Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) İşgücü Anketi sonuçlarına göre, Türkiye'de işsiz sayısı 2 milyon 335 bin, işsizlik oranı ise yüzde 10.6, eksik istihdam da yüzde 6.1.
İşsiz sayısında bir yılda 969 bin kişi artış görüldüğünü bizzat Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan ifade ediyor.
Veriler bir başka gerçeğin daha altını çiziyor: Kentlerdeki eğitimli genç işsizlerin oranı yüzde 27.8'i buluyor. Potansiyel işgücündeki atalet, sermaye birikimi sürecini de daraltıyor. Ürküten ve giderek artan işsizlik, ailelere giren gelirin düşmesine, dolayısıyla tüketimin azalmasına, böylece de iç talebin gerileyerek sanayiinin daha düşük kapasitelerle çalışmak zorunda kalmasına yol açıyor. Milli gelir ile ilgili açıklanan son veriler açıkça gösterdi ki, Türkiye 2001 yılında dehşetli kemer sıkmak zorunda kalmış, tüketimini azaltmış.
Toplumun işsizleri yeniden işlerine dönecekleri, yeni eğitimli işsizler iş kapılarının açılacağı günleri, esnaf, tüccar, sanayici talebin yeniden canlanacağı günleri bekleyedursun, 2002 ve izleyen iki yıl için "güneşli günler" pek olası değil. Çünkü, IMF ile yapılan üç yıllık stand-by anlaşması önceliği borçların ödenmesine, bunun için kamudan yapılacak tasarrufların öncelikle borç ve faiz ödemesine ayrılmasını öngörüyor.
Bu öncelik, ekonominin büyümesini otomatikman frenliyor ve daralan ekonomide fiyat artışlarının yavaşlaması ise, bu politikayı meşrulaştırıyor, hatta enflasyonda kazanılan zafer(!)i taçlandırıyor!? Bu "zafer"in daim olması için herkes fedakarlığa çağrılıyor!?.
Acil büyüme ve kamu katkısı?
Türkiye'nin işsizlerinin, yoksullarının, daha da ötesi üretken bütün kesimlerinin acil talebi büyüme. Hem de hızlı büyüme. 2001'de uğranılan gelir kayıplarını telafi edecek, işten çıkarılanları yeniden istihdam edecek, işsizlere yeni istihdam alanları açacak ölçüde yüksek büyüme!
Türkiye bu talebini daha yüksek sesle savunmalı. Yüksek büyümenin kaynakları, IMF'nin kontrolünde. Bu kaynaklar borçlara ve faizlere ödeniyorsa, bu suyun yönünü değiştirme, kaynaklarla borç ve faiz ödemek yerine yatırım yapılmasını istemek gerekiyor.
İçeride üretim ve yatırım iklimi kurudukça, özel sermayedarlar başka ülkelerde yatırımlara yöneliyorlar. Koç, en son genel kurulunda 2002 için düşündükleri yatırımların yarısını Rusya'ya yapacaklarını açıklarken her gün bir dizi büyük holdingin Balkan ülkelerinde, Kafkas cumhuriyetlerinde, hatta Avrupa'da yatırıma yöneldikleri görülüyor. Sermaye her yere gitmekte özgür, ama emek? Emeğin ayaklarına taşlar bağlı. O zaman ne olacak? Emek nerede iş bulacak? Emek için kim ne zaman yatırım yapacak?
Burada da ikili bir önlem gerekiyor. Birincisi sermaye ihracına sınırlama getirilmesi, sermaye hareketlerine kısıtlama getirilmesi, ikincisi; kamu kuruluşlarını, yerel yönetimleri, kooperatifleri yeniden yatırımcı, üretici kuruluşlar haline getirmek. Yatırım ve istihdam için yerli ve yabancının keyfini, doyurucu kar beklentisini karşılamaya ne sabır kaldı ne de böyle bir lüks var. Yatırım ve üretim! Öncelikli hedef bu olacaksa, kamusal işletmeler bu misyondan geri tutulamaz.
Fiyaskoyla sonuçlanmış özelleştirme operasyonlarıyla, işlevsizleştirilmiş, motivasyonu kırılmış kamusal işletmelere, yerel yönetim girişimlerine, kooperatiflere üretme misyonu yeniden tanınmalı ve kaynakların etkin kullanımı için de bu kuruluşlarda çalışanların özdenetimine olanak tanıyan örgütsel yapılanmalara gidilmelidir.
Bu tür önerilerin, özelleştirme tutkunu ve kamu sektörü düşmanı IMF'nin ve yandaşlarının hoşuna gitmeyeceği malum. Hele ki, büyüme için gerekli kaynağın, ancak borçlar ve faizlerde yapılacak tasarrufla sağlanacağı, sermaye hareketlerine kısıtlama getirilmesi gerektiği önerilerini duyunca, o beylerin tüylerinin yine diken diken olacağı malum. Ama, sorun da zaten bu uzlaşılmaz karşıtlıkta yatıyor.
IMF ve yandaşları küçülmeyi, toplumun ağırlıklı kesimi ise büyümeyi istiyor. IMF ve yandaşları kaynakların borç ödenmesine ayrılmasını, toplumsal çıkarlar ise büyümeye, yatırıma, dolayısıyla istihdam yaratılmasına yöneltilmesini istiyorlar.
Bu talebi sürekli gündemde tutmak, yatırım için de özel kesimin keyfini beklemeden hem altyapıda, hem sanayi ve hizmet üretiminde kamuya, KİT'lere yatırımcı, üretimci kimliklerini yeniden kazandırmak gerekiyor.