Emre Aydın, geçen yıl Editör Kitap diye bir kitabevi kurdu. Sıfır ve ikinci el kitap satıyor, aynı zamanda yazarlara editörlük hizmetleri veriyor. Onun bu cesur girişimi zaman zaman umut veriyor bana. Çoğu zaman da ilgili konular üzerine kafa patlattığımız oluyor. Konuşuyoruz, tartışıyoruz, aynı ya da farklı yerlere düşüyoruz. Yazarlara, yazıya, kitaba, kitabevlerine ve yayıncılığa karşı belli görüşlerimiz var ve bunlar uzun bir arkadaşlığın biriktirdiği şeyler de aynı zamanda. Ben, bu ortak aklımızın gücüne her zaman güvenmişimdir. Bakalım siz ne düşüneceksiniz.
Umarım sorular ya da cevaplar, sadece bu metinle sınırlı kalmaz. Üstüne konuşmaya, tartışmaya devam ederiz.
Editör Kitap’ı “bağımsız, genç, düşünceli bir kitabevi” diye nitelendiriyorum. Hatta sırf bağımsız olduğun için bile desteklenmen gerektiğini düşünüyorum. Neden kurdun, neler yapıyor Editör Kitap?
Evet, geçen yılın sonunda Editör Kitap’ı kurdum. Bu zamana kadar yaptığım işler hep bir patrona bağlı olarak yaptığım işlerdi. Sen de biliyorsun, benim son kurumsal işimde biz seninle eski iş arkadaşıyız. Neden kurduğumun ilk cevabı biraz yaptığım işlerdeki son kararı kendimin vermesi isteğiydi açıkçası. Bu anlamda bağımsız olmak çok güzel. Yıllardır kendi işimi yapmak istiyordum ama cesaret edemiyordum buna. Çeşitli olanaksızlar da vardı.
Pandeminin herkes gibi beni de büyük bir olumsuzlukla etkilemesi sebebiyle Editör Kitap’ı kurdum. İnsanlık için küçük benim için çok büyük atılım oldu. Büyük bir heyecanla işleri yürütmeye çalışıyorum. Editör Kitap’ın yaptığı birçok iş var. İlk olarak kitap satılıyor. Bir kitabeviyiz biz. Bunun yanı sıra benim yıllardır uğraştığım birçok işi de Editör Kitap çatısı altında topladım. Editörlük faaliyeti, metin yazmak vb. işleri de yapıyoruz. Kitabını yazmış ama göndereceği yayınevinden de dönme ihtimalini düşürmek isteyen yazarlara yardımcı oluyoruz. Dosyasını değerlendiriyoruz. Kitap kapağından dizgisine kadar her şeyi yapıyoruz işte. Kısacası yazıyla ve kitapla ilgili her şeyi yapıyor Editör Kitap.
Peki, önünde ne gibi projeler var Editör Kitap’ın? Yakında çeşitli atılımlarının olacağını kuşlar söyledi bana.
Düşünüp durduğum birçok proje var kafamda lakin hem zamansızlıktan hem de çoğu zaman ekonomik açıdan beklemek zorunda kalıyorlar. Ben Editör Kitap’ın her mecrada yaşayan ve insanların hayatına dokunan bir yer haline dönüşmesini çok istiyorum. İnternetten sokağa kadar her yerde insanlarla buluşalım istiyorum.
Bunun ilk adımı kitaplarımız vasıtasıyla okurların kitaplıklarında bize de yer açmasıydı. Sağ olsunlar çok kısa bir zamanda bizi benimsediler, yer açtılar. Mutlu olduklarını ve memnuniyetlerini görebiliyorum. Şimdi sırada yazar adaylarına cesaret vermek ve edebiyat üzerine açmak istediğim bir internet sitesi, neler okuduklarını ve neler düşündüklerini çok merak ettiğim kişilerle yapmak istediğim bir podcast serisi var. Bir de kitap satırlarının altını çizmeye kıyamayan, okuduklarını hatırlamakta güçlük çeken, arşivci yönünü hiç kaybetmemiş insanlar için de bir ajanda tasarlamaya çalışıyoruz. Yakın zaman projeleri olarak bunları yapmak istiyorum.
Birkaç zaman sonra da Editör Akademi çatısını kurup burayı sanatın her alanında faaliyet gösteren bir yer haline dönüştürmek istiyorum. Yazı, resim, müzik atölyeleri, sergiler vs. Çok uzak zaman projesini ve hayalini de sen zaten biliyorsun. Bir yayınevi.
Kitap siparişlerine eklediğin sevimli notlarla okuyucuların gönlünü çalıyorsun. Bu hakikaten hoş bir jest oluyor. Nereden aklına geldi bu, neler diyorlar bu notları görenler?
Bu soru bir başka röportajda da sorulmuştu tekrar anlatayım. Hayatımız artık tekdüze bir hal almaya başladı. Sürekli internetten alışveriş yapıp, gelen paketi açıp hiç durmadan hayatımıza devam ediyoruz. Ben de böyleyim ama bu durum benim canımı çok sıkıyor. Biraz farklılık katmak istedim açıkçası. İnsanlar Editör Kitap’tan gelen paketleri biraz da bizden geldiği için beklesin istedim. Kitabı her yerden alabilirler sonuçta. Paketleri gelsin, üzerindeki notları okusunlar… Hayat en azından bir dakikalığına yavaşlasın.
Hayatın robotluğu beni deli ediyor, bize dair olan ya da olacak şeyler çok azaldı. Bu düşüncelerden dolayı çıktı not meselesi. Notlarla ilk defa karşılaşanlar çok mutlu oluyor. Şu ana kadar olumsuz hiçbir dönüş olmadı tam tersi senin de belirttiğin gibi hoş bir jest olarak görüyor herkes. Hatta bizim notlarımızı biriktirip koleksiyon yapan, buzdolabındaki magnetlerinin altına sıkıştıranlar bile var. Çok mutlu olmuştum böyle bir geri dönüş aldığımda. İnsanların hayatına dokunmaktan bahsederken biraz da bu tip şeyleri kastediyordum.
Biraz önce bağımsız kitabevi konusunu da açmış bulunduk. Bağımsız kitabevlerine dair ne gibi düşüncelerin var? Aslında şunu demek istiyorum: “Bağımsız” denince ilk akla gelen “arkasında bir güç olmayan, kendi yağıyla kavrulan” oluyor. Halbuki bağımsızlığın işin A noktasından B noktasına kadar farklı farklı alanları olduğunu düşünüyorum. Sen nasıl bakıyorsun bu “bağımsızlık” olgusuna?
Bağımsız kitabevlerine dair düşüncelerim, bağımsız bir kitabevi sahibi olarak elbette ki olumlu. Daha fazla olmalı. Maalesef artık mahallelerde, semtlerde neredeyse hiç kitapçı kalmadı. Çocuklar artık kitapları dokunarak, inceleyerek almaktan çok uzaklar. Elbette bir işletme açısından bağımsızlık denince arkasında hiçbir güç, en azından bir yayınevi gücü, banka gücü, büyük sermaye gücü olmayan, akla geliyor. Bu açıdan bakıldığında hepimiz kendi yağımızda kavrulmaya çalışıyoruz.
Kitap sektörünün bakkallarıyız biz, süpermarketlerin gölgesinde onlara direnerek ayakta kalmaya çalışıyoruz. Nereye kadar gider bu şekilde bilmiyorum tabii ki, çok zor ama direnmek keyifli. Bağımsızlık olgusuna ben biraz da kendi hayatım açısından bakıyorum. Editör Kitap’ı da bu bağımsızlığa uygun açıdan yönetmeye çalışıyorum. Bağımsız bir kitabevi olmanın getirdiği en büyük avantaj hayatımızın kişisel alanına göre de burayı yönetebiliyor olmak bence.
Kitapçılık bence çok politik bir iş. Hayatımızın bütün damarları politikanın etkisindeyken Editör Kitap’ın da bundan azade duruyor gibi görünmesini istemem açıkçası. Bu anlamda bağımsız olmak çok önemli. Hiçbir sermaye sahibi sana gelip “Sen bu tweeti attın, sen şu olay hakkında yazdın ve satışlarımız şu kadar düştü” diyemez. Çünkü yazılmalı. Varsın iki kitap az satılsın pek önemli değil. Bugün kadına şiddetin politik bir mevzu olduğunu düşünüyorsam ve Editör Kitap bununla ilgili bir ses çıkarmıyorsa kitap satmasının da projelerinin de hiçbir manası yok. Ben bu sesi, kitap paketlerine koyduğum notlarla çıkarmaya çalışıyorum. Bağımsızlık iyidir.
Sana, “Bu devirde kitabevi mi açılır?” diye çok soran olmuştur. Ben ihaleyi şöyle artırmak istiyorum: Özellikle bu devirde kitabevi kayıpları yaşamaya devam edersek, ne olur? “Piyasa” nasıl gidiyor yani?
Kitabevi açma fikrini ilk babama bahsetmiştim. “Bu devirde kitabevi mi açılır?” demedi sağ olsun ama “Emin misin?” diye sormuştu. O şartlar altında emin olmak zorundaydım. Kendi hayatımın da çok önemli bir evresinden geçiyordum ekonomik ve psikolojik olarak ama işin içine girince tabii karşılaştığın başka gerçekler de insanın suratına çarpmıyor değil. En azından biraz önce bahsettiğimiz bağımsız bir kitabevi olmanın ekonomik açısından zorluğu daha ilk aydan vergi ödeme zamanı geldiğinde bir tokat gibi çarpıyor gerçekten.
Ülkenin ekonomik durumu hakkında yorum yapmaya gerek yok. Sadece bu şartlar altında birçok kitabevinin kapanacağını biliyorum. Başka başka kitabevlerinden mesajlar alıyorum ben çok sık şekilde. Kitaplarımı devrediyorum vb. şeklinde. Çok üzücü bir durum bu. Kitapçı gezmek, rafların arasında kaybolmak, bir kitabı ararken, “Şunu da buldum, aaa bunun baskısı bitmişti hiçbir yerde bulamıyorum sizde varmış” demek artık kalmıyor maalesef.
“Piyasa” süper-hiper artık adına ne dersek bu marketlerin ve koca koca internet sitelerinin tekelinde dönüp duruyor. Kitapçılığın ruhu giderek ölüyor. Böyle giderse okurlar kitaplarını görece ucuza almaya devam ederler ama bizim raflarımız giderek küçülür. Her şeyin bir tık uzakta olması durumu her zaman çok iyi değil maalesef. “Bu devirde kitabevi açman çok değerli, takdir ediyorum” diyenler de az değil. Dayanışma ile gemimizi su üzerine tutmaya çalışıyoruz.
Aynı zamanda öyküler yazdığını biliyorum. Çeşitli yerlerde zaman zaman yayımlanıyorsun. Genç bir yazar adayısın. Ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsun yazı hayatında?
Evet, elimden geldiğince bir şeyler karalıyorum. Gönderiyorum, yayımlanıyor falan. Genç bir yazar adayı mıyım onu tam olarak bilmiyorum bence bu sektördeki genç değerlendirmesi yanlış. Bu konu üzerine bambaşka bir konuşma yapılabilir o yüzden dağıtmak istemiyorum. Yaşadığım en büyük zorluk: Zaman. Yazmaya eskisi kadar zaman bulamıyorum. Bu beni fazlasıyla üzüyor. Hayat o kadar hızlı ki gün bittiğinde okumak için birkaç dakika bulursam kendimi şanslı sayıyorum. Yazdığım metinleri de artık, araya büyük bir hatır gönül ilişkisi girmediği müddetçe, bir yere yollamıyorum. Üzerinde çalıştığım iki kitap düşüncem var. Vakit buldukça onların başına oturuyorum. Bazen yazıyorum bazen konular hakkında taramalar yapıyorum.
İkinci zorluk da dingin ve derli toplu bir düşünceler bütününe sahip olamamak. Kafamda ve defterimde bunu oturup muhakkak yazmam gerekiyor dediğim o kadar çok düşünce ve kısa kısa notlar var ki… Sağ olsun ülkemiz ekonomik açıdan oturup yazma lüksünü tadabileceğiniz bir ülke maalesef ki değil. Sadece iş olarak gelen metinleri yazıyorum ve gönderiyorum. Artık Editör Kitap’ı istediğim ve bensiz de bütün işlerin hallolabileceği bir seviyeye getirip tamamen işin mutfağına geçmek gibi bir düşüncem var. Yazacak ve anlatacak çok şey var.
En büyük zorluk hem yazarlık hem editörlük hem de kitapçılıkta bağımsızlık olmak anlayacağın. Bir de işin yazdıklarını yayınevine gönderip bekleme sancısı var tabii ki… “Genç yazar adayları”nın pek dikkate alındığını söyleyemem ama bu da bambaşka bir konu.
Hadi biraz ofansif kuvvete başvuralım. Ben bizim gibi genç yazar adaylarının ya da yayıncılıkla ilgilenen genç arkadaşların, işin büyüsüne çok çabuk kapıldığını düşünüyorum. B-C sınıfı yayınevlerinin kitap hazırlığında ufacık tefecik katkılarda bulunanlar bile kendilerini editör, redaktör, yayıncı falan diye adlandırıyor. Bunun sahte bir başarı hissini doğurduğunu söylemek mümkün mü? Hakikaten nitelikli iş ortaya koymaktan çok vasat olandan hızlıca statü arzusuna dönüşen bir algı mı var, gözlemlerin neler?
İşin büyülü bir iş olduğunu kabul ediyorum. Yazmak çok acayip bir şey gerçekten. İyi ya da kötü yazmaktan bahsetmiyorum ilk olarak. Eylem başlı başına büyülü. O yüzden sıfırdan boş bir sayfanın başına oturup hayatında ilk defa bir şeyler yazan insanların heyecanını anlayabiliyorum. İnsanların yazılarını duyurmaya olan ihtiyaçlarını, gereksinimlerini de anlayabiliyorum. Sonuç olarak bir metni okuduğumuzda bize kötü gelse de o metin yazarı için biriciktir ve her yazar az ya da çok okunmak için yazar. Bunun çığırtkanlığını yapmak doğru mudur yanlış mıdır biraz daha oturaklı mı olunmalıdır soruları başka bir tartışma konusu. Bence biraz deneyim ve kendini kanıtlamakla ilgili bir konu bu. Seninle de sık sık konuştuğumuz konulardan bir tanesi bu insanların kendine hemen bir unvan bulması ve artık “ben buyum” demesi konusu. Çiğ durduğunu düşünüyorum ben bunun. Lakin şöyle de bir gerçek var ki yaşadığımız bu çağ artık bir “marketing” çağı. Artık markaların değil kişilerin de reklama ihtiyacı olduğu bir dönemdeyiz. Reklamın gerekli olduğunu düşünenlerdenim. Reklamın içeriği nasıl olur, tam olarak insan hangi işini, yeteneğini pazarlar bunu bilemem. En nihayetinde, bizim içinde bulunduğumuz sektör açısından konuşacak olursak, ortaya bir kitap çıkıyor ya da bir şeyler karalıyoruz öykü çıkıyor. Bunu duyurabilirsin. Ortaya çıkan iş kötüyse zaten kendini belli eder ve reklamın hiçbir değeri ve anlamı kalmaz. Sen de yazıyorsun, link paylaşıyorsun, duyuruyorsun ve ben hepsini okuyorum. Senin öykülerini birkaç okumadan sonra okunmaya değer bulmasam istersen bin kere reklamını yahut çığırtkanlığı yap, hiçbir önemi yok.
Bir de vasatlık konusu var ki benim en büyük derdim. Unvanlardan geçilemediği için vasatlıktan da geçilemiyor. Bu çürüme dediğimiz şeyin uçları hep birbirine değiyor maalesef birbirleriyle ilişkili şeyler. Elif Çongur bana “Editör olunabilen bir şey değil” demişti. Sonu yok çünkü. Şimdi ben kendime nasıl oldum diyebileyim. Yaptığım işlerden biri sadece editörlük eyvallah ama çok uzun bir yol. Her dosya başka macera çünkü, sen de biliyorsun. Can Kozanoğlu’ndan Tanıl Bora’ya kadar okuyabildiğim, dinleyebildiğim kadarıyla herkes bu fikirde. Son olarak, kötü öykü de iyi öykü de kötü editörlük ve redaksiyon da kendini işlerin sonunda muhakkak belli eder. Ne kadar reklamını yaparsan yap ya da kendine kaç tane unvan takarsan tak.
Bu konuyu şöyle derinleştirelim mi? İnternetin verdiği güven, kişinin yetersizliğini kapatması için bir şapka görevi görüyor sanki. Kişi, yayınevlerinde yer bulamıyor ya da yazıları yayımlanmıyor. O da küsüp kızıyor ve kendi butik yayın veya yazar markasını kurup satış yapmaya çalışıyor. Bir nevi “onlar kaybetti” oyunu oynuyor. Usta-çırak ilişkisine küsmeli mi yayıncı ya da yazar adayı? İnternet insanı emeklemeden yürütür mü hakikaten?
Şapka görevi görüyor ama bu sadece kişinin kendi düşüncesi oluyor çoğu zaman. O şapkanın ya da şemsiyenin birçok yetersizliği kapatmadığını görebiliyoruz. Bir nevi kendini rahatlatma gibi düşünüyorum ben bunu. Küsüp kızma da yine kişinin kendi tercihi oluyor çoğu zaman ya da biliyorsun yayınevlerinin yıpratıcı ve sabır gerektiren süreçleri… “Onlar kaybetti” düşüncesi çok keskin bir fikir tabii ama insanın yaşadığı kişisel süreçler de önemli.
Butik yayın ve yazar markalarına karşı değilim. Birçok yayınevinden olumsuz cevap almıştır ama kendine düşüncesine göre o kitap muhakkak yayınlamaya değerdir. Buyursun yayınlasın, satabiliyorsa satsın. Örnekleri çok az ama gerçekten çok nitelikli ve gözden kaçmış bir kitapsa ikinci baskıda muhakkak bir yayınevinin dikkatini çekecektir zaten.
Usta – çırak ilişkine küsmek çok yanlış olur. Bir kaybetme ya da kazanma oyunu varsa asıl oyun bu ilişkide bence. Bir çırağın ustasına küsmesini, en azından iş bazında, yanlış buluyorum. Ben mesela Elif Çongur’dan öğrendiklerime küsebilir miyim? Taş olur insan. Yayıncılık konusunda keza deneyimlerimi kazandığım kişilere küsebilir miyim? Ben kaybederim. İnsan ne kadar çok internetten oradan buradan reklamını yapsın, emeklemeden koşsun fark etmez. Sonunda düşer. Ben emeğin ve toz yutmanın değerli bir şey olduğuna inanıyorum. Yazacaksan da satacaksan da o tozu yutacaksın. İnternet insanı emeklemeden yürütebiliyor ama çarpık yürüdüğün belli oluyor. Örneklerine rastlıyoruz.
İlla ki senin gibi bir kitabevi sahibi olmak isteyen ama bir türlü cesaret edemeyen çok kişi vardır. İlk elden, ne önerirsin o cesaretlerini toplamaları için? Çünkü senin de “son bir cesaret” bu işi kurduğunu biliyorum.
Benim “son bir cesaret”im hayatta kalabilmek adınaydı açıkçası. Dışardan işler gelmiyordu, pandemi dolayısıyla işsiz kalmıştım ve benim bir sürü kitabım vardı. Editör Kitap’ın serüveni böyle başlamıştı. Ben insanlara akıl vermeyi pek sevmiyorum. “Kitabevi sahibi mi olmak istiyorsunuz? Eğer gerçekten isterseniz muhakkak başarabilirsiniz.” gibi saçma sapan kişisel gelişim önerilerinde de bulunmam. Söyleyebileceğim yegane şey, kitapçılık zor ve çok sabır gerektiren bir iş. En nihayetinde birçok iş kolu gibi insan iletişimine dayalı ve sabır çok önemli. Bir de kitabevi hayali olanlar varsa orada burada bıraktıkları, ellerinden giden kitapları muhakkak geri istesinler…(EDK/AS)