Kürdistan’ın hemen her köşesinde bir yıla yakındır çekimlerine devam edilen devletin yıkım filmine cezaevinde tanıklık etmenin ağırlığıyla yazıyorum…
Cezaevinde, halkın öz çabasıyla çıkmış olan gazetelerimizi takip ederek erişilebiliyor asıl bilgiye. Kürdistan’da şehirler, insanlar ve hafıza yok edilirken ana akım medya müesses nizamın yılmaz bekçiliğini Anadolu’dan Görünüm arka planıyla devam ettiriyor, iliştirilmiş gazeteciliğin kitabını yeniden yazıyor.
Yüzbinlerin alt üst olan hayatları haber kanalları için bir hiç iken, yıkımların faillerinin bozulan psikolojileri ve dağılan motivasyonlarının nasıl düzeltileceğinin beş yıldızlı hesaplarını yapıyorlar.
Devamında ise bildiğimiz; her türlü yalan ve manipülasyon ile acemice kurgulanmış askeri aksiyon sahneleri ve ajitasyon ile sunulan “ateş düşen ocak sayısı” görülmesi ve bilinmesi istenen tek gerçekmişçesine sunuluyor.
Sarayın savaşı ile yıkılan kentlerinden ülkenin dört bir yanına göç etmek zorunda kalan yüz binler, şehirlerinin ve anılarının tanklar ve toplarla dümdüz edilmesini ancak alternatif medya kanalları aracılığıyla takip edebiliyor, o da erişim mümkün olursa…
Kısa video ve düşük çözünürlüklü fotoğraflardan sokaklar ve ayakta kalmayı başarabilmiş evlere bakılarak evlerinin nerede olduğu ya da artık olup olmadığı tahmin edilmeye çalışılıyor.
En son denk geldiğim bir fotoğrafta direniş alanlarının dışında bir mahallede, dayımın evinin diğer beş kat ile beraber yandığı görünüyordu. Yine paylaşılan başka bir videoda kurşunların hedefi olan kardeşimin evi seçiliyordu. Sonra kendi evimiz…
Muhtemel ki şehrin hakim tepelerine konuşlandırılan tanklardan birinin attığı top ile toz duman olmuştu; babamın kendisi için yaptığı küçük barakanın çatısı seçilebiliyordu sadece.
Yine Anadolu’dan Görünüm jeneriği eşliğinde, asker ve polisin birkaç bina ilerleyebildiği, doğduğum yer olan Şırnak’ın Dicle Mahallesi’nden görüntüler düşüyor ekrana ertesi gün.
Görüntüler aktıkça yıkıma rağmen tanıdık geliyor yerler. Önce, dedemin delik deşik edilmiş, yakılmış evi görünüyor. Devamında evin önünde bulunan ve çocukken sıklıkla tırmandığım paramparça olmuş dut ağacı…
Mahalledeki arkadaşlarımla beraber en çok vakit geçirdiğim yerlerden biri, dedemin evi genişletmek için yaptığı inşaat sırasında bile dokunmadığı, hep gözü gibi koruduğu dut ağacımız artık yok.
Diğer pek çok şey gibi o da hükümetin hafızasızlaştırma yemininden nasibini almıştı. Hüzün mü öfke mi karar veremediğim ancak tüketici bir çaresizlik ile ekrana baktım uzun süre…
Katliamlara dair hafızamızı soldurmaya izin vermeyen, travmaları her daim canlı tutan devlet, 18 Ağustos 1992’den tam 23 yıl sonra o gün yarım bıraktığını düşündüğü işini tamamlama telaşı ve iştahı ile yine görev başındaydı.
1992’de tank kullanılmamasına hayıflanırcasına, bazı evlerin duvarlarında geçmişten kalan kurşun deliklerini tank mermileri ile genişleterek, çocukların oynadığı sokaklara ve o zamanki çocuklara bomba yağdırarak her gün…
90’lar boyunca tarumar ettikleri çocukluğumuzun anılarını siliyorlar şimdi, anıların sahipleriyle beraber.
Düz bir ovada, bir ağacın gölgesinde başlamıştı her şey… Bugün o dut ağacının gölgesinde, dallarında büyüyen çocuklarla devam ediyor. Öyle ya, bu mahşere bırakılmayacak bir hesap… (RD/ÇT)
* Fotoğraf: Şırnak Dicle Mahallesi / facebook (Temsili)