Cezaevindeki işadamlarından ikisi, sırasıyla Bilgin (Sabah Grubunun sahibi ve Etibank'ın eski patronu) ve Çağlar (Eski bakan ve milletvekili, Nergis Holding'in sahibi ve İnterbank'ın eski patronu), son çıkarıldıkları mahkemede "sadece işadamı olduklarını, suç işlemediklerini, borçlarını ödeyeceklerini, çete kurmadıklarını, tahliyelerini istediklerini" söylediler. Cezaevindeki diğerleri de (Garipoğlu vd.) aynı savunmayı bir çok kez yaptılar. Türk Ceza Yasasına göre, bir kimse suç işlediği hükümle kesinleşene kadar masum sayılır; ayrıca basın kanununun amir hükümleri süren davalarla ilgili yorumu yasaklar. Cezaevindeki burjuvaların masum olduklarını yasal olarak dava sonuçlanıncaya kadar kabul etmek zorundayız.
Dışarıdakiler
Dışarıdakiler ise yasal olarak zaten masumlar; bir kısmı, yolsuzluk soruşturmalarında sıralarını bekliyor, diğer bir kısmı ise diğerini daha önce DGM'ye göndermek için ellerinden geleni yapıyorlar. Özcesi, birbirlerine girmiş durumdalar: Uzanlar, İş Bankası ve Doğan Gurubuna yönelik bildik şantajcı yöntemleriyle yıpratma savaşını başlattılar. Bu savaş iki büyük medya grubunun kirli çamaşırlarını ortaya serdi. Tarafların "yolsuzluk" olarak birbirlerine atfettikleri olayların ortak niteliği ise şu: temelinde devlet kredisi kullanımı ya da vergi kaçakçılığı var...
Masumiyet ve Kapitalizm
Bazı olgular, gerçekte göründükleri gibi değildir. Bu yazı, aşağı yukarı aynı şeyleri yapan burjuvaların bir kısmı içerdeyken diğer bir kısmının neden dışarıda olduğu basit sorusu üzerine temellendi.
Şu adam öldürmek için çete kurduğu ileri sürülen Evcil ve bizzat paraları bavula doldurduğu ileri sürülen Demirel ayrı bir adli vaka ama, ya diğerleri, sermaye transferini biraz çabuklaştırmaktan başka ne yaptılar? Uzan medyası ile Doğan medyası, bize, her iki grubunun doğrudan sermaye yoluyla sermaye birikimi sürecini gösterdiler. Şu anda içerde olan Bilgin benzer bir doğrudan sermaye transferi dışında ne yapmıştı, gerçekten? Bilgin, zaten borçlarını bankası elinde kalsa, ya da başkasına devredebilse idi, on yıl içinde ödemeyecek miydi, Hazine'nin yeni kabul ettiği geri ödeme planı da bu değil mi? Şimdi dışarıdakiler, sermaye transferini daha gizli kapaklı ama aynı yollarla yapanlar ne olacak?
Peki, çiftçiden ürününü devletin verdiği izinle alıp, ürün bedelini bir buçuk yıl sonra ödeyenler ya da borsa spekülasyoncuları (Uzan medyasına göre Doğan da onlardan biri) ya da dolarla, salıncakta oynar gibi oynama gücü olan gavur bankaları ya da gelir transferi yoluyla vergi kaçıranlar (Doğan medyasına göre Uzan da onlardan biri) ne olacak? Çağlar ya da Bilgin "masumum" dediğinde, niye yalan söylemiş olsun ki; sadece, "her burjuvanın yaptığını yapıyorduk" demiş oluyorlar. Sadece, "bilemedik, uluslar arası mali sermayenin oyun bitti dediğini göremedik" diyorlar.
Dışarıdakilerin ne kadar masum olduğunu ise Uzan ve Doğan kavgası gösteriyor: Türkiye'nin en "namuslu" grupları olduklarını tabiatlarına uygun bir şekilde kanıtlıyorlar, rekabet kurallarına uyuyor ve birbirlerini boğmaya çalışıyorlar. Kullandıkları yöntemlere, birbirlerine yaptıkları suçlamalara bakınca, onların içerdekilerden ne kadar da masum olduklarını görüyoruz!
Neden: Sınırsız Sermaye Birikimi
TÜSİAD Başkanı Tuncay Özilhan, DGM TÜSİAD üyelerine de ulaşınca, devleti nazikçe uyarmış, işadamlarını içeri tıkmanın zararlarından söz etmişti, "Türkiye'de iş yapacak adam bulamayabilirdik!" Aslında Özilhan açıkça, şunu söylüyordu, "kapitalizm kapitalistsiz olmaz, kapitalistleri sanık sandalyesine oturtursanız, kapitalizmin doğasını sanık sandalyesine oturtmuş olursunuz."
Kapitalizm, bir sistem olarak sonsuz sermaye birikimi mantığı ile işler; şimdi çete dedikleri, gerçekte daha dün işadamlarıydı, şimdi yolsuzluk dedikleri, daha dün, halkın yastık altındaki birikimlerinin üretime kanalize edilmesi idi, ekonomi-politik dilince transfer yoluyla sermaye birikimi yani... Bir çete var evet, kapitalizmin bizzat kendisi...
Wallerstein, Bildiğimiz Dünyanın Sonu (Metis, 2001) adlı derlemesindeki Devletler ve Egemenlik makalesinde, egemen devletlerin esas işlevinin sermaye birikiminin güvencelerini sağlamak ve bizzat sermaye birikimini gerçekleştirmek olduğunu ileri sürer. Banka hortumlamak denen şey de, Wallerstein'e göre, kapitalistlere sermaye aktarımının (biriktirmenin), devletin topladığı vergilerden sonraki doğrudan yollarından biridir. Borsa, bu aynı transfer işlemini gerçekleştiği başka bir organizasyondur vs.
Dolayısıyla aslında, Malki cinayeti etrafında dönen entrikanın kahramanları bir kenara bırakılırsa, doğrudan sermaye transferi gerçekleştirmekten başka bir şey yapmayan içerdekiler ne kadar suçlu ise, bugün devletin doğrudan sermaye transferlerini "yasal" saydığı dışarıdakiler de o kadar suçlu. Turkcell örneğini alalım, aynen Telsim gibi tahsil ettiği vergileri devlete ödemiyor ve bu konuda Danıştay'da süren birkaç dava var. Ayrıca Turkcell bilançosu geçen sene "zarar" gösteriyordu. Bu, bu şirketin geçen sene kurumlar vergisi ödemediği anlamına gelir. Defterlerini bir kontrol etsek, acaba DGM'lik dosya çıkar mı? Bilemeyiz, sonuçta, her şey, yasalara uygundur!
Burjuvalar Cangılı
İyi de soru hala duruyor: neden kapitalistlerin bir kısmı içeride de bir kısmı dışarıda? Hem sabık bakan Koray Aydın'dan yolsuzlukları Marksistlerin yaptığını, iş adamlarımızın sadece iş yaptığını artık öğrendiğimize göre?
Bu tür sorular, insanı bildiğinden ediyor; ama neyse ki yanıtsız değil. Wallerstein, tarihsel bir sistem olarak kapitalizmde burjuvaların gerçek bir kast olmadıklarını ve tarihsel dönem içinde değiştiklerini ileri sürüyor. Arrighi, Uzun Yirminci Yüzyıl'da (İmge, 2000) bir tarihsel dünya sistemi olarak kapitalizmi analiz ederken aynı tezi kanıtlamaya girişiyor. Olgusal olarak burjuvaların bir kast olmadıklarını gösteren en büyük eser şüphesiz Braudel'in Kapitalizm ve Uygarlık'ı... Her yeni sermaye birikimi döneminde yeni burjuvalar çıkıyor, kapitalizm içinde de eşitsiz ve bileşik gelişme yasası çalışıyor.
Tabii bu burjuvalar cangılını anlamak için yeterli değil. Üstelik, sadece olgusal bir açıklama, bilimsel tarafı ise ekonomi-politikte var: Kapitalizm koşullarında burjuvalar arasında gerçek bir rekabet vardır. Bu rekabete rağmen, onları egemen sınıf halinde örgütleyen ve bir siyasal sistem olarak ta kapitalizmin yeniden üretimini sağlayan devlettir. Devletin sopası sadece işçileri hizaya getirmez, özel mülkiyetin güvencesini sağlar ve burjuvaları da egemen sınıf olarak örgütler. Türkçesi, bugünkü Uzan ve Doğan - İş Bankası kavgasında, devlet işi İş Bankası'na ya da Doğan'a bıraksa, bunlar, Uzanlar'ı afiyetle ve çiğ çiğ yerler. T. İş Bankası'nın DGM'ye Uzanlar hakkında verdiği şikayet dilekçesi, ne demek istediğimizin en somut kanıtıdır. Böyle durumlarda DGM Savcılığına ihbarda bulunmak adetten değildir; grubun Uzanlar'a olan hıncını gösteriyor bu sadece.
Yine de bizim gibi, bağımlı kapitalist formasyonlarda, her yeni dönemde burjuvaların bir kısmının içeride bir kısmının dışarıda olması ayrı bir sorundur. İttihat ve Terakki Fırkası, Çağlar Keyder'in Türkiye'de Devlet ve Sınıflar'da kanıtladığı gibi gayrimüslim burjuvaları temizlemeye girişmiş ve Milli Sanayi ve Milli Ticaret Şirketlerini kurmuştu. Malum, Koç ikincisinin ürünüdür; Milli Ticaret Şirketi'nin başkanının damadı idi; sonra büyümesi Ankara'nın burjuvalığını seçerek oldu. Ankara, İttihat ve Terakki'nin yarattığı ticaret şirketlerini tasfiye etti ve kendi sermayesini ve burjuva sınıfını yarattı. 1950'den sonra da sırasıyla Menderes, Demirel ve Özal burjuvalarını gördük; her biri diğerinin hilafına gelişip palazlanan... Doğrudan sermaye transferinin en trajiği ve halktan burjuvalara değil de gayrimüslim burjuvalardan Menderes burjuvalarına çizgisinde gerçekleşeni herhalde 6-7 Eylül olaylarında gayrimüslimlerin yağmalanmasıdır. Sahi, bu yazıyı okuyanların kaçı biliyordur, geçen gün K. ile başlayan meşhur bir giyim mağazasından aldığı giysilerin üreticisinin 6-7 Eylül vurguncusu olduğunu?
1990'lardan sonra ise evet iş çığrından çıktı. Çiller burjuvaları, Demirel burjuvaları, Mesut burjuvaları; bir de tabii Cumhuriyet burjuvaları (Koç, İş Bankası), 1950 burjuvaları (Sabancı, Karamehmet vd.), ordu burjuvaları (OYAK, TAI vd.)... Bu basit özet, bağımlı kapitalist toplumsal formasyonlarda, burjuvaların devletle ve siyaset sınıfı ile iç içe geliştiklerini ve onlara çok fazla bağımlı olduklarını, sermaye birikiminin esas aracı olarak da devletin başat olarak öne çıktığını ve tüm bu nedenlerle, devletin özerkliğinin arttığını gösteriyor.
Düzenleme ve Kriz
28 Şubat düzenlemesi ve IMF programı, Türkiye'de 1980'li yıllarda kökleşen "burjuvalar arası dağılım rejimi"nde bazı değişiklikler gerektiriyordu. Bunun, 1980'li yılların yarattığı burjuvaların cezaevlerine tıkılması ve bankalarına el konulması biçiminde çok sert yöntemlerle yapılması, alışık olduğumuz bir durum değil ama anormal da değil: Kriz, bu dönemde özellikle, sözü edilen düzenleme ve sertlik için vesile oldu.
Türkiye'deki sermaye birikimi rejiminin esaslı olarak değiştiğini elbette ileri süremeyiz. Ama, uluslararası sermaye için artık gerçekten oyun bitti. Oyun, büyüme masalına dayanıyordu; masal, maalesef mutlu sonla bitmiyor. Türkiye krizle karşı karşıya kalmasa idi de masal iyi bitmeyecekti, sermayenin uluslar arası temerküzü, beş temel sektördeki (Medya-İletişim-Ulaşım, Finans, Enerji, Otomobil, İnşaat-Çimento) oligarşik dünya pazarı eğilimini sürüklüyordu ve Türkiye'de özellikle son dönemde İnşaat ve Finans alanında doğrudan sermaye transferi ile palazlananların hiç şansı yoktu. Türkiye'de yolsuzlukların yapılmadığını hiç kimse ileri süremez elbet, ama Dünya Bankası raporlarının ima ettiği yolsuzluk, Türkiye'ye mali sermayenin görünmez elinin müdahalesi için uydurulmuş bir yalandan başka bir şey değil. Çünkü, bu yolsuzluğu kapitalistler dünyanın her yerinde yapar; bunun adı doğrudan sermaye transferi yoluyla sermaye birikimidir. Böyle söyleyince yolsuzluk olmuyor; çünkü, işçilerin sosyal güvenlik ve sağlık fonlarında biriken para-sermayeyi, burjuvalara peşkeş çekerken, burjuva profesörleri, "büyüme" için bunun gerekli olduğunu söylüyor.
Büyüme Çözüm Değil, Çözüm Kalkınma
Dünya Bankası, uzun yıllardır gelişmekte olan pazarlara "büyüme" ve "yönetişim" öneriyor. Kriz, bize bunun ne demek olduğunu gösterdi. İçerideki ve dışarıdaki burjuvalar da her gün gösteriyor; bu basitçe, burjuvaların ceplerinin dolması demek.
Çoğunluk için ihtiyaç ise, kalkınma... Yani, sosyal adalet, toplumsal gelişme (eğitim ve sağlık koşullarında iyileşme vb.), kültürel ilerleme ile birlikte ekonomik büyüme. Bunun yolu da demokratik planlama esaslarında örgütlenmiş bir ekonomiden geçiyor.
Burjuvalar Sıkıya Gelemez
Doğan ve Uzan Grubu medyası, birbirlerinin "yolsuzluklarını" teşhir etmekten yorulmuyorlar. Ama bu arada bir kampanya başlattılar. Ekonomi yazarları eliyle başladı bu kampanya. Mahfi Eğilmez (NTV), Ercan Kumcu (Hürriyet'ten) başı çekiyor. Salih Neftçi de (Star Gazetesi) isim vermeden katılıyor, zira aynı görüşleri ileri sürüyor. Kısaca söyledikleri, "İç pazarı canlandırın, yoksa bu program da işe yaramayacak! Büyüme durdu, küçülüyoruz ve daha da küçüleceğiz!" Bu felakete karşı, iç pazarın canlandırılmasını öneriyorlar. Önerinin haklılığı haksızlığı bir yana, zira, kapitalizmde kriz yapısaldır ve her çözüm yeni bir kriz doğurmaya mahkumdur, sorun, bu öneriyi dile getirenlerin ücretlerle ilgili hiçbir şey söylememeleri. Ne söylediklerini dinleyin, basitçe burjuvalara kredi musluklarının, kamu tarafından açılmasını öneriyorlar. İç Pazar, böylece genişleyecekmiş; tabii, burjuvalara verilenler, ücret olarak topluma dönecek ya... İç pazar nasıl canlanır? Çalışanların ücretlerinde yapılacak artışlarla, çiftçiye yapılacak destek alımlarıyla, küçük esnafa verilecek kredilerle değil mi? Bir makroekonomi öğrencisinin bile aklına gelecek ilk cevaptır bu, ama bunların aklına gelmiyor.
Burjuvalar sıkıya gelemez, bir kısmı içeride, bir kısmı da dışarıda cangıllarında yaşıyor ama illa da doğrudan sermaye transferi istiyorlar. Çünkü Ankara ilk burjuvalarını yaratmaya başladığından beri buna alışıklar.
Tarihten Küçük Örnekler
Şimdi, cezaevindekiler ve bankalarına el konulanlar (Demirel ve Çiller burjuvaları) banka hortumlamakla suçlanıyorlar; sanki Ankara'nın göz bebeği olarak kurulan İş Bankası tarihinde hazineden hiç mi yadım almadı? Bu yardımlar hiç geri ödenmediler ve İş Bankasını iş bankası yapan da bu yardımlar, yani doğrudan sermaye transferleri oldu. 1930'lu yıllarda, Celal Bayar yönetiminde banka tam iki kez iflasın eşiğine geldi ve hazineden karşılıksız aktarılan yardımlarla kurtuldu. Yani, doğrudan sermaye transferi olmadan sermaye birikimi gerçekleştirilemedi. Celal Bayar da mahpusa girdi ama, burjuvalar cangılındaki namussuzlar var, dolandırıcılar var yalanları nedeni ile değil, malum 27 Mayıs nedeni ile...
Daha yakın tarihlerde, Koç Grubu devletten Asil Çelik'i aldı. Sonra batırdı ve batık halde devlete geri sattı. Bu da doğrudan sermaye transferinin yollarından biriydi.
Kim Öle Kim Kala
Dışarıdakiler, masumlar, bize içerdekilerin neden içeride olduğunu sordurtan kavgalarını sürdürüyor.
Uzanlar bu savaştan sağ çıkabilecek mi? Hiç emin değilim, daha önce Çukurova ve Kepez Elektrik olayından yırtmışlardı, ama bu sefer işin içinde büyük biraderler de var ve Doğan Grubu büyük biraderlere daha yakın görünüyor. Yine de kimin ölüp kim kalacağı devletin müdahalesi ile belli olacak.
Biri ölse de, diğeri sağ kalacak, kapitalizmin yasaları işleyecek, burjuvalar cangılında kavga bitmeyecek. Ta ki, büyük çoğunluk, toplumsal zenginliğimizin eşit olarak neden hepimizin olmadığını sorana dek...