87. yılını deviren Kemalist Türk Cumhuriyeti'nin Türkiye soluna karşı siyasal pratiğini bile bile hâlâ, "Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkalım!" diyen solcuların-sosyalistlerin olabileceği ihtimaline karşı bir hatırlatma yazısıdır.
Referandum'da "hayır!" diyen solcularımızın-sosyalistlerimizin, kullandıkları "hayır" oyunu, "Cumhuriyet'in değerleri"ni koruma ekseninde kalıcı bir siyasi konum haline getirme hevesine kapılacakları hesaba katılmamıştır.
"Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkılmadan solcu olunamaz!" fikri solda, gizliaçık şekliyle yaygın ve derindir. Bu nedenle, "Sen sahip çık istiyorsan ama, beni bu pis işe karıştırma!" diyerek geçiştirilecek türden değildir.
Cumhuriyet değerlerini savunan solculara ve sosyalistlere göre mesele şu imiş: 1923'te, Kemalistlerin öncülüğünde saltanat devletinden çıkıldı, cumhuriyet devletine geçildi. Hilafet kaldırıldı, laik olundu.
Yarı sömürge Osmanlı'dan bağımsız, hatta anti-emperyalist yeni bir Türkiye kuruldu. Egemenlik "kur'an"dan alınıp "kitap"a, "imam"dan alınıp "halk"a verilerek demokrasiye giden yol döşendi. Kişi kulluktan çıkarıldı, yurtdaşlık mertebesine yükseltildi.
Başka?.... Özgür düşüncenin önü açıldı. Modernleşme ve çağdaşlaşma yürüyüşü başlatıldı. Milli ekonomik kalkınmanın temelleri atıldı. Ulusal çıkarlara titizlenildi. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. Fikir Hürriyeti, Örgütlenme Hürriyeti vb...
Başka?... "Başka yok!"
Bu (gibi) "Cumhuriyet değerleri"nin kim tarafından, kime ve niçin verildiğini kavramaksızın Cumhuriyet bahsini açmanın bir anlamı yoktur. "Cumhuriyet değerleri", işte al ye diye önümüze konulan şey(ler) midir ki, sahip çıkıla?
Marx; bizleri ahmak yerine koymadığını göstermek için daha fazlasını söylememiş, "Bu devlet, bu toplum" deyip geçmiştir. Aklı olan herkes, bu ikisinin birbirini ne tür bir diyalektik bağla karşılıklı olarak temellendirdiğini ve toplumsal evrimin bu kuralla işlediğini hemen anlar.
Monarşi veya cumhuriyet, kul veya yurtdaş, kadın veya erkek ve bütün sair şeyler olmak-olmamak bununla ilgilidir. İnsanların "statü", "ilke", "hak" gibi yenmez içilmez şeyler için değil, bunların tutulur somut içerikleri için savaştıklarını anlamadan, daha ötesi anlaşılamaz.
Cumhuriyet'e kulluk
Türk solcu veya sosyalistlerinin kendi tarihlerini çözümleme kapasitesine güvenerek sorabiliriz: 1905-1907 arasında, vergiye karşı isyanlar kronikleşmeseydi 1908'de devleti "cumhuriyet" yoluna sokmak yapanların aklına düşecek miydi?
Ya da örneğin yaklaşık aynı zamanda (1912-1915), Balkanlar ve ardı sıra Kafkaslar'dan milyonlarca "ters göç"menin fizik varlığı bastırmasaydı, cumhuriyetçi siyasi akım (İttihat ve Terakki) azgın Türk şovenizmine dönüşüp Rumların ve Ermenilerin varlık koşullarına yönelir miydi?
Bir adım daha; 1918-23 arasında dünyanın emperyalist egemenleri Anadolu'yu Rusya sosyalizmine karşı bir "ara devlet" olarak dizayn etmeselerdi, il il kendi devletini kurmaya meyleden "gerilla"ya meydanı boş bıraksalardı neler olurdu?
Ya da Türkler Kürtlere, örtülü bir federe siyasi yapı içinde kader birliği önermeselerdi, cumhuriyet bugünkü Cumhuriyet olacak mıydı?
Bir sınıf cumhuriyetini ancak kuruluş pratiği ile birlikte savunursunuz. Kemalist Cumhuriyet, aynı zamanda onun kuruluş pratiği de olan, toplamı üç milyondan fazla Ermeni, Rum ve Süryani'nin mahvından soyutlanarak savunulamaz. Yoksa sen "Cumhuriyet"in kendisini değil de, seni kulluktan çıkarmasını mı savunmaktasın? Al sana işte Cumhuriyet'e kulluk!
Bir sınıf cumhuriyeti, kendi tarihsel temelini inşa ederken seni de inşa etmiş, fark etmediğin budur. O sınıfın "topluma verdiği" her şey gerçekte o sınıfın, sınıf savaşından kendisi için kurtarabildiğinden başka bir şey değildir. Seni kulluktan yurtdaşlığa çıkarmakla kendi varlığını ve sınıfsal gelişmesini garanti altına almıştır.
Solcular ve sosyalistler için savunulmasının vacip olduğu söylenen, bağımsızlık, laiklik, yurttaşlık, eşitlik ve bunların hukuki ifadesi olan şey(ler), yani "Cumhuriyet'in değerleri", gözünü dört aç bak farkedeceksin, bir açıdan nasıl Türk burjuvasının sınıf savaşından kurtardığı şeyler ise, aynı şekilde, senin de o savaştan kendin için kurtarabildiklerindir.
Kazandıklarını daha da geliştirmeye, hatta her şeyi kendine almaya, burjuvayı mülksüz ve iktidarsız bırakmaya gerçekten niyetin varsa, yani hakikaten solcu ve sosyalist isen, bunu "Cumhuriyetin değerlerini" savunarak değil, Cumhuriyet'ten koparak, gitmek istediğin yer gerçekten de orası, yani bir "Demokratik Cumhuriyet", bir "Sosyalist Cumhuriyet", bir "Emekçi Cumhuriyeti", yani reel olarak bir "Sosyal Cumhuriyet" ise, ona atfettiğin değerleri savunmalısın.
Sosyal Cumhuriyet
Solcular ve sosyalistler arasında, aslında bir fikir ayrılığı olarak değil, kafa karışıklığı olarak bir de şöyle bir tartışma doğuyor: "Demokratik Cumhuriyet" var, "Sosyalist Cumhuriyet" var, "Sosyal Cumhuriyet" var. Hangisi? Hiçbiri ve hepsi.
Ne demek bu? Türkiye eğer yeni bir anayasa tartışması içine girer ve bu tartışma devletin kendini yenilemesine doğru beklenmedik ölçüde derinleşirse ve (örneğin 27 Mayıs'ta olduğu gibi) bunun varsayım olarak bir önemi varsa, "hangi cumhuriyet?" tartışması da önem kazanacak demektir.
Sadeleştirelim: "Demokratik Cumhuriyet" veya "Sosyalist Cumhuriyet" adını vermekle o devlet hakkında bildiğimiz tek şey adından ibaret kalacak. Adını bilmekle bir şey hakkında bilgi sahibi olmayız. Ama hedeflenmiş bir tarihsel süreci az çok tanımlamaya, uğruna mücadeleyi bir "sosyal -sınıfsal- kurtuluş mücadelesi" olarak betimlemeye en uygun devlet tasarımı olarak "Sosyal Cumhuriyet", hem kendini açıklayıcı ve hem de genel olarak açıklayıcı olduğu için önerilmiş içi en dolu kavramdır.
Marx'ta bu kavrama, Paris Komünü bağlamında şöyle rastlarız: "Sosyal Cumhuriyet, Komün'ün yaptığı gibi, sermayenin ve toprak sahiplerinin devlet makinesi üzerindeki gücünü tanımaz ve onun yerini alır; Cumhuriyetin temel amacının "sosyal kurtuluş" olduğunu samimi bir şekilde ve açıkça ilan eder ve böylece sosyal dönüşümün komünal örgütlenme yoluyla gerçekleşmesini garanti altına alır."
Bugünkü sosyalist mücadele "sosyalizm için mücadele" olmak zorundadır. Fakat toplumun gündeminin "nasıl bir cumhuriyet?" sorusunca işgal edildiği koşullarda "sosyalizm için mücadele", aynı zamanda "belli bir cumhuriyet için mücadele" şeklinde yeniden kurulacaksa Marx'ın "Sosyal Cumhuriyet" tanımı yardımcı olabilir.
Buna göre, "Demokratik cumhuriyet" veya "Sosyalist cumhuriyet" bize sadece cumhuriyet olarak görünürken "Sosyal Cumhuriyet" bize aynı zamanda "sosyal kurtuluş" olarak görünür. Solcu ve sosyalist olana "cumhuriyetçi" denmesi, o "sosyal kurtuluş"tan başka ve önceki tüm basamakları, sürekli eylemi ile reddetmiş olduğundan yakışık almaz.
Lakin "Sosyal Cumhuriyet" için mücadele, salt sosyal kurtuluş eksenli bir mücadeleyi mayalandıran bir genelleme olarak ve Türkiye'nin bugünkü özgün gündemi bağlamında anlamlı olabilir
Şu lafa bakın: "Türkiye'de sol adına mücadele verenler hiçbir şekilde 1923'ün gerisine düşmemelidir." Sen orda kal fakat bu pis işe bulaştırma!