Dünyanın her köşesinden ölü çocuklar yığılıyor üstümüze; savaşlardan, yoksulluktan ve açlıktan.
Aklımın altında bir çocuk mezarlığı kıpırdanıp duruyor nicedir. O yüzden olsa gerek, benim aklım kanıyor sık sık.
"Çocukları sevmiyor musunuz" diye sormak istiyorum gördüğüm herkese. Kendi çocuklarını değil sadece, dünyanın bütün çocuklarını sevip sevmediklerini öğrenmek istiyorum. Verecekleri cevapların ikiyüzlülüğünden korkup, susuyorum sonra.
Gazete manşetlerindeki çocuk ölümlerinden korumak için kendimi, kitaplara sığınıyorum geceleri.
Çünkü aklımı karıştırıyor çok satan gazetelerin sayfalarına tıkıştırılan bütün sözcükler ve boyalı resimler.
Aklım, birer sayıya çevrilen çocukların yüreğini aramaktan perişan oldukça daha da çok kanıyor; F tipi cümlelerin, E tipi emir kiplerinin, yarı açık hecelerin, hepsi kapalı sözcüklerin, tutuklu harflerin, bıyıklı yüklemlerin, ırkçı ünlemlerin, dinibütün iki nokta üst üstelerin, yanıtsız soru işaretlerinin ortasında.
"Sözcüklerin ne hükmü olabilir ki ölümün karşısında" diye soru işaretlerinin çengellerine takıp cümle aleme göstermek istiyorum dünyanın bütün çocuk katillerini, onlara tok ve barışçıl bir dünyayı çok görenleri.
"Dünyanın bütün çivilerini yanlış çakmışlar" diye avaz avaz bağıran kalbimdeki çocuğun sesini hiçbir yere sığdıramıyorum.
Bütün çocukların hakkıdır, analı babalı yaşamak
Yaşamalı ve büyümeli dünyanın bütün çocukları, ana babalarının ellerini sımsıkı tutarak.
Bütün ana babalar, akşamüzerleri evlerine ekmek götürmeli, saçlarına dokunmalı çocuklarının.
Ve o bir somun ekmeğin bedeli bir hayat olmamalı. Babalar, Tuzla’da iki tonluk saç kütlesinin altında ezilip doğmamış çocuklarını babasız bırakmamalı.
Ölümün çocuklara bunca yakın duruşundan dolayı durmadan kanayan aklım, Tuzla tersanelerinde ölenlerle birlikte kan kaybından ölüyor. Eksile eksile bir su damlasından ibaret kalıyorum geceleri.
Çünkü biliyorum; bir insan hayatının yok oluşundan, "ufak tefek kazalar" diye söz edenlerden daha lekesiz kılmıyor hiçbirimizi, başkalarının acılarına seyirci kalmak.
Çünkü, yaşadığımız coğrafyada, yaşadığımız zaman diliminde ve gözlerimizin önünde oldu ve oluyor her şey.
Kederli göz kapakları kapanıyor nicedir, kederli gözler üstüne
Hepimiz gördük; henüz çocukluktan çıkmış tersane işçisi 19 yaşındaki gençlerin bir daha evlerine dönemeyeceği gecelerde, yeşil bir yaprağı düşmüşçesine eksiliyordu sokaklarda ağaçlar.
Tuzla tersanelerinde ölen işçiler gazete sayfalarına bir kereye mahsus küçük birer manşet oluyordu.
Çocuklar babasız kalıyordu arkalarında, kadınlar kocasız.
Akşamüstleri o çocukların yaşadığı evlere ekmek götürmüyordu gazetelerin manşetleri.
Çocuklar boynu bükük kalıyordu ille de o akşamüstlerinde.
Sonra gece gelip dayanıyordu evlerin kapılarına.
O evlerin kapalı kapıları arkasındaki çocuklar yoksul ve babasız yatıyordu.
Kederli göz kapakları kapanırken kederli gözler üstüne, hiçbir şey olmamış gibi kendi çevresinde yuvarlanıyordu dünya.
Öyle gecelerden birinde çocuklar çocukluklarını soyunup, büyüklüklerini giyiniyorlardı da ruhu duymuyordu hiçbir canlının.
Birtakım insanlar yeni savaşların kararını alıyordu, birtakım mühendisler daha acılı öldüren silah taslakları çiziyordu, yeni hapishaneler tasarlıyordu bazı insanların aklı, aynı gecenin karanlığında.
Yaşamalı ve büyümeli dünyanın bütün çocukları diye bağırarak dört dönüyordum, çivileri yanlış çakılan dünyanın sokaklarında.
Bir su damlasıydım, öyle gecelerden birinde yuvarlanıp aktım, kederle kapanan bir göz kapağının altından.
Siyah bir gece hükmünü sürdürüyordu dışarıda. Bütün evlerin kapıları kapalıydı. El ayak çekilmişti sokaklardan. (Gİ/GG)