"Pixote: En Güçsüzün Yaşam Savaşı", 1980 Brezilya yapımı film. Yönetmenliğini Héctor Babenco'nun üstlendiği bu başyapıt, Martin scorsese tarafından kurulan The Film Foundation'ın World Cinema Project çalışması kapsamında restore edildi.
Restorasyonu George Lucas'ın ailesinin kurduğu vakıf üstlendi. Film, Janus Films tarafından restore edilmiş haliyle yeniden dağıtıma girdi ve Türkiyeli izleyiciyle de MUBI aracılığıyla buluştu.
Film, birçok yabancı eleştirmen tarafından 1980'lerde çekilen en iyi 10 filmden biri olarak değerlendirildi ve uluslararası düzeyde de büyük bir başarı elde etti. 1982'de En İyi Yabancı Film kategorisinde Altın Küre'ye aday gösterildi. Yine En İyi Yabancı Film kategorisinde 1981'deki Oscar adaylığı kabul edildi; ancak adaylığına izin verilen tarihten önce sinemalarda gösterime girdiği için diskalifiye edildi.
Kasım 2015'te Brezilya Film Eleştirmenleri Birliği (Abraccine) tarafından düzenlenen tüm zamanların "En İyi 100 Brezilya Filmi" listesine girdi.
Kuyunun dibi
"Pixote: En Güçsüzün Yaşam Savaşı", yönetmen Héctor Babenco'nun size kuyunun dibini gösterdiği filmlerden biri. Film, eleştirmenler tarafından çoğunlukla 2002 Brezilya-Fransa ortak yapımı Tanrı Kent (Cidade de Deus) ile karşılaştırılıyor, ancak aslında tüm bu yapımların öncüsü. Hatta belki Yılmaz Güney'in yönetmenliğini üstlendiği 1983 yapımı Duvar'ın da.
Babenco filmde, Brezilya'nın suç işleme oranının dünya ortalamasına göre son derece yüksek olduğu São Paulo kentinde ve kentin ıslah evlerinde yaşayan çocukların yaşamına odaklanıyor.
Film, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yapımı bir belgeselle açılıyor. Belgeselde, Brezilya'daki çocuk nüfusu ve bakıma muhtaç çocuk sayıları gibi bazı veriler veriyor. Üsttenci bir bakış açısıyla kurgulanan belgesel için, daha sonra yapımcısı özür dilese de Brezilya sokaklarında bakıma muhtaç bir şekilde yaşamlarını sürdüren çocukların tüm özel yaşamları, uğradıkları istismar gözler önüne seriliyor.
80'lerde Brezilya
1980'ler ve erken 90'lar, Brezilya'ya yüksek enflasyon oranları ve artan yoksullaşmanın damgasını vurduğu seneler. Bu senelerin Brezilya ve Latin Amerika için "kayıp yıllar" olarak addedilmesi boşuna değil. 1970'lerin "mucize" yıllarından eser kalmayan bu dönemde, çok nüfuslu hanelerde neredeyse herkes yaşamını idame ettirebilmek için çalışmak zorunda.
Geleneksel ataerkil aile yapısından bağımsız olarak kadınlar da –özellikle anneler– çalışmaya teşvik edildiği için çocuklar tüm gün evde yalnız kalmak, karınlarını kendileri doyurmak zorunda. Bunlar elbette ailelerin bakımını üstlendiği çocuklar. Bir de çocuklarını ıslah evlerine bırakmak zorunda kalan ya da kendi isteğiyle bırakan aileler var. İşte "Pixote: En Güçsüzün Yaşam Savaşı" bu ıslah evlerinden birinde kalan çocukların yaşam hikâyelerine odaklanıyor.
Oyuncular profesyonel kimselerden değil, yine São Paulo sokaklarında yaşayan çocuklardan oluşuyor.
Çocuklar hayatta kalma becerilerini geliştirmiş olsa da kapatıldıkları bu mekânda çok daha fazla devlet duvarına çarpıyorlar. Ve bu sefer şunlar olmaya başlıyor: Çocuklara işlemedikleri suçlar yıkılıyor, ıslah evi onlar için daha da çekilmez hale getiriliyor ya da ekseriyetle kötü muameleye maruz kalıyorlar.
10 yaşındaki Pixote
Filme ismini de veren Pixote, São Paulo'da bir gecekonduda yaşayan, dokuz çocuklu bir ailenin 10 yaşındaki oğlu. Filmi onun gözünden/perspektifinden izlemek apayrı bir his.
Pixote, başlangıçta her an saldırıya uğrayacağını düşündüğünüz ve bu endişeyle yaklaştığınız; ancak film ilerledikçe hayatta kalma beceriyle sizi kendisine hayran bırakan bir çocuk. Filmde Pixote'yi canlandıran Fernando Ramos da Silva'nın gerçek hayatta 1987 yılında, São Paulo polisi tarafından öldürülmesi ise tüm hikâyenin ve filmin özeti gibi.
Cinayetten sonra görgü tanıkları Silva'nın silahsız bir şekilde yerde yattığını doğruladı. Yakın mesafeden sekiz el ateş edilen Silva'nın bedeni, savunma pozisyonunda bulundu. Olaydan sonra hiçbir polis tutuklanmadı, sadece göstermelik olarak birkaçı teşkilattan uzaklaştırıldı. Cinayetle ilgili bir belgesel çekildi: "Who Killed Pixote?"
Lilica
Filmde Pixote'ye, ıslahevinden iki arkadaşı daha eşlik ediyor. Bunlardan biri Lilica. Lilica trans bir çocuk. Islahevinde trans bir çocuk olmayı tüm ağırlığıyla yaşıyor ve o da diğerleri gibi 18 yaşına gelince buradan ayrılmanın hayalini kuruyor.
Lilica ve Brezilya'yla ilgili ilginç bir detay: Lilica, gözaltına alındığında polis ona hem kimlikte yazan (atanmış) ismiyle hem de kendi seçtiği ismiyle hitap ediyor. Şu an Brezilya'daki LGBTİ+ mücadelesini ve kazanımlarını düşündüğümüzde çok mümkün görünen bu durum, olay 1980'lerde geçtiği için biraz kafa kurcalayıcı. Ancak Brezilya'daki köklü ve güçlü LGBTİ+ hareketi mücadelesi için ayrıca bakınız: Indianara (2019).
Islahevinden bir gece çıkan isyanla kurtulan Lilica, Pixote ve Dito şimdi sokaklarda çanta kapmaya, sarhoşları soymaya, uyuşturucu satmaya ve zar zor kullandıkları silahlarla insanları tehdit edip paralarını almaya geri dönüyor.
Sueli
Yolları bir noktada seks işçisi Sueli ile kesişiyor. Sueli, hepsinden yaşça büyük. Pixote ve arkadaşlarının yeni görevi ise Sueli'yi korumak ve Sueli'nin eve gelen müşterilerini silahla tehdit ederek paralarını almak. Bu iki taraf için de mükemmel bir çözüm, çünkü Sueli sevişmek istemediği kimseyle sevişmiyor, çocuklar da başka bir işte çalışmak, örneğin uyuşturucu satmak zorunda kalmıyor ve herkes parasını alıyor.
Ancak gemi her zaman böyle "durgun" bir suda ilerlemiyor ve olaylar bir noktadan sonra sarpa sarıyor.
Burada tabii ki hem rahatsız edici hem de zihne kazınan Pixote ve Sueli'nin yatakta oturduğu, Sueli'nin Pixote'yi emzirdiği sahne bahse değer. Fakat bunun hem çok kurgulanmış hem de çok doğal bir sahne olduğu fikrinden kurtulmak en azından kendi açımdan zor. Çünkü Pixote annesi olmayan bir çocuk, Sueli ise gebeliğini kendi elleriyle engelleyen ve anne olmak istemediğini ısrarla söyleyen bir kadın.
Her koşulda, filmin çekildiği seneyi de hesaba kattığımızda, filmin geneli kadar sert ve acımasız sanırım bu sahne de.
(TY)