Bir hafta önceydi… Günlerden Cumartesi… Uçaklar akşam saatlerinde göğü yaran korkunç seslerle geçti. Savaş uçaklarının seslerine alışık bir kent olsa da hiç böylesi olmamıştı… Ardı ardına ve sabaha kadar uçaklar tüm göğü yardı, sesleri ise tüm Diyarbakırlıların uykularını!
Gece boyu yatağında olanlar “inşallah kimseye bir şey olmamıştır” diye dualar etti. Herkes biliyor nereye gittiğini de sonucundan korkuyorlardı… O korkunç ses her geldikçe kimi elindeki internete, kimi televizyona koştu: “Kaç uçak geçti? Kaç sorti yapıldı? Nereyi vurmuştu? Kayıp var mıydı?...”
Oysa İnternet erişimi yok denecek kadar az, sorularına yanıt alabilecekleri Kürt medyasına erişim ise yasaklanmıştı!
Çocuğu ya da yakını dağda olan için o gün ve sonrasındaki gün ve geceler ise geçmek bilmedi. Devlet kaynakları “onlarca terörist öldürdük, imha ediyoruz, inlerini başlarına yıkıyoruz…” dedikçe buradaki anaların, babaların, dostların yürekleri yandı, dilleri kurudu.
Sonrasındaki gün ve gecelerde tüm Diyarbakır bu korkunç sesleri dinlemeye mecbur oldu... Gece ve gündüz kalkan her savaş uçağının kendilerinden olan bir şeyi, doğayı, insanı, hayatı, umudu katledişinin zorunlu tanığı haline getirildi. Her gece “az sonra kimi katledecek” kaygısıyla dinlenen uçaklarla beraber yaşamaya mecbur bırakıldı. Bu durum bana neden bilmem gözaltılarda işkence olsun diye dinletilen müzikleri hatırlattı. Bir kent bir haftadır her gece; evladının, tanıdığı bir yakınının, kanından birinin canını almaya, yurdunun doğasını yıkmaya, ya da ormanını yakmaya neden olacak savaş uçaklarını elinden hiçbir şey gelmeksizin dinledi..
1 Ağustos gecesi de öyle başladı… Saat gece üç sularında başlayan savaş uçaklarının göğü yırtan sesi ile Diyarbakır uyandı. Uçakların sesi son bir haftanın en korkuncu, en nefret kusanı gibi geldi… Daha birkaç saat önce ismi lazım olmayan Bakan’ın biri “Kandili yıkacağız, imha edeceğiz” dememiş miydi?.. Sesi dinleyenler; “Az daha sürerse bu uçaklar Kandili değil ama göğü başımıza yıkacak” diye söylenip, kaygıyla sabahı etti. Saat 5’i henüz geçmişti ki ilk haberler internete, sosyal medyaya ve Kürt medyasına düşüverdi: “Türk savaş uçakları Kandil’de Zergele köyünü vurdu. Çok sayıda sivil hayatını yitirdi”
Günün ilk ışıklarıyla beraber bir köy içindekilerle yok edilmişti. "Kandil'i tamamen imha edeceğiz" diyenler Güney Kürdistan'da bir köyü bombalayarak çok sayıda köylüyü "imha" etmişti…
Dokuz haneli köyde tek sağlam ev kalmamıştı. Biri hamile 10 köylü hayatını yitirmiş, 15’i de yaralanmıştı! Zergelê köyünde yaşayan Suleyman Nebî Bokî, ilk bombalamada bir çiftin, sonraki bombalamada ise onlara yardım için gelen akrabalarının yaşamını yitirdiğini anlatıyordu.
Sonra yaşamını yitiren ve kimliği tespit edilen köylülerin adları tek tek haberlerde geçmeye başladı: “Salih Mihemed Emin , Karox Mihemed Emin, Heybet Mihemed Emin, Ayşe Xidir, Abdullah Kadir ve Necip Rojhilat…”
Hepsi Soran Kürtlerinden oluşan, IŞİD’in son Musul ve Kerkük saldırıları üzerine YNK peşmergesi olarak dönem dönem erkekleri savaşa gitmiş, siyaseten YNK’li olan 9 haneli bir köydü Zergele... Kandil’de olmaları hasebiyle PKK’lileri de tanıyor, Kürt politikasının değişik veçhelerini biliyorlardı. Şimdi o köy yok!..
Akşamı sokaklara sıkılan gazlarla, geceyi göğü yırtan uçak sesleri ile sabahı bu saldırılardan zarar gören insanları, doğayı öğrenmekle geçen Amed, Cumartesi sabahını işte bu Zergele köyünün imha edildiği haberiyle karşıladı…
Diyarbakır’ın bunca sarsıldığı ve gece boyu kalkan uçaklar yüzünden tanıklık etmeye mecbur kaldığı Zergele’nin imhasından Türkiye’nin batısı ne zaman haberdar oldu dersiniz? Öğleden sonra… “iddia edildi” kelimeleriyle biten bir iki yayınla… Peki öğrenenlerin tepkisi ne oldu dersiniz?
Hilal Kaplan’ın sözleri batının ne kadar bölge gerçeğine ve insanlık algısına bigane olduğunu haykırır gibiydi: “ …araştırılmalı. Doğruysa tazminat ödenmeli. PKK da sivil alandan derhal çekilmeli...” Kürtlere hiç de yabancı gelmedi bu kirli, acımasız devlet katliamını kan parası ile örtme mantığı. Roboski katliamını da AKP iktidarı öyle örtmek istememiş miydi? İçten içe katliamı haklı ve kaçınılmaz gören o dil yine karşılarına çıkmıştı: PKK olmasaydı bu katliam olmazdı iması!.. Roboski için “Kaçınılmaz kaza” diyenlerde aynı şeyi dememiş miydi?
Her şey ne çok tanıdık geldi burada ki insanlara bir bilseler…
Ama buradaki pek çok şey yabancı o Batı denen yerde duranlara… Mesela bir haftadır yaşanan savaşı, cenazeler gelmese bilmeyecekler! Zira gecelerini bölen savaş uçaklarını duymuyorlar. Bu savaş uçaklarının çocuklarını mı başka bir yerimi vurduğu kaygısıyla sabahı eden insanlar olmadılar. Sokaklardan eksik olmayan akrep ya da tomaların nerede ise her akşam bir yerlere gaz fişeği atmasının anlamını öğrenmeleri gerekmiyor. Rojava’dan gelen cenazelerle zaten ağlayan anaların yüreğinin dinlemeye mecbur kaldıkları savaş uçakları ile ne çok kanadığını henüz hiç biri bilmiyor…
Devlet sonuç itibariyle Kandil’de, bu insanların çocuklarını, sevdiklerini bombalıyor, bu insanların yurdunu paramparça ediyor… O uçaklar yabancı bir yeri yıkmıyor. Tam da yüreğin ortasını, barış köprülerini yıkıyor… Peki batıdakiler bu hakikati ne zaman anlayacak? Savaşı Diyarbakır, Mardin, Şırnak, Hakkari gibi yaşadığı vakit mi? Eksik olsun! Doğusunun yanının yangınını hissetsin yeter: Çünkü ateş her yerde yakar… (YG/HK)