Bu bütünüyle gerçek dışı ve yanlış bir değerlendirmedir. Savaş lobisi BM kararının, Cumhurbaşkanı başta olmak üzere asker yollama kararının alınması için uluslararası meşruiyet gerektiğini vurgulayan cenahların kaygılarını karşılamakta yeterli olduğunu özellikle dile getirdi. 1500 sayılı karar ve kararın en canalıcı yeri olan birinci madde şöyle diyor:
"Güvenlik Konseyi, geniş temsilli Irak Yönetici Konseyi'nin 13 Temmuz'da kurulmasını, Irak'ın egemenliğini uygulayacak, Irak halkı tarafından oluşturulacak, uluslararası alanda tanınan ve temsil kabiliyetini haiz bir Irak hükümetinin oluşturulması yolunda atılmış önemli bir adım olarak memnuniyetle karşılar".
Dört husus
Burada bilmemiz gereken dört önemli husus var.
İlkin, Güvenlik Konseyi hiçbir surette istilacı devletlerin tayin ettiği Irak Yönetici Konseyi'ni Irak'ın temsilcisi addetmemekte, onu salt bir adım olarak görmektedir.
İkincisi, toplantı tutanaklarında, oylama sonrası söz alan devletlerin ve özellikle Almanya, Çin, Fransa, Rusya ve çekimser kalan Suriye'nin Irak'ın sadece Iraklılar tarafından idare edilebileceği ve seçimlerden önce sorumluluğun BM'de olması gerektiğinin altını defaatle çizdikleri görülüyor.
Üçüncüsü, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İngiltere kaleme aldıkları ilk karar tasarısında "memnuniyetle karşılar" fiilinin yerine "onaylar" (endorses) fiilini önermiş ve diğer üyelerden koridorlarda edindikleri menfi intiba sonucunda bunu "memnuniyetle karşılar" olarak değiştirmişlerdir.
Son ve bununla bağlantılı olarak diplomatik dilde "welcomes" yani "memnuniyetle karşılar" fiili, hele sıfatlarla güçlendirilmemiş ise varılan mutabakatın asgarî derecelerinden birisini ifade eder.
Sonuç olarak uluslararası camia için 1500 sayılı Güvenlik Konseyi kararının vurgusu Irak'ta atama değil seçim sonucu ortaya çıkacak bir meşruiyet ve BM'nin bu süreçteki rolü üzerinedir. Nitekim aynı kararla kurulan UNAMI yani BM Irak'a Destek Misyonu'nun görev tarifi son derece siyasî ve seçimlerin hazırlanmasına yöneliktir.
Yeterli bulunsa da...
Bütün bunlara rağmen 1500 sayılı karar Türkiye'de, istila gücüne takviye göndermek için yeterli bulunabilir. Ancak, bunu yaparken uluslararası camianın ve özellikle Almanya, Fransa, Çin, Rusya ve komşu Suriye'nin karardan böyle bir yorum çıkarmadıklarını bilmek gerekiyor.
Bilmemiz gereken bir diğer olgu da bugün ABD'nin sorununun, Irak'ın enkazını BM'ye ne zaman devredeceği ve devrettiğinde etkisinin ne kadar olacağıdır, yoksa enkazı devredip devretmemek değil.
Bugün Irak'ta ABD'nin propagandasını yaptığı "barışı koruma" misyonu diye bir olgu yok aksine işgale direniş ve gerilla savaşı var. 1940'lardan bu yana faaliyette olan, Fransız ve İngiliz müstemlekecilere karşı direnmiş ve kazanmış, İttihat Terakki geleneğinden feyz almış, pozitivist bir dünya görüşünü savunan ve Saddam Hüseyin diktatörlüğüne rağmen ayakta kalmış Baas Partisi'ni yasaklamak Türkiye'yi işgal edip Halk Partisi'ni yasaklamak gibi yanlış bir davranıştır.
Buna, her çeşit yabancı mevcudiyetine alerjik olan Şii çoğunluğu eklemek gerekiyor. Türk veya herhangi başka bir ülke askerinin böyle bir ortamda yapabilecekleri sınırlıdır. Nitekim bugün ABD'nin uluslararası gönüllü koalisyon adını verdiği Moğolistan, El Salvador ve Nikaragua gibi ülkelerden müteşekkil güce mensup askerlerin tek etkinliği kendilerini korumaktan ibarettir.
Askerin Irak'ta işi?
Dolayısıyla Türkiye'deki savaş lobisinin gönderilmesini istediği askerin Irak'ta ne işe yarayacağı konusu açık değildir. Türk askeri orada, örneğin, korkudan önüne gelene ateş açan ABD askerinden Iraklıları mı koruyacak yoksa aksine Iraklı direnişçinin gazabından ABD askerini mi?
Kimi yetkililerin temenni ettiği ve Hersek'te daha önce yapıldığı gibi bayındırlık, imar işleri ve sağlık hizmetlerine odaklanmış bir görevi mi olacak? Öyle olacaksa neden ille müsellah birlik yollamakta ısrar edilir?
Kaldı ki Türk askerinin ifa edeceği söylenen insanî vazife sürekli altyapıyı tahrip eden direnişçilerce acaba ne derece hoş karşılanacaktır? Ve genelde Türk askeri nasıl karşılanacaktır?
Bu sorulara cevap vermek durumunda olan yetkili ağızlar kaynağı meçhul bir takım istihbarata dayanarak "istendiğimizi" söylemeye çalışıyor.
Bugün Irak gibi kapalı bir toplumda hiçbir ülke istihbaratı güvenilir bilgi edinme durumunda değildir. Ayrıca Bağdat'taki sefaretlerde çalışanlar bırakın istihbaratı burunlarını dışarıya çıkartacak durumda değiller.
Türkiye'ye gelince, bugün ne bürokrasimiz ne de akademik dünyamız, 1920'lerde sırtımızı döndüğümüz Arap-Müslüman dünyasını bilmek ve anlamak için gereken birikim ve araçlara sahiptir.
Kuzey Irak'a müdahale
Kuzey Irak'a müdahale hülyasına gelince, Irak batağına her geçen gün daha fazla saplanan biçare ABD'nin, günün birinde herkes evine döndükten sonra, koyu şüpheci Batılı müttefiklerine ve uluslararası camiaya övünerek gösterebileceği tek "başarı" Irak Kürtlerinin kazanımlarıdır. ABD bunu hiçbir surette Türkiye'nin korkularına feda etmez.
Bugün bulunduğumuz yerde kâh "ABD ile ilişkilerimizi iyileştirmek" tabir edilen anlaşılmaz bir politika adına kâh askerle iyi geçinmek uğruna saf tutan hükümetin önünde tehlikeli bir tuzak durmakta.
Savaş lobisi, Irak'a asker yollama konusunda varolduğu farz edilen ulusal mutabakata ilaveten 1500 sayılı BM kararının yorumunda yapıldığı gibi uluslararası mutabakata da varılmış görüntüsünü teşvik ediyor, bir yandan da kamuoyunun milliyetçi ve fetihçi güdüleri "vatan toprağını korumak" masallarıyla kaşınıyor.
Bu "kutsal mutabakat"a karşılık asker yollama kararının Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ağırlıklı Meclisten çıkmayacağı ihtimali üzerinden iktidar hedef gösteriliyor ("top artık AKP'de").
Tezkere kararı çıkmazsa AKP iktidarının suçlanacağı, Avrupa Birliği (AB) uyumu ve yolsuzlukla mücadele gibi hayatî şantiyeleri içeren icraatın zarar göreceği bir durum ile veyahut tezkere çıkar da asker gönderilirse, askerin başına gelebilecekler sonucunda ortaya çıkacak feci durum ile tanımlanabilecek bir tuzak bu.
Askeri yollarla çözüm
İktidarın bu tuzağı bertaraf etmesi hiç fikri sorulmayan ancak 1 Mart kararına sevincini açıkça belirtmiş olan topluma sırtını vermesiyle ve dış politika rotasını, gözü dönmüş savaş lobisinin "yurtta sulh cihanda barış" düsturundan dahi feyz alamadığı Mustafa Kemal'in felsefesini bugün temsil eden AB'den yana çevirmesiyle mümkün.
Ama öte yandan her şeye ve yaygın muhalefete rağmen asker gönderilecek olursa, bunda da bir hayır olabileceği söylenebilir. Türkiye gibi otoriterlikle demokrasi arasında gidip gelen ülkeler iç ve dış sorunlarına genellikle askerî yollarla çözüm aramayı adet edinmişlerdir.
Fakat günün birinde, Yunanistan'da Albaylar Cuntası'nın, bilfiil desteklediği Kıbrıs'taki darbenin Türkiye tarafından sonuçsuz bırakılması sonucu çökmesinde ve Arjantin'deki cuntacı generallerin Falklands/Malvinas adacıklarını işgal ettiklerinde mal sahibi İngiltere karşısında uğradıkları yenilgi sonucu dağılmalarında olduğu gibi bu politikalar artık yürümeyebilir ve askerî bozgunla sınırlı kalmayıp askerî kurumun saygınlığını da alıp götürebilirler.
Ancak bu süreçler belki de o ülkelerde demokratikleşme ve siyasetin geri dönüşsüz bir biçimde sivilleşmesi için gerekli ve mukadderdiler. Bugün Türkiye'deki savaş lobisinin Irak'a asker yollama saplantısı sebep ve muhtemel sonuçlarıyla bu geçmiş örnekleri hatırlatıyor.
Bu anlamda Türkiye'nin katharsis'i de belki Irak'tan geçiyor. (CA/NM)