Cezaevleri, kanayan yaramızdır, tıbbı teşhis ve hukuki tedaviye ihtiyaç vardır.
18 Şubat 2016 tarihi itibariyle, 290 kapalı ceza infaz kurumu, 60 müstakil açık ceza infaz kurumu, 2 çocuk eğitim evi, 5 kadın kapalı, 1 kadın açık, 3 çocuk kapalı ceza infaz kurumu olmak üzere toplam 362 ceza infaz kurumumuz varmış. Ceza infaz kurumları ve denetimli serbestlik müdürlüklerinde toplam 51 bin 098 personel görev yapıyor…
Bu kurumların kapasitesi 180 bin 256 kişilik… Ama 8 Ocak 2016 tarihi itibariyle 178 bin 691 tutuklu ve hükümlümüz var.
Bu durumda cezaevlerinde yer yok diye endişe etmeye hiç gerek yok (!)
2015 yılında 9 bin 312 kişilik kapasitelik olmak üzere 34 ceza infaz kurumuna ek bina yapımları tamamlanarak 109 bin 430 kapasiteli yeni ceza infaz kurumları hizmete açıldı. 2016 yılında 4 adet olmak üzere toplam 105 adet yeni ceza infaz kurumu daha açılarak 100 bin 118 kişilik kapasiteye ulaşılacağını Devletin resmi kaynakları belirtiyor.
Yani cezaevlerinde yer var ve olacak (!) Sürekli cezaevleri inşa ediliyor, çok ihtiyaç var.
Cezaevlerinde neler oluyor ve insanların sağlıkları nasıl?
Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, 18 Şubat 2016 tarihli bir bireysel başvuruda (B. No: 2013/2754), Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının ihlal edildiğine karar verdi.
Cezaevinde hastalıktan ölüm…
74 yaşında A.K. cezaevine girdiği ilk günde akciğer kanseri olduğunu belirtmiş ve kurum tabipliğinin muayenesinden sonra cezaevinin revir bölümünde kalması uygun görülmüş. Aynı gün özel af talebinde bulunan A.K hakkında rapor hazırlanmış ve Adli Tıp Kurumu’na gönderilmiş. Adli Tıp Kurumu tarafından son durumunu gösterir raporun ve tüm tetkiklerinin yapılması amacıyla Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi’ne sevk edilmiş. Adli Tıp Kurumu A.K.’nin sürekli hastalık, sakatlık ve kocama hali kapsamında değerlendirmek üzere yapılacak ilave tetkikler ve hastalığının evrelendirilmesine yönelik hazırlanacak raporun gönderilmesini istemiş. Bu Rapor geldikten sonra Adli Tıp tekrar görüş verecek ama bu rapor yetişmemiş…
Başvurucunun babası A.K. cezaevinde bulunduğu sırada 19 Ekim 2011 tarihinde vefat etti…
Daha başında Adli Tıp Kurumu; Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi’nden A.K.’nin hastalığının evrelendirilmesine ilişkin rapor istemiş. Buna rağmen rapor, ancak hastanın sevk tarihinden 70 gün ve vefatından sonra posta ile 5 Aralık 2011 tarihinde cezaevine ulaşmış…
Anayasa Mahkemesi’ne başvuran başvurucu, cezaevinde hükümlü olarak bulunan babasının kanser hastası olması sebebiyle vefat etmesinin kendisine eziyete dönüştüğünü belirterek yaşam hakkı ve işkence yasağının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
AYM kararında “A.K.nin hastalığının ciddi boyutta olduğu ve bu durumun zaman ilerledikçe daha da kötüye gittiği açıktır” tespitini yapıyor. Dolayısıyla bu başvuruda “çözülmesi gereken mesele, A.K.’nin sağlık durumunun, vefatına kadar cezaevinde kalmasıyla ne kadar uyumlu olduğudur” diyor…“Bir başka ifadeyle somut olay açısından incelenebilecek temel husus, bu durumun A.K. açısından, özgürlükten mahrum kalmanın doğal sonucu olan elem seviyesinden daha fazla sıkıntı veya eziyet doğurup doğurmadığıdır.”
Daha da önemlisi AYM’ ye göre “yasal mevzuat” teorik olarak, özellikle çok ağır bir hastalığa yakalanan veya cezaevi koşullarında kalmaları uygun olmaktan çıkan hükümlü kişilerin maddi ve manevi bütünlüklerini korumaya imkân sağlayacak niteliktedir. “Bu nedenle üzerinde durulması gereken husus, cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu olarak tutulan kişilerin sağlık durumunun ne ölçüde anılan yasal imkânlardan yararlanmayı sağlayacak nitelikte olduğu ve bu kişilerin sağlık durumu karşısında yürütülen işlemlerin yerinde olup olmadığıdır.”
“Yürütülecek işlemlerdeki eksiklikler ve yaşanacak gecikmeler, bu konuda hakkında başvuru yapılan tüm kişiler için geçerli olabileceği gibi somut olayda da ilerleyen hastalığının sebep olduğu kaçınılmaz sona doğru yaklaşırken A.K.’ye onurunu korumaya imkân tanımayacak, onu ailesinin desteğinden yoksun kalacak şekilde cezaevinde tek başına bırakmak anlamına gelecektir.”
Kimin, neden sorumlu olduğu ve gecikme konusunda bir karar verilmesi o kadar da önemli değildir. AYM’ye göre önemli olan husus; “A.K.’nin vefat ettiği tarihe kadar geçen yaklaşık yedi aylık süreçte (bürokratik işlemlerin) tamamlanamadığı görülmektedir. Buna, süreçte yer alan kurumların hangisinin/hangilerinin neden olduğunun tespitinin bir önemi bulunmamaktadır. Önemli olan husus, bürokratik işlemlerin doğru ve zamanında yürütülememesi nedeniyle A.K. açısından çok kritik olan kararın verilememiş olmasıdır.”
Ölümcül hastalığa yakalanmış ve sağlık durumu vefatından önce cezaevi koşullarına uygun olmayan hale gelmiş olmasına rağmen A.K ailesinden ayrı olarak cezaevinde ölmüştür. Vefatından iki gün önce acil olarak hastaneye sevk edilmiştir, yani son günlerde çektiği sıkıntı daha da fazlalaşmıştır. Anayasa Mahkemesi; başvurucuya içinde bulunduğu bu duruma rağmen “sevk edildiği hastanede yatarak tedavi görmesi imkânının da tanınmadığı görülmektedir” tespitini yapmıştır.
Sonuç olarak “A.K.’nin kanser hastalığının ve özgürlükten yoksun kalmanın kaçınılmaz ve doğal sonucu olan sıkıntıdan daha fazla sıkıntıya ve buna bağlı olarak insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye maruz kaldığının kabul edilmesi gerekmektedir” görüşüyle Anayasa Mahkemesi, Anayasa'nın 17. maddesinde güvence altına alınan “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı”nın ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa 17. maddeye göre, herkes yaşama maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.
Devlet, Anayasanın 17. maddesindeki insan hakkını tersinden okudu… Tedavi görmesi gereken kişiye dokundurtmadı. Tıbbı “zorunluluk” halinin tespiti ile uğraştı durdu.
Cezaevine insan kapatıyorsunuz… Sağlık sorunu çıkıyor tedavi yok, hasta ölüyor. Özgürlükle sağlık arasındaki teşhis ve tedavi yerine mevzuatla vakit yitiriyorsunuz… Her şey hukuk adına yapılıyor!
Cezaevinde ölen hastanın raporuna “hasta eks” oldu diye yazıp geçiyorsunuz. Eks, Latince "Exitus Letalis" kavramından gelir. Exitus kavramının ilk iki harfi olan "Ex" Türkçede "Eks" olarak okunur. Exitus Letalis, “ölümcül sonuç” demektir. Hasta “eks” oldu demenin bir diğer anlamı da “ölümcül seyreden hasta”dır. Türkiye’de cezaevlerinin içinde bulunduğu durumunun tıbbi teşhisi budur, hukuki tedavisi ise meçhuldür…
Tanı bu olunca, hapishaneler sürekli kanayan yaraya dönüşmüştür. Giderek yargı kararları cezaevinde ölümlere ve hastalara çare olmuyor ve çözüm üretmiyor, üretemiyor. Anayasa Mahkemesinin bu kararı çok önemlidir ve hayatidir… Bir daha “cezaevinde ölümler” yaşanmaması için insan haklarını koruyan kararlar üretebilirsiniz, hukuk adına ne kadar iyi ve ne kadar acı…
Ama ne işe yarıyor acaba? Derde derman, hastaya şifa olur mu dersiniz?
Türkiye ölülerini ve öldürdüklerini sayarak, raporlar ve kararlar yazarak yaşamayı seviyor…
Toprağa gömdüğümüz insanlarımızdan ve cezaevindeki hastalarımızdan geriye “gerekçeli kararlar” kalıyor, onları da tarihe gömüyoruz. (Fİ/HK)