Mektup, ilk olarak Waseem Ahmad Siddiqui’nin, Açık Radyo’daki Hüsnükabul programında okundu.
Aslında bu sabah uyandığımda birçok şeyi sorguluyordum.
Bugün bazı düşüncelerimi, bazı sorularımı paylaşmak ve aslında kişisel hikayemi ortaya koymak istiyorum.
Burada “güven,” meseleyi vurgulamak istediğim önemli bir konu.
Ben bir mülteciyim. Ve bir mülteci kampında yaşadım. Mülteci kamplarında yaşayanlarla birlikte…
Yani şu anda duyduğunuz bu ses bu yerin ürünüdür. Hem duygusal hem zihinsel hem de fiziksel olarak temelde bu yerin ürünüdür.
Hayatım boyunca bana hep misafir olduğum söylendi ve hatta bir nevi misafir olduğumu kabul etmeye zorlandım.
Ama, Allah aşkına burası artık benim evim.
Ve biliyorsunuz, siyasi açıdan da konuşursak, orada bana her zaman geçici bir hayat yaşadığımı söylediler.
Geri dönüş hakkı gerçekleştiğinde normal olacağıma söylendi. Ve gerçekten bu normalliği sorgulamak istiyorum.
Çünkü normal dediğimde… Yani galiba “senden” bahsediyorlar.
Ben ise geçmişi olmayan şimdiki andaki bu geçici alanda ebedi bir misafirim.
Peki bu konuyu konuştuğumuzu hayal edin, bu adamın hiçbir geçmişi olmadığını hayal edin. Bunun gerçekten ne kadar anlamlı olduğunu merak ediyorum ama aynı zamanda kendi kendime yüksek sesle düşünüyorum.
Özellikle bugünlerde dünyada olup bitenlerle birlikte düşünüyorum. Çünkü hepimiz biliyoruz ki vatandaşlar, vatandaş oldukları için ölüyorlar.
Devletlerin ve vatandaşların mültecilerle olan ilişkisi; şöyle söyleyeyim, iyileştirilmesi gereken bazı hasta insanlar var.
Normalleşmek, vatandaş olmak anlamında iyileşmektir, belki.
Bu yüzden bir vatandaşın nasıl bir hayata sahip olduğunu bilmek gerçekten ilgimi çekiyor.
Bu bir cennet mi?
Sonunda gerçekten bu hale mi gelmeliyim, yoksa siyasi hayal gücümüz var mı?
Ya da başka bir şey düşünebilir miyiz?
Ben de bu mülteci kampından yola çıkarak, bu yerde büyüdüm.
Kolektif sözlüğün -bir arada olma- anayasası dediğiniz zaman, yoktan var olmadı. Tam olarak burada sahip olduğumuz bu toplumsal hayata atıfta bulunuyordu.
Aynı zamanda hiçbir şey yönetilmeden bir araya gelen bir hayat.
Ben bunlara özerk alanlar demek istemiyorum. Bazen onlara benzer otonom diyoruz.
Ayrıca mekânlardan bahsederken aslında sadece mekânın fiziksellikten bahsetmiyorum.
Hayır hayır. Maddi olmayan bir duygulanım, maddi olmayan bir kültür var, burada.
Sürgün kültürü, mülteci kültürü. O alandaki birkaç yıllık tarih.
Gerçekten şunu sormak istiyorum, mücadelemiz sadece bu özel mülkiyete mi dönüyor?
Yoksa burada evde olmak bir şey ifade ediyor mu?
(WAS/AS)