"Muasır medeniyet" seviyesine erişmiş kentlerde bu "gelişmişliğin" göze çarpan en belirgin işaretlerinden biri de temizlik. Temizlikten kasıt yerlere çöp atmayan yurttaş bilinci, hizmet verirken temiz tutmayı birincil görev sayan yönetim anlayışı.
Mesela Londra'da evlerin mutfaklarında dört çöp tenekesi oluyor, birincisi plastikler, ikincisi yiyecek artıkları, üçüncüsü cam
malzemeler, dördüncüsü de kağıtlar için. Sürekli yağmur yağan bir memlekette dışarıdan eve girdiğimde ayakkabılarımın çamurlu olmaması, sokakta elimdeki çöpü yere atmaktan daha kolay olanının çöpü çöpe atmak olması gözüme çarpan diğer "temizlik" işaretleriydi.
Ayrıca insanların evlerini taşırken kullanmadıkları malzemeleri bir başkasına vererek değerlendirmeleri ya da giymedikleri giysileri çöpe değil hayır kurumlarına bağışlamaları dikkatimi çeken diğer gelişmeler oldu.
Meğer fazla çöp, fazla vergi ödemek anlamına geliyormuş. Hatta bu nedenle çıkacak çöpün vergisi masrafı aşar diye endişelenip evlerini tadil ettiremeyen insanlara bile rastladım.
Birgün oturmuş televizyon izliyordum. Çöplerle ilgili bir belgesel yayınlanıyordu. Pür dikkat dinledim. Önce çöpü ayrıştırıp atmanın önemi anlatıldı.
Bizim evde içine hıyar kabuğu, bayatlamış ekmek dilimi, bozulmuş yemek, yarısı yenmiş armut vs... attığımız yeşil renkli çöp kutusu bir işleme daha maruz kalıp Londra'nın domuzlarını besliyormuş. Domuzlara layık görülmeyen çöpün küfünden de ilaç yapılabiliyormuş. Ama vergileri, cezaları, geri dönüşüm tekniklerini, sosyal kampanyaları, atık teknolojilerini artırdıkları halde üretilen çöpün önüne geçilemiyormuş, bazı merkezi bölgelerde toplanamayan çöpler nedeniyle fare nüfusu hızla artıyormuş.
Kapitalizm demek daha çok çöp demek
"Londra'da da böyle oluyorsa..." diye aklımdan hiç geçirmedim.
Bu çöp meselesinin altında ne olduğu çok belliydi, kapitalizmin tüketimi despotça dayatması: Kölecesine çalış, çalıştır, para kazan, ye, iç, giy, daha çok ye, daha çok iç, daha çok giyin ve at!
İnsanları çöplüğe bırakıp başarılı bir şekilde hayatta kalana ödül verilen Dumping isimli bir de yarışma progamı vardı. Yarışmacı kızlardan biri çöplüğü görür görmez burnunu tutarak ağlamaya başlamıştı. Hemen oracıkta vazgeçmişti. Bu "cici kız" pisliğe dayanazmazdı. Zaten o kızcağız o kadar ciciydi ki kendi evindeki çöp torbasına bile elini sürmez, çöpleri evin hizmetlisi toplayıp atardı.
Napoli'nin çöp sorunu
Yaklaşık iki haftadır İtalya'nın güneyindeki Napoli'den de pis kokular yayılıyor. Sokaklarda çöp tepecikleri halkın sağlığına göz dike dike büyüyor. Çöpler neden toplanmıyor? Nedenleri muhtelif. Yönetimin başarısızlığı, yolsuzluk, kapatılan çöplüğün açılmak istenmesi, mafyanın ekmeğini çöpten çıkarması vs... 14 yıldır çöp krizi aşılamıyor.
Öyleki Napolili galeyana geldi. Çöpleri yakıyor, polisle çatışıyor. Ortalık karıştı. AB'den ceza tehditleri yağıyor, ordu duruma mudahil oldu bile, iktidar köşeye sıkıştı, diğer yanda mafya var. Gelen tepkilerden en büyüğü çöplerin yakılmasına itiraz oldu. Bir yanıyla haklı bir tepki. Yakılan çöplerden yayılan CO2 küresel ısınmayı tetikler.
Peki eğer Napoli'de katı atık yakma tesisi olsaydı, yakılan çöpler yine CO2 üretmeyecek miydi?
Olsun, öyle olsa bile kimse güzelim evi önünde, mis gibi arabasını park edeceği yerde her sabah pislikle karşılaşmak istemiyor. "Pislik" toplansın ve gözümüzün görmediği bir yere gitsin, temiz hayatımız bize kalsın.
Galiba Atina'daki anarşistlerin eylemiydi. Eylem şu: Bir sabah gazeteyi almak için kapıyı açıyorsunuz ve dün gece çöpe bıraktığınız poşet anarşistlerce suratınıza fırlatılıyor "günaydın" şeklinde.
İstanbul'da çöpler gözden uzakta
İstanbul'da da çöpler gözümüzden uzakta... Yoksulların kenarına yuvalandığı varoş, uzak semtlerde birikiyor. Bir kaç yıl öncesine kadar üstüste kontrolsüzce depolanan çöpler yangınlar ve patlamalar riskiyle saatli bombalar gibi şehri çevreliyordu. "Ayıklama tesis ve istasyonlarının kurulması, halkın bilinçlendirilerek çöpün her gramının geri kazanılmasından başka çaremiz yok" diyordu yetkililer.
Birkaç yıl önce "çevreci icat" adıyla bir haber yayınlanmıştı. Habere konu olan icat iki keseli bir paketten bahsediyordu. Bir kesesinde çekirdek, çerez diğer kesesine de kabukları konulunca özellikle sahil kenarlarında, parklarda yemiş kabuğunun yarattığı kirlilik olmayacaktı. Hayatımda duyduğum en saçma icattı. Bir kere yemiş organikti. Toprağa düşen kabuğu değil zarar belki yarar bile sağlardı.
Ama her taraf "çevre düzenlemesi" adına betonlaşınca, basacak toprak kalmayınca daha makul bir icat olduğu söylenebilir. Varsın karıncalar üzülsündü...
Şebnem İşigüzel'in "Çöplük" romanını okuyanlar bilirler. Orada kapı önüne atılan çöplerin akıbetine ilişkin endişenin tek nedeni vardır:
Kişisel hayatın mahremiyetinin ihlali. Öyle ya günlük çöp demek önceki günün geçmişi demek. O nedenle ağzı sıkıca bağlanıp pislik olan sırlar çok uzaklara gidip diğer pisliklere karışmalı, bir an önce.
Çöpün ekonomisi, politikası, felsefesi... Uzadıkça uzar bu mesele. Napoliler bu kadar pisliğe bulaşmışken bir yeşil devrim olur mu bilmem ama bir sihirbaz çıkıp bu çöpleri yok edemeyeceğine göre kimsenin dillendirmediği tek çözüm aslında "çöp üretmemek". (EÖ/NZ)