HDP Milletvekili Garo Paylan 14 Ocak günü Anayasa değişikliği teklifinin 11. maddesinin görüşmeleri sırasında TBMM kürsüsünde yaptığı konuşmada “soykırım” kelimesi kullanınca üç birleşim ceza almış, sözlü sataşmalara maruz kalmış, sözleri de tutanaklardan çıkarılmıştı. Paylan konuşmanın öncesi ve sonrasını, konuşmayla ne murad ettiğini Agos için kaleme aldı.
* * *
Geçen hafta Hrant Dink anısına düzenlenen bir konferansa katılmak için Berlin'deydim. Konferanstan sonraki gün Alman Parlamentosu’nda bir grup milletvekili ile görüşmem vardı. Parlamento’nun bulunduğu Reichstag binasına girdiğimde, kulağıma çok hoş bir piyano sesi geldi. Kapıda beni karşılayanlara, sesin nereden geldiğini sordum. “Genel kuruldan” yanıtını aldım.
Dayanamayıp genel kurulun izleyici bölümünden içeri bir göz attığımda, o gün Yahudi Soykırımı’nı anma programı olduğunu söylediler. Parlamento doluydu. Tüm vekiller, Şansölye Angela Merkel ve bakanlar, genel kurul salonunda hazırdı. Parlamentonun tümü, Holokost kurbanları anısına olan bu piyano resitalini ve konuşmaları ayakta alkışladı.
Ne diyeyim, imrendim. Alman Parlamentosu, yakın geçmişte Nazi hükümeti tarafından işlenen büyük günahın mağdurlarını anıyordu. Ben ise bambaşka bir atmosferden geliyordum. Dünkü zulümle yüzleşemeyen, bugünkü zulmün fütursuzca sürdüğü ülkemden... Ülkem için hüzünlendim, gözlerim nemli görüşmeye geçtim...
Zira çok değil daha bir hafta önce, Anayasa teklifi üzerine söz aldığımda Osmanlı’nın son döneminde halkımın başına gelenlere değindiğim için, Meclis’ten atılmıştım. Ben bir Ermeni vekil olarak, 102 yıl öncesinin günahları hakkında konuşturulmazken, Almanlar, sağcısı, solcusu, iktidarı ve muhalefeti, kol kola ve büyük bir özgüven içinde kendi hatalarıyla yüzleşiyordu. Ve kimse Alman kimliğinin aşağılandığını düşünmüyordu.
Odyan’ın yazdığı Anayasa
Türkiye’de ise tarihin yapraklarını aralamak her geçen gün zorlaşıyor. Bakın ben bunu nasıl yaşadım. Berlin’deki anmadan bir hafta önce TBMM’de Anayasa değişikliği teklifi üzerine konuşmama "Büyük bir hata yapmak üzereyiz" diyerek başladım. "Ortak vatanımızda yaşayan herkesin benim anayasam diyebileceği toplumsal sözleşme özlemimiz var" dedim.
Amacım, vekilleri Osmanlı’da anayasa tartışmalarının başladığı günlere götürmek ve oradaki hataları hatırlatmaktı. Aslında Türkiye’de çok az kişi 1876'da ilk anayasamızın çok kimlikli bir komisyon tarafından çoğulcu bir anlayışla yazıldığını, kaleme alanın da Krikor Odyan olduğunu bilir. Bu anayasa Abdülhamid tarafından rafa kaldırılmış, 1908'e kadar süren bir istibdat dönemi başlamıştı. Sonrası malum... Demokrasi arayışları, Talat ve Enver Paşaların darbesi ve büyük yıkım...
Bugün Meclis’te tartışılan Anayasa taslağı, MHP tarafından “Türk’ün anayasası” olarak tanımlanmakta. Bu beni ürkütüyor. Çünkü o dönemlerde de Talat ve Enver Paşalar benzer bir mantıkla Türk'ün anayasasını devreye sokmaya kalktı; bazılarını makbul vatandaş, bazılarını yok saydı. Hatta bazılarını bizzat yok etti. 1913-1923 döneminde büyük katliamlarla, soykırımlarla, mübadelelerle, pogromlarla geçti; Ermeni, Süryani, Rum ve Yahudi halklarını büyük oranda kaybettik.
Ancak Meclis’te bunları söylediğimde, kıyamet koptu! “Soykırım” ifadesini kullandığım için parlamento tarihinde görülmedik bir ceza aldım. Anayasa görüşmelerinden üç birleşim boyunca men edildim; Meclis kürsüsünde yaptığım konuşma, TBMM tutanaklarından çıkarıldı.
Ertesi gün olan biteni internetten okuyan birçok dost, “Garo, haklısın ama şimdi zamanı mı soykırım tartışmasının? Memleket dikta rejimine doğru doludizgin gidiyor” dedi. Bu anlaşılırdı, çünkü bütün medya “Soykırım dedi!” diye inliyordu. Basına açıklama yapan iki soydaşım da konuşmamı “yersiz ve zamansız” bulmuşlardı. Şaşırmadım. Böyle dönemlerde eğilip bükülmeler olur. Korku, kaygı anlaşılabilir hisler.
“Peki adını siz koyun”
Oysa benim de niyetim aslında bu Anayasa curcunasında Meclis kürsüsüne çıkıp ille de ‘soykırım’ demek değildi. Zaten defalarca o kürsüden “soykırım” ya da “Ermeni soykırımı” dedim. Hiçbir sıkıntı olmadı. Bu kez de konuşmamın doğal akışında halkımın başına gelen felaketi hep yaptığım gibi soykırım olarak adlandırdım.
Ama bu sefer, hakaretler ve kriz... İtiraz edenlere “Peki adını siz koyun” dedim. MHP o gece, AKP’yi “Garo’yu Meclis’ten atmazsanız Anayasa teklifinden desteğimizi çekeriz” diyerek tehdit etti. Böylece AKP, MHP ve CHP’nin oylarıyla Meclis’ten çıkarıldım. Milliyetçi cephenin siyasi lincine maruz kalmıştım.
Oysa asıl amacım, polemik değil geçmişten ders çıkarmamız ve bu topraklarda aynı hatayı tekrarlamamamızı sağlamaktı. Osmanlı’nın son dönemindeki Anayasa yapım sürecinin nasıl çoğulcu bir toplumu alıp tekçi bir zihniyete sürüklediği, tek adam rejimlerinin ne tür suistimallere ve facialara yol açtığı ve bunun 2017’de Anayasa yapmaya çalışan bizler için ne anlam ifade ettiğini anlatmak istedim.
Ben, dedemin başına gelenlerin ve Anadolu’da yaşanan büyük yıkımın, bizler gibi siyasetçilerin yaptığı hatalardan kaynaklandığını en iyi bilenlerdenim. Meclis’in ortadan kalktığı bir sistem, aynı Meclis’i ortadan kaldıran Talat ve Enver’in yarattığı korkunç iklimi yaratacaktır. Mevcut Anayasa yapım süreci, Türkiye’de idare ve iradeyi, tek bir insana bağlıyor, tekçi bir ideolojiyi dayatıyor. Bu, o gün yaşanan felaketlerin tekrarını getirir.
Bunu görüp de söylememek, bu ülkeye, bu topraklara, bir arada yaşadığımız insanlara ihanet değil midir?
Hep beraber kazanabiliriz
Kaygılıyım. “Türk’ün anayasasını yapmak” için yola çıkan, işe başlamadan önce Kürt vekilleri büyük bir iştahla cezaevine yollayan ve kendi vekillerine gizli oy verdirecek kadar cesareti bile olmayan bir Meclis’in, yetkileri tek bir kişiye vermesi, hayırlı sonuçlar doğurmayacak.
Bakın, Hıristiyan ve Yahudi toplumlar, Osmanlı’nın son döneminde tekçi bir anlayış yüzünden Anadolu’da yüzde 40’tan binde 1’e düştü. Bizler büyük bedeller ödedik. Ama sadece bizler değil, herkes eksildi, birkaç adamın günahı yüzünden herkes kirlendi.
Benim açımdan mesele, sadece Meclis’te ifade özgürlüğümün gaspı, seçilmiş iradeye saygısızlık ya da “o kelimeyi” kullanıp kullanmamam değil. Bunlar da önemli. Ama asıl ürkütücü olan, Türkiye’nin tam da kendi tarihinin “Sakın yapma!” diye uyardığı yola girmekte kararlı olması, adeta milli mutabakata dönüşen tahammülsüzlük ve denge-denetim-freni olmayan otoriter bir rejime doğru doludizgin sürüklenme hali...
Yeni dönemin yok saydıkları, ya sessizliğe bürünecek, ya isyan edecek, ya da göç edecekler. Aynı 100 yıl öncesi gibi... Hepsi bu ülkeyi yaralar, hepsi bu ülkeyi eksiltir. Hep beraber kaybedeceğimiz bir döneme girebiliriz.
Oysa hep beraber kazanabiliriz.
10 yıl önce Hrant Dink’i verdiğimiz bu acılı topraklar, bugün topyekûn güvercin tedirginliğinde yaşıyor. Bu tedirginlik, haksız değil. Biz Ermeniler, bunu en iyi bilenlerdeniz. O yüzden bilerek sizlere, çoğunluğa sesleniyorum.
Gelin, yol yakınken bu tarihi hatadan dönelim. (GP/HK)
* Fotoğraf: Berge Arabian