İş cinayetleri diyarı Türkiye, geçtiğimiz hafta memleketin gelmiş geçmiş en büyük toplu işçi katliamlarından birine sahne oldu.
Hemen her gün en az bir işçinin yasal mevzuatta yer almasına rağmen iş güvenliği önlemlerinin savsaklanması nedeniyle hayatını kaybettiği ülke, kapkara bir güne uyandı.
Anaakım medya, ansızın iş kazalarını keşfetti. Holding patronlarıyla güle oynaya poz verip o otel senin bu otel benim gezen ekonomi gazetecileri, uzun zamandan beri ilk kez işçi haklarını sayfalarına taşıdı. Meslek örgütlerinin raporları ortaya çıktı, sayılar masaya yatırıldı. Olayın vahametini gözler önüne sermek için istatistiki veri kullanmaya bayılan kapitalist sistem sevicileri, yine rakamlara sığındı.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, "ileri demokrasi" iddiasını 1800'lere uzanarak tarihteki maden kazalarından örnekler vererek savunmaya devam etti. Erdoğan, kadın-erkek eşitsizliği için kullandığı argümanı, bu kez Soma katliamı için kullandı: Fıtrat.
Herkes yine üzüldü. Hem de çok üzüldü. Öyle üzüldü ki, üzüntüsüne üzüntü katabilmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Hatta bunu fırsat bilen Soma Holding sahibi Alp Gürkan, cezaevinde olması gerekirken kurmaylarıyla düzenlediği basın toplantısında bir kez de kendisi için gözlerimiz doldu istedi ve şöyle dedi:
"Üç günden bu yana hepimiz uykusuzuz, güçlükle konuşuyoruz. Aşırı yorgunum."
Kaç gündür çok üzgün olmasaydık, Gürkan'a da üzülebilirdik aslında. Ancak insanın da kotası var, bunu kapasitemiz kaldırmadı.
Alp Gürkan'a neden gözaltında olmadığını, neden savcılara yapması gereken açıklamaları basına yaptığını kimse sormadı.
Üzüntü kotamızın dolmasına, madenden sağ çıkabilen bir işçi neden oldu. Murat Yalçın, yeraltı cehenneminden çıktığı an muhtemelen şok içindeydi. Ambulanstaydı, ayaklarını çizmelerini çıkarmadan uzatmak istemedi. Sağlık görevlisine, "Çizmelerimi çıkarayım, sedye kirlenmesin" demesi, hepimizi hüzne boğdu.
Murat Yalçın ne kadar da kibar, ne kadar da iyi niyetli, ne kadar da düşünceli bir insandı.
Yalçın'ın sözlerinden çok etkilenen Şanlıurfa Müftüsü, maden işçisini Umre'ye göndereceğini açıkladı.
"Çizmelerini çıkarmak isteyen işçi" olarak zihinlere kazınan Yalçın, kendisine uzatılan mikrofonlara, "Devlet malına zeval gelsin istemedim" dedi. Göz pınarlarımız doldu taştı, ne yapacağımızı bilemedik.
Bizler acaba nasıl yetiştiriliyoruz ki, 21. yüzyılda hala sayısını tam olarak bilemediğimiz ama yüzlerce maden işçinin ihmal nedeniyle can verdiği, bir o kadar ailenin perişan olduğu, yetkililerin halen doğru dürüst bir açıklama yapmaktan imtina ettiği böylesi bir katliamda, öfkelenmek yerine üzülmeyi başarabiliyoruz?
Gazeteler ve televizyonlar, böylesi korkunç bir katliamda hala nasıl sayfalarını ve ekranlarını melodrama çevirmeyi başarabiliyor?
Bu tanımsız felaketin müsebbibi şirket sahibi Alp Gürkan, neye güvenerek birden fazla kez "Uykusuzum" deyip kendini acındırmaya çalışıyor?
İşçi kardeşim; hiç boşalmayan kesesini daha da dolduracak diye seni iki lokma ekmeğe mahkum ettiği yetmiyormuş gibi bir de canına kasteden şirket sahibi, bırak da gününü görsün.
Senin o her şeyden kıymetli canını korumakla yükümlü olan devletin malı, bırak da yerin dibine girsin güzel kardeşim.
Paranız da hırsınız da iktidarınız da yerin dibine gömülsün.
Ama sen her şeye rağmen, çizmesini çıkarmak isteyen işçiye ağla Türkiye. (BK/NV)