Osmanlıda tebaadan, vatandaşlığa geçiş II. Meşrutiyetle başlar. Osmanlının son yılarında 1912-1913 de Türklük ve siyasal milliyetçiliğin başladığı dönemdir.
Cumhuriyetin kurulmasıyla devletin istediği ve kurguladığı Türk Müslüman vatandaşlık profili biçimlendirilir. İdeal vatandaş biçimi, kutsal devletin görev öznesi haline getirilir.
Kadınlara biçilen cumhuriyet kadını kimliğinin yanı sıra, erkeğe Türk Müslüman laik, vatandaş biçimi oluşturulur.
Cumhuriyetle birlikte görev yüklü vatandaşlık yani devlet vatandaşlığı yaratılır. Batılı gibi yaşayan, vergisini veren askerliğini yapan oy kullanan memuriyetin kulluk olduğu medeni vatandaş hali makbul sayıldı.
Cumhuriyetle yapılan tek tipleştirme, vatandaşları aynılaştırmaya sistemli bir şekilde devam edilirken, 1926'larda Türklük vurgusunu o dönemin ders kitaplarında vurgulayarak çocukları kamusal alanın birer öznesi haline getirirken milliyetçiliğin canlanmasına neden olmuştur. Tarihte en geç milliyetçi olanlar Türkler ve Kürtlerdir.
Cumhuriyetin Sünni Müslümanlığı, fikri açıdan Hanefi, inanç açısından Maturi'dir. Hanefi ve Maturidilik zemin üzerine inşa edilmiş din anlayışıyla Dinayet kuruldu. "Dinayet" (dinler) anlamı taşımasına rağmen, Lozan'la birlikte diğer dinler Dinayet dışında kaldı.
Devletin eliyle yeni Türkiye Cumhuriyeti İslam kalıbı oluşturmak istedi fakat başarılı olmadı. Nitekim İlahiyat Fakülteleri, İmam Hatipler Türkiye Müslümanlığı oluşturmak amacıyla kurulmuşlar ama devlet rejiminin amacına hizmet edeceklerine, rejim sorunu (laiklik elden gidiyor) olmuşlar.
Rejimin istediği ideal Müslüman vatandaş tipine intibak etmiş dindarlar üretilemedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bu dindarlardan. (Karadeniz en son Müslüman olan ve ne sıkı Müslümanlardır)
Dinayet'in kendisi bile kuruluş amacı olan, kalıba uymadı. Biçilen kalıba uymayan sistemle mücadele eden, dindarlar şimdi iktidarlar.
Kürt milliyetçileri, Aleviler gibi devlet trajedisi yaşayan azınlıklar hala mağdur. Mağdur iken mağrur olan iktidar ise öğrenilmiş devlet çaresizliği altında önüne çıkan herkesi ezmeye çalışıyor. Kalıbına sığmayan iktidar olmayı başarınca diğerlerini kalıba sokmaya çalışıyor.
Örneğin, Urfa'daki cemaatin Özel Çağlayan Ömer Türkmen İlköğretim Okulu açılışında, Şanlıurfa milletvekili Faruk Çelik'in, devletin iktidar olan bakanı olarak söylediği ifadeler şöyle: "Bu bölgelerde yaşayan insanımızın ana dili Kürtçe. Ama biz bu kardeşlerimize 70 yılda devlet olarak Türkçe öğretemedik.
En yalın örneği seçim meydanlarında Dersim ve Alevilik kimliği üzerine propaganda yapan Başbakan Dersim için özür diliyor. Resmen riyakârlık.
Dersimde acılar yaşamış neslin evladı olan Kılıçdaroğlu ve CHP "Acıyı bal eyleyerek" devlet vatandaşlığına biat etmeyi tercih ediyor.
Cumhurbaşkanı çıkıp arşivler açılmalı diyor. Kim açacak arşivleri ben mi?
Arşivlerimizi açıyoruz diyemiyoruz. Ermenilere yanlış yapan sadece biz değiliz, itilaf devletleri de geçmişleriyle yüzleşmelidirler.
Bülent Arınç meclis kürsüsünden Kürtlerin haklarını vereceğiz konuşması yaparken dışarıda KCK diyerek, terör diyerek, devlet önüne geleni içeri alıyor.
Fransa Parlamentosu'nun Ermeni soykırımını inkara ceza kararı karşısında çıkıp ifade özgürlüğü dersek bizde içeri alınan gazeteci, akademisyen, avukat, milletvekilleri vs vatandaşlarımızın durumuna ne diyeceğiz? Bizdekiler ifade özgürlüğüne girmiyor mu?
Sistem böyle işliyor ezilirken ötekileştirirken, güçlendiğinde aynı politikayı sen de uyguluyorsun. Süreci değişmeyi kimse göze almıyor. Sürecin devamı sağlanıyor. Buna da siyaset iktidar ileri demokrasi adalet deniyor... (GS/HK)