66 aylık çocukların ilkokula başlamasının tartışıldığı günlerde, çocuklar için doktordan alınacak raporlar gündeme geldi. Raporları veren doktorlar, çocukları fiziksel (boy, kilo, el hakimiyeti ve becerisi), ruhsal (kaygı bozuklukları) ve zeka kontrollerinden geçiriyor. Bu raporların bana hatırlattığı hiç de güzel olmayan bir tecrübemi paylaşmak istiyorum.
Fransa'da bulunduğum yıllarda Fransızca bilmeyen Türkiyeli birkaç kadına destek olmaya çalışıyordum.
Bunlardan birine, ilkokula yeni başlayacak çocuğunun ihtiyaçları konusunda da zaman zaman yardımcı oldum. Okullar açıldıktan birkaç gün sonra anne beni aradı ve kendisine bir belge imzalatılmaya çalışıldığını söyledi. Daha önce, anlamadığı hiçbir şeyi imzalamaması konusunda uyarmış olduğum için tereddüt etmiş ve beni aramış.
Birlikte okula gittik. Bu belge, zeka testleri, fiziksel ve ruhsal muayeneler sonucunda "çocuğun yaşıtlarından geri olduğunu ve ilkokul müfredatına giriş için uygun olmadığını" iddia eder bir uzman raporuydu. Ve aileden, bu raporun tavsiyesiyle çocuklarını, bu tür öğrencilerin olduğu sınıfa aldırmayı kabul ettiğine dair bir imza isteniyordu.
Almanya'dan tecrübeli olduğumuz için, daha önceden tedbirliydik ve bu belgenin altına kesinlikle imza atmadık. Zira bu uygulama genellikle göçmen çocukların eğitimini ve geleceklerini sınırlandıran; onları meslek okullarına yönlendiren ve üniversite hayatlarının önünü kesen, Fransa'da da son yıllarda şiddetlenmiş göçmen politikalarının sonucuydu.
Hiç Fransızca konuşulmayan evlerden ilkokula başlayan çocukların bocalaması gayet normalken, bunu çocuğun zekası ve gelişim geriliğine bağlayan bu zalimlik, eğitim sisteminin daha ilkokuldan şekillendiği bir ülkede, oldukça belirleyici olabiliyor. Çocuklar okul kapısından girdikleri an damgalanıyorlar ve bu damgayı bütün hayatları boyunca taşıyorlar. Zira Almanya'da da olduğu gibi ilkokul sonunda çocuklar "kapasitesine" göre meslek okullarına yönlendirilebiliyor. Bu okullardan mezunlar ise istedikleri herhangi bir alanda üniversite eğitimi alamıyorlar. Çok erken yaşta onlar adına alınmış ciddi bir karar. Böylece ayrımcılığa uğrayan tüm grupların, özellikle göçmenlerin, ve elbette her zaman yoksulların çocukları bu "sınıfları" dolduruyor. Avrupa'daki işçi sınıfına bir de bu gözle bakmak gerek.
Gelelim bu deneyimi hatırlatan, çocuklarını 66 aylıkken okula göndermek istemeyen ailelerden istenen raporlara.
Milli Eğitim Bakanı, isteyen ailelerin rapor alabileceği fikrini fevri ve plansızca ortaya atmış olamaz. Raporların ancak Sağlık Bakanlığı'nn öngördüğü yerlerde ve şekilde olursa kabul edileceğini söyledi.
Sağlık Bakanlığı'nın bu konuda yaptığı açıklama ise şu şekilde: "Bakanlığımızca yapılan değerlendirmede, ilkokul için bedeni veya zihni gelişimi yeterli olmadığı düşünülen 66 ay ve üzeri çocuklara verilecek tıbbi tanılı rapor'un, çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanları tarafından düzenlenmesi uygun görülmüştür".
Buna göre, okula başlayıp başlamamak, "bedeni ve zihni gelişimi yeterli değildir" kararına bağlanıyor!
Bu, çocuklarımızın geleceği üzerine oynanan ürkütücü bir oyun.
Eğitim Sen'in yaptığı bir açıklamada Çocuk Hakları Merkezi'nce yapılan bir bilgilendirmeye dikkat çekiliyordu: "Bir çocuğun erken çocukluk döneminde almış olduğu 'fiziksel ya da zihinsel olarak okula uygun değildir' raporu onun normal olan gelişimsel özelliğini, 'gerilik' olarak tanımlamak anlamına gelir. Bu da çocuğun, sonraki yaşamında gelişimsel geriliğe sahipmiş gibi yeniden önüne gelebilir. Oysa her çocuğun gelişim özelliği farklıdır ve bu farklılıklar hiçbir zaman çocuklar için bir dezavantaj haline dönüşmemelidir".
Neredeyse iki senede bir eğitim sistemi değişen bir ülkede yaşıyoruz.
4+4+4 ile meslek okullarına yönlendirme daha erken yaşlara geriledi bile. Önümüzdeki yıllarda üniversite sınavının kaldırılabileceği ve üniversiteye girişte okul başarısının ağırlıklı olacağı da konuşuluyor. Bu ilkokula kadar uzanan koca bir öğretim dönemi. Şimdi beş yaşında olan çocuklar, yedi yaşına geldiklerinde iki yıl geçmiş olacak bile. Bu sürede yeni düzenlemelerin olması kaçınılmaz. Durum böyle olunca daha ilkokuldan "damgalanan" çocukların akıbeti de Fransa ve Almanya'daki akranları gibi olur endişesi taşımamak elde değil.
4+4+4'ün yaratacağı en ciddi sonuç, çocuk işçiliğinin ve eğitim hakkına erişmede eşitsizliğin artması. Durum böyle olunca önümüzdeki yıllarda alınan bu raporların, bu uygulamaya itiraz etmiş ailelerin çocuklarına yönelik bir ayrımcılığa dönüşeceğini öngörmek pekâlâ mümkün. Onlar için ayrılmış sınıflara doldurularak, "raporlu" çocukların daha ilkokulda başlayan ve geleceklerini şekillendiren bir kategorizasyona maruz kalmayacakları ne malum?
Bugün gazetelerde rapor alma telaşındaki ve hatta çocuklarına doktora yanlış cevap vermeyi telkin eden anne-baba haberlerini okuyunca ürktüm. Bu raporları, Milli Eğitim Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı'nın kabul ettiği şekilde alanlar, sorunu kendi çocuğu için ertelediği yanılsamasına kapılıyor. Tabipler Odasının, okula başlayacak 600 bin çocuk için hazırladığı sembolik raporu Bakanlığa vermek ve kabul edilmezse, karşımıza çıkacak dava sürecini göğüslemek daha zor ama daha doğru bir yoldur diye düşünüyorum. (EE/HK)