Geride kalan 1 Mayıs'ın tek bir fotoğrafı yoktu kuşkusuz. Ama aklımızda kalacak olan fotoğraf her şeye rağmen 32 yıl sonra, 1 Mayıs'ın 100. yılında emekçileri temsilen hatırı sayılır bir kalabalığın 1 Mayıs marşı eşliğinde Taksim'e çıkmış olmasıdır. Tatil ilan edilmesi de cabası.
Diğer fotoğraflara gelince...
Meydanlar halkın değil mi?
Süreç boyunca devlet nezdinde yapılan açıklamalar "Havada bulut Taksim'i unut" yönündeydi.
İtirazlarını tam da bu lakaytlıkla yaptıklarını, kentin meydanlarının o kentin yaşayanlarına, halka ait olduğu ön kabulünden izah edebiliriz.
Vali Muammer Güler'in "olmazlanmasının" son anda "mızmızlanmaya" dönmesiyle yaklaşık bin kişiye Taksim "izni" çıktı, adına "makul sayıda insanın anıta çelenk bırakması" denildi.
Aksi söz konusu olduğundaysa yani işçi bayramının kitlesel kutlamasının Taksim'de yapılması halinde polisin görevini yapacağı söylendi.
Geçen yıl yaşanan şiddet hatırlanınca "polisin görevi" demek gözdağından, tehditten başka bir şey anlamına gelmiyordu.
Önceki yıl olduğu gibi bu yıl da polis şiddeti gündemde oldu.
Yer gök polisti
Bu yıl polisin daha az "orantısız şiddet" kullandığına ilişkin tespitler doğru bile olsa eksik kalır.
Her şeyden önce polis "göz açtırmadı, nefes aldırmadı, adım attırmadı".
Taksim ve civarında yer gök polisti.
O kadar çoktular ki o kadar işgal ettiler ki "şiddet kullanmaya gereksinim duymadılar" diyebiliriz.
Kaldı ki şiddet uyguladılar da. Bu ayarsız dozun neye göre ayarlandığını Vali Güler açıkladı:
"Onlar emekçi değil yasadışı gösterici."
Yasalarda bile yasa dışı gösteri yok, emekçilik işçilikten ibaret değil. Ekonomik krizse sürüyor, sürerken tüm çalışanların ve işsizlerin, ev içi emek üretenlerin, öğrencilerin hakları gasp ediliyor.
Pangaltı ya da arka sokaklar
Sabahın erken saatlerinde Pangaltı'dan Taksim'e aralarında DİSK, KESK, CHP ve yurt dışından sendikaların da bulunduğu kurumlar polis ablukası eşliğinde kortej oluşturup küçük adımlarla yürüyebildiler. Neredeyse on dakikada bir polis tarafından durdurulup sıkı pazarlıklarla yollarına devam ettiler.
Aralarında Ahmet Türk, Filiz Koçali, Akın Birdal, Ufuk Uras, Tayfun Mater, Ertuğrul Kürkçü, Ahmet İnsel, Osman Kavala, Ayşe Buğra, Server Tanilli, Süleyman Çelebi, Sami Evren, Hayri Kozanoğlu, Gençay Gürsoy'un da buluğu kalabalığın sayısı yaklaşık iki bindi.
Taksim, Şişli, Mecidiyeköy üzerinden çoğu yolun kapalı olduğunu düşündüğümüzde bu rakam iyi bir rakamdı.
Ne zamanki İstanbul Emniyet müdürü Celalettin Cerrah Pangaltı'da boy gösterdi işte o zaman binlerce kişi aslında daha kalabalık olacakken izin verilmemesini onu yuhlayarak, ona pet şişe atarak protesto etti.
Ancak Halasgargazi'nin arka sokaklarında da 1 Mayıs kutlanıyordu.
O arka sokaklarda yürüyüşe katılmak isteyip de barikata takılanlar arasındaysa SDP, EHP, ESP, Alınteri, Halkevleri, Halk Cephesi, anarşistler, 68'liler grupları vardı.
Polis onlara gaz sıkmaktan, copla vurmaktan "imtina etmedi". Tabii ki gazdan etraftaki herkes etkilendi; gazeteciler, sendikacılar, civardaki esnaf, evlerinde oturan semt sakinleri...
Sendikaların onların da yürüyüşe katılması için ısrarı, güvenlikleri konusunda uyarıları çok faydalıydı.
Polis: Çeksene ulan/çekme ulan
Polis şiddeti sadece bizim değil polisin de gündemine girmiş: Sığındığım büfeye beni itekleyerek dalan bir polis sapan aracılığıyla kendine atılan boya bombasının yüzünde bıraktığı izi göstererek "Bunu da çeksenize ulan, sonra da polis şiddet kullanıyor diye yazıyorsunuz" dedi.
Sonra büfedekilerden biri "Ama siz de az değilsiniz" dedi. Polis yüzünü silerken bir dolu küfür etti, aynı şekilde beni itekleyerek çıktı.
Caddede bir başka polis meslektaşının attığı gazdan etkilenmiş yüzünü yıkarken gözü boynumdaki fotoğraf makinesine takıldı, "Çekme ulan" diye bağırdı.
Konu çekip çekmemeye gelince sarı basın kartı meselesine değinmezsek olmaz.
Polisin bu konuda bilgisinin olmadığı aşikar.
Basın sektöründe 212'ye tabi olmak ve 1-3 yıl süre çalışmak gerekiyor. Halbuki çoğu uzatmalı stajyer konumunda gibi çalışan muhabirlerin sarı basın kartı olması beklenemez.
Dolayısıyla bizlerin basın çalışanı olduğumuzu teyit eden tanıtım kartlarımız polis tarafından tanınmalı, haber yapmamız engellenmemeli.
1 Mayıs'a dönersek, sabah Cihangir'in alt üst olmasının dışında öğle sularında uğradığımız Tarlabaşı'nda az önce çatışma çıkmış, ortalık savaş alanı gibiydi.
Olayı izleyen bir gazeteci bir gencin molotof atarken gömleğinin ateş almasını anlatıyordu.
Olay yerindeki polislere takviye mühimmat getirildiğini de ekliyordu.
İstiklal Caddesindeki fotoğraf ise polis ve açık olan mağazaların tezgahtarlarından ibaretti.
Patronlarının 1 Mayıs'ın tatil ilan edilmesine rağmen çalıştırdığı personel caddenin boşluğunu fırsat bilip voleybol oynadılar.
Caddeye paralel ara sokaklardaysa Güler'in "yasadışı" diye yorumladığı grupların gergin bekleyişi vardı.
Sokaklara taşan televizyonlardan yayılan ses aynıydı: Taksim'de 1 Mayıs'tan haber anonsları.
Arka sokaklarda yaşanan şiddet, çatışma, arbede, gerginlikten bahsederken en temelinde murat edileni hep hatırlatmak gerek ki o da 1 Mayıs İşçi Bayramını Taksim'de kutlamak.
İşte bu devlet, emniyet güçlerinin görmediğini 1 Mayıs'ta Taksim'deki garson, tezgahtar, semt sakini gördü, gazdan etkilenene limon, sirke yetiştirdi, sokak aralarında kaçışanlara kapılarını açtı.
Sonunda Pangaltı'dan gelen binlerce insana Taksim'e ulaşabilenlerin de katılımıyla 1 Mayıs Taksim'de, Kazancı'da katledilenlere saygı duruşu yapılarak gerçekleşti.
1 Mayıs marşı çalarken kalabalık halaylar çekiyordu.
Taksim ulaşabilenlere hak ettikleri ilgiyi göstermek gerek. İçlerinde feministler, Lambdaistanbullular, Çağdaş Avukatlar Grubu, "Halkın takımı" pankartıyla Beşiktaş taraftarları dışında sabahtan beri köşe başlarında meydana çıkmak için bekleşen büyüklü küçüklü vatandaş grupları var.
Hep atılan sloganın bir kez daha ne kadar gerçek olduğunu anladık: Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz.
Her ne kadar bu grupların içinde sendikalara "Taksim'e böyle mi (polisle, baskıyla ve bir avuç) çıkacaktık" eleştirisi gelse de tüm olup bitene rağmen inat etmeleri gelecekteki 1 Mayıs'lar için, Taksim'e özgürce çıkmak için heyecan ve umut vericiydi. (EZÖ)