Bir grup insan nasıl olur da kendi kültüründen bu kadar utanır hale getirilir?
Konya Doğanlar Mahallesi, adını duyunca herkesin ürktüğü, şehrin göbeğinde ama şehirden aforoz edilmiş Abdal yerleşkesi. Şehrin en işlek ve en eski caddeleri ile arasındaki mesafe sadece bir iki sokak. Sokağa girdiğinizi mahallelinin sosyo-kültürel farklılıklarından ziyade sizi karşılayan şalvar dükkânlarından anlıyorsunuz. Çehreler yaşlı ve çaresiz, duvarlar ise insanlara inat rengârenk.
Kahvehanede sohbet ettiğimiz yaşlılar mahalleye 60-70 sene evvel geldiklerini söylüyor. Horasan, Van, Erzurum, Aksaray ve daha nicelerinden…
“Savaşlardan dolayı dedelerimiz çıkıp gelmiş buralara bir umut. O zamanlar kültürümüz kötüymüş. Dedelerimiz de cahilmiş. Affedersiniz rakı içip semah dönerlerdi!”
Geçmişi anlatırken ne kadar utanç ve tiksinti duyarsa, bugün o kadar sahiplenileceğini düşünerek devam ediyor sözlerine: “Zamanında cahildik. Birileri gelmiş ‘din bu’ demiş biz de inanmışız. Şimdi Kuran öğrendik, tefsir okuduk, kadınlarımız umreye gidecek yakında. Çok şükür devletimiz mahalleye cami yaptı, Kuran kursu açtı.”
Abdallık kültüründen ‘arındıklarını’ kerelerce vurgulayarak “Biz de aynı sizin gibiyiz artık. Müslüman Türk’üz. Ben de her Türk vatandaşıyla aynı muameleyi görmek istiyorum” diyor.
“Mahallemize artık cemaatler geldi” diyerek tekrardan altını çiziyor ne kadar Müslümanlaştıklarının ve övünerek örnek gösteriyor: “Nakşibendiler var. Kadiriler var.”
“Önceden allı pullu düğünler yapardık burada. Kadınlarımız çeşit çeşit kıyafetler giyerdi. Şimdi ise bunlardan kurtulduk. Artık kapalı giyiniyorlar. Hem israftan da kurtulmuş olduk!”
Kıyafetlerini değiştirerek Abdallık kültüründen sıyrılmanın ‘avantajlarını’ sıralayan amcanın bu durumu kanıtlamak için anlattığı kayda değer: “Ben artık karımla, torunumla AVM’lere gidebiliyorum. Kıyafetimizden dolayı da dışlanmıyoruz. Eşime ‘hanımefendi’ diye hitap ediyorlar. Ne güzel. Fena mı?”
O sırada başka biri atılıyor lafa: “Hala kimliğimizde Doğanlar yazdığını gören iş vermiyor, ev kiralamıyor. Belediye buraya bir çocuk parkı bile yapmadı. Yangın çıksa itfaiye saatler sonra geliyor. Başka bir mahallede olsa böyle yapmazlar ama!”
Herkes gibi olma bilme adına yok edilen kültür
Anlaşılan o ki şehrin göbeğinde yaşayan bu insanlar her ne kadar toplumun genel geçer kurallarına ve geleneklerine kendilerini adapte etmeye çalışmışlarsa da yaranamamışlar kimseye. Ne kendileri olabilmişler ne de olmaya çalıştıkları…
Yaşadıkları baskılar ve dışlanmışlık sonucu kendi kültürlerini suçlayacak duruma getirilen mahalleli “90’larda gerçeği, doğruyu fark ettik. Müslüman olduk. Biz ne oyuz ne buyuz. Sadece Müslümanız” diyor. Kahvehanede oturan başka biri “Dinimiz İslam, kitabımız Kuran, peygamberimiz Muhammed” diye araya giriyor (Bunu en az 2-3 kez daha tekrarlayacak)
“Sağ olsun devlet 1993’te buraya baktı. Mahallemize imam gönderdi. O semahlar, cemler falan kalmadı.”
“Niye 93?” diye soruyoruz. Ama net bir cevap çıkmıyor. “Belediye o tarihte geldi” diyorlar.
Tam kalkmak üzereyken bir kişi giriyor kahvehaneye, masaya gelerek “Sizi kim gönderdi?”, “Abdalları nereden duydunuz?”, “Aptal değil ha Abdal!” diye sıralayıveriyor.
Oturduğumuz andan beri kültürlerinden sıyrıldıklarını vurgulama çabası veren ahalinin üzerine bu sinirli abi bir umut kaynağı oluyor bize. Tam konuşacak derken “Onlar yeterince konuşuyor zaten bana gerek yok” diyerek sitemli bir şekilde susmayı tercih ediyor. Kahvehanedekilerle birbirlerini sevmedikleri her hallerinden belli.
Artık anlatılanlardan ziyade mahalleyi gezmek istiyoruz. Mahallenin muhtarı ile birlikte kalkıyoruz. Sokakları gezerken bir yandan muhtarın anlattıklarını dinliyor, bir yandan da mahallenin pek de kahvehanede anlattıkları gibi olmadığına şahitlik ediyoruz.
Muhtar başlıyor çektikleri sıkıntıları anlatmaya: “İşsizlik oranları çok yüksek. Kimse bize iş vermek istemiyor. Gençlerimizin tamamına yakını uyuşturucu kullanıyor. Daha geçen 18 kişiyi aldılar. Gençlerin yarısı cezaevinde; gasp, öldürme, yaralama, uyuşturucu… Diğer yarısı AMATEM’de. Düzenli bir işleri olmadığı için birçoğunun SGK’sı yok. Mahalle ile hastane bitişik denebilecek kadar yakın da olsa sağlık olanaklarından yararlanamıyoruz.”
Doğanlar’da yürümeye devam ederken elimizde fotoğraf makinesini gören çocuklar düşüyor peşimize. Dört kişi yürüdüğümüz sokaklarda artık kalabalık bir grup halinde ilerliyoruz.
Çocuklarla sohbet etmeye başladığımızda aralarından bir kaçını tanıdığımızı fark ediyoruz. Çünkü akşamları öğrencilerin yoğunlukta yaşadığı Bosna Hersek mahallesine gelerek kafelerin önünde mendil satıyorlar.
Halkın geçimini nasıl sağladığını sorduğumuzda, muhtar: “Kimi pazarlara çıkıyor. Kimi İstanbul’dan mal getiriyor, genelde kıyafet ve ayakkabı. Nadir de olsa zurna veya davul çalanlarımız var. Önceden çoktu ama artık yok denebilecek kadar az buralarda. Çerçilik (*) çok yaygın. Üç tekerlekli arabayla gezip bir şeyler satarlar.
Yürürken fark ediyoruz görece daha iyi konumda olan evlerin kapısının önünde muhtarın bahsettiği o üç tekerlekli arabalar var. Ama pek çoğunun ortak talebi bunları bırakıp SGK’lı bir iş bulabilmek.
Kentsel dönüşümün biçtiği: Onlara 3 bin bize 300 lira
Belediye ile aranız nasıl?
“Her söylediğim şeye beklemede diyorlar. Ne evet, ne hayır… Hep beklemede.”
Evlerin tapuları var mı?
“Var tabi. Eğer olma bir dakika bile durdurmazlar bizi burada!”
Evlerin kapıları çoğunlukla ortak bir avlu etrafında birleşiyor. Bine yaklaşan nüfusu var mahallenin. Bir şekilde buradan gitmek istiyorlar. Ama ne kiracı olarak gidebiliyorlar başka bir yere ne de ev alacak güçteler. Kentsel dönüşümün başlaması mahallede bir umut yaratmış olsa da bu durum kısa sürmüş.
Doğanlar mahallesi merkezin hemen arka tarafında. AVM ile arasında kısa bir mesafe var. Az ileride hastane… Konum olarak oldukça iyi sayılabilecek bir yer. Ama anlaşılan o ki, bu mahallede arsaların fiyatını belirleyen şey mahallede kimlerin yaşadığı.
Muhtar, “Bizi buradan çıkarttıklarında evlerin müşterileri hazır. Arka tarafımızdaki hastanede çalışan doktorlar, hemşireler hepsi buradan ev alacak. Bizden ucuza alıp on katı pahalıya satacaklar. Bizimle aynı bölgede olan mahallelere metrekaresi 3 bin liradan fiyat veriyorlar. Bize gelince 300-400 lira. Arsalarımızın ne kadar değerli bir yerde olduğunun farkındayız. Hakkımız olanı vermedikleri sürece bu sefaleti de yaşasak buradan gitmeyeceğiz” diyor.
Abdallar hakkındaHaklarında yeterli yazılı kaynak olmamasından dolayı pek çok bilgi karmaşası bulunan Abdallar 13. Yüzyılda inanç sistemleri ve etnik kimlikleri ile tarihte yer alıyorlar. Göçebe ve yarı göçebe bir yaşam tarzına sahip olan Abdalların çoğu günümüzde yerleşik bir hayata geçmiştir. Kimi kaynaklara göre Abdallar Hindistan’dan, kimi kaynaklara göre de Horasan’dan Anadolu’ya göç etmiştir. İnanç sistemleri olarak Ortodoks İslam’dan ayrılan Abdallar yer yer Şamanizm yer yer ise Alevi-Bektaşi inancına mensup olarak karşımıza çıkmakta. Şamanizm ile Alevilik inancını harmanlayan bir nüfusta mevcuttur. Çoğunlukla Akdeniz ve Orta Anadolu’da yaşayan Abdallar geçimlerini; çerçilik, dilencilik ve düğünlerde davul-zurna çalarak sağlarlar. Önceleri kalaycılık ve bohçacılık ile de uğraşan Abdallar, son zamanlarda bu mesleklerin bitmesi ile ekonomik durumlarının bir hayli kötüye gitmesinden şikâyetçi. Evlilikleri genellikle kendi içlerinde gerçekleşen, şen şakrak düğün ve rengârenk kıyafetlerle Abdalların bir kısmı kültürlerini devam ettirmeye çalışıyor. Abdallar genellikle ekonomik yönde sıkıntı çekseler de düğünlerinde bu durum farklılaşıyor. Gösterişli ve eğlenceli bir düğün için hiçbir masraftan kaçınmıyorlar. Bu da Abdallar için düğünlerin ne kadar önemli olduğunun bir göstergesi. |
(*) Üç tekerlekli el arabası ile mahalleleri gezerek yapılan takas ve ikinci el eşya satımı.