu şarkıyla yaptığı, muhafazakâr bir mesaj vermekten çok, söz konusu karar bebeğini doğurmak bile olsa bir kadının kendi vücudu, cinselliği ve hayatına ilişkin kararları sadece kendisinin alabileceğini söylemesi, ataerkinin karşısına dikilip “benim bedenim, benim kararım” diyebilmesidir.
Ve tabii bir de “Like a Prayer” (Bir dua gibi) şarkısının klipi var… Yanan haçların önünde şarkı söyleyen, Siyah bir azizi öpen Madonna’nın ülkedeki muhafazakâr kesim tarafından nasıl karşılanmış olabileceğini tahmin etmek çok da zor olmasa gerek...
Bunun gibi daha pek çok örnek verebiliriz elbette. Fakat kısaca ifade etmek gerekirse tüm bunların neden “skandal” veya “tartışmalı” bulunduğu da yeterince açık:
Eğer bir kadınsanız ve -başta aile ve din olmak üzere- pek çok kurumun size dayattığı norm ve rolleri sorguluyor, üstelik bunu herkesin gözleri önünde, kimseyi umursamadan yapıyorsanız bu, pek çok insan için skandalların belki de en büyüğü oluyor.
Güçlü bir kadın, feminist bir ikon
Madonna ülkesi ABD’de şöhret basamaklarını tırmanmaya başladığında takvimler 1984’ü gösteriyordu. Yıl artık 2020 ve biz -şanslıyız ki- bugün hala Madonna’yı aynı yaşama enerjisiyle, aynı meydan okuyan halleriyle yine sahnelerde -ya da en azından sosyal medyada- görmeye devam ediyoruz.
Yıllar içinde tabii ki Madonna’nın sanatında ve tarzında çok şey değişti, fakat İngiltere’nin The Guardian gazetesi için kaleme aldığı makalesinde Sarah Churchwell’in de ifade ettiği gibi, Madonna tüm bu yıllar içinde bir konuda hep tutarlıydı:
“Tartışma yarattığında bile, bunu her zaman özgürleşme için yapıyor, bu özgürleşme de özellikle cinsel özgürleşme ve kadınların kendi kaderlerini kontrol etme hakları konusunda oluyordu.”
Madonna’nın kadınlar ve LGBTİ+lere ilişkin açıklamalarını düşündüğümüzde Churchwell’e hak vermemek elde değil.
Makalesinin ilerleyen bölümlerinde Churchwell Madonna’nın meydan okuyuşunun ya da isyankarlığının “açıkça feminist bir seçim” olduğunu söylüyor. Çünkü Madonna bir kadın olarak “güçlüydü ve isteseler de istemeseler de insanları bunu ciddiye almaya zorluyordu.”
Churchwell’e göre “Madonna’yı feminist yapan şey, toplumsal cinsiyet, cinsellik, eşitlik ve bağımsızlık gibi konuları sanatının, sahne şovlarının ve halka hitaben yaptığı konuşmalarının bir parçası haline getirmesiydi.”
‘Kadınlar olarak bu zorbalık çağını reddediyoruz’
Churchwell’in bahsettiği konuşmaları düşündüğümde benim aklıma Madonna’nın özellikle iki konuşması geliyor. Bunlardan biri 2016 yılında Billboard Müzik Ödülleri’nde “Yılın Kadını” ödülünü aldıktan sonra yaptığı konuşma, diğeri ise bundan bir sene sonra başkent Washington’daki Kadın Yürüyüşünde yaptığı konuşmaydı.
“Eğer bir kızsanız, oyunu kurallarına göre oynamalısınız” dediği Billboard Müzik Ödülleri konuşmasında kısaca şunları söylemişti örneğin:
“Eğer bir kızsanız hoş, tatlı ve seksi olmanıza izin verirler. Ama çok akıllı davranmayın. Mevcut durumla uyuşmayan fikirleriniz olmasın.
“Erkeklerin sizi nesneleştirmesine ya da bir sürtük gibi giyinmenize izin vardır, ama kendi sürtüklüğünüzün sahibi olmayın. Ve sakın -tekrar ediyorum- sakın kendi cinsel fantezilerinizi dünyayla paylaşmayın.
“Erkekler sizden ne olmanızı istiyorsa onu olun, ama -daha da önemlisi- diğer kadınların siz erkeklerin yanındayken rahat olabileceği bir kadın olun. Ve son olarak… Yaşlanmayın. Yaşlanmak bir günahtır. Eleştirilip kötülenirsiniz ve şarkılarınız asla radyoda çalınmaz.”
Madonna’nın Donald Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinden sadece birkaç ay sonra başkent Washington’da yaptığı konuşma da özellikle Beyaz Saray ile ilgili ifadeleri sebebiyle o dönem hayli tartışma yaratmıştı. O konuşmadan da ufak bir kesit okuyalım:
“Sevginin devrimine hoş geldiniz. İsyana, kadınlar olarak bu yeni zorbalık çağını kabul etmeyişimize hoş geldiniz. Bu öyle bir çağ ki sadece kadınlar değil, tüm marjinalleştirilmiş insanlar da tehlike altında. Bu öyle bir çağ ki eşsiz bir şekilde farklı olmak bir suç olarak görülebiliyor. Sonunda lanet (f**k) bir şekilde uyanmamız için bu karanlık gerekti.
“Bugün hikayemizin başlangıcı… Devrim burada başlıyor. Özgür olma, olduğumuz kişi olma ve eşit olma hakkımız için savaşımız burada başlıyor. Bu karanlığın içinden hep birlikte yürüyerek geçelim ve attığımız her adımda korkmadığımızı, yalnız olmadığımızı, sözümüzden dönmeyeceğimizi bilelim. Bilelim ki gücümüz birliğimizden geliyor ve gerçek bir dayanışmanın karşısında hiçbir karşı gücün şansı yok.
“Ve siz, bizi alaya alanlar… Bu yürüyüşün hiçbir işe yaramayacağında ısrar edenler... S*ktirip gidin! S*ktirin!
“Evet, kızgınım. Evet öfkeliyim. Evet, Beyaz Saray’ı havaya uçurma konusunu çok fazla kez düşündüm, ama bunun hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyorum. Umutsuzluğa kapılamayız. Şair W. H. Auden’in İkinci Dünya Savaşı’nın arifesinde yazdığı gibi: Birbirimizi sevmeliyiz ya da ölmeliyiz. Ben sevgiyi seçiyorum…”
En başından beri LGBTİ+ hakları savunucusu
Madonna yazıp çizdiklerinde, söyleyip çaldıklarında sadece kadınların hakları için değil, daha en başından beri LBGTİ+ hakları için de sesini yükseltiyordu.
Uzun yıllardır kimseyi umursamadan yaptığı LGBTİ+ hakları savunuculuğu ona 2019 yılında GLAAD Medya Ödülleri’nde “Değişim Savunuculuğu” ödülünü getirdi.
CNN’den Anderson Cooper ödül töreninde Madonna’yı takdim ederken şöyle dedi: “Hiç kimse LGBTQ topluluğuna bu kadar iyi bir dost olmamış, topluluğun kabul edilmesi için onun kadar büyük etki etmemiştir.”
Madonna ise ödülünü aldıktan sonra yaptığı konuşmada “Tüm marjinalleştirilmiş insanlar için savaşmak hiçbir zaman geri çeviremediğim ve asla geri çevirmeyeceğim bir görev ve onur olmuştur” deyip özellikle AIDS’in LGBTİ+ arkadaşları dolayısıyla hayatına nasıl dokunduğunu şu sözlerle anlattı:
“Kara bir bulut gibi New York şehrine çöken AIDS salgını göz açıp kapayıncaya kadar tüm arkadaşlarımı benden alıp götürdü.
“O korkunç günleri, korkuyu, işe yaramayan türlü türlü ilaçları deneyen insanları hatırlıyorum. Tıpkı arkadaşlarıma iyi gelir düşüncesiyle deney aşamasındaki ilaçları satın almak için Meksika’ya gidip gelişlerimi, onları iyileştirmesi gereken ilaçların sadece daha hızlı ölmelerine sebep oluşunu hatırladığım gibi…”
Bu ödülü aldıktan kısa bir süre sonra Madonna, Mayıs 2019’da NBC’nin TODAY programında Joe Fryer’ın sorularını yanıtladı. “Yıllar önce kimse eşcinselleri desteklemiyorken siz bunu yapmaktan korkmuyordunuz. Peki ya neden” sorusuna Madonna kısaca şu cevabı verdi:
“Orta Batı’da bir genç olarak büyüyor ve oraya uyum sağlamadığımı hissediyordum. Beni bağrına basan, bana kendim olmam, korkmamam ve hayallerimin peşinden gitmem için cesaret veren ilk insan eşcinsel bir erkekti.
“Sonra New York’a taşındım, orada da yaptığım her şeyi, güçlü ve bağımsız bir kadın olma kavramını ve fikrini kabul edip sahiplenen, yine eşcinsel topluluğuydu. Bu benim büyürken pek fazla deneyimlediğim bir şey değildi. Hal böyle olunca, bir şekilde bir bağ kurduk.
“Kendimi daha en başında LGBTQ topluluğunun imdadına koşmak zorunda hissettim çünkü onlar hep benim yanımda olmuştu.”
Madonna 2012 yılında LGBTİ+ olmanın halen “yasak” olduğu Rusya’nın St. Petersburg kentinde verdiği konser sırasında da mikrofonu eline alıp “buradaki ve dünyanın dört bir yanındaki eşcinseller insan onuruna yakışır bir şekilde, saygıyla, hoşgörüyle ve sevgiyle muamele edilme hakkına sahiptir” demiş, ardından Rusya’da 1 milyon dolar para cezasıyla karşı karşıya kalmıştı.
‘Cüretkârlık varoluş sebebim oldu’
Bu yazıya bir nokta koymanın belki de en güzel yolu Madonna’yı yine kendi kaleminden dinlemek olacak:
“...ve cüretkâr bir şey yapmak pek çok kişi için korkutucu bir önermedir. Fakat -ilginç bir şekilde- bu benim varoluş sebebim haline geldi. Eğer işimi yaparken ya da hayatımı yaşarken cüretkâr olamıyorsam, bu gezegende olmamın da pek bir anlamı olduğunu düşünmüyorum.
“Hayat devam ettikçe (ve şükürler olsun ki devam etti), cüretkâr olma fikri benim için bir norm halini aldı. Bu, tabii ki tamamen algıyla ilgili bir şey, çünkü sorular sormak, insanların fikir ve inanç sistemlerini sorgulamak, sesi olmayanları savunmak benim günlük yaşamımın bir parçası oldu. Benim kitabımda bu, normaldir.
“Benim kitabımda herkes cüretkâr bir şey yapıyor. Lütfen bu kitabı açın. Size meydan okuyorum…” (SD/NÖ/EMK)
*Cehenneme Övgü: Gündelik Hayatta Totalitarizm - Gündüz Vassaf (İletişim Yayınları, 19999)
*Fotoğraflar: pinterest.com