Kulağımda kulaklıkla dinlediğim müziğin sesini sonuna kadar açıyorum. Belki anlamadığım dillerdeki şarkılarla uzaklaşırım gerçekliğimden. Zaten Türkiye’nin en büyük şehirlerinden birisinin, en iyi devlet okullarında okumama rağmen, Türkçeden başka tek bir dil bile öğrenememiş, “tek dilli” bir milletin efradıyım malum.
Sahi neden öğrenemedik biz başka diller. “Yabancıca” öğrenirsek, “yabancı”ları anlarız diye mi korktular ki acaba.
Sonuna kadar açık sesi müziğin, ama kulaklık var ya, sadece ben duyuyorum. Bu aralar herkes farklı kulaklık takıyor ya zaten. Kim neyi dinliyorsa onu duyuyor.
U2 söylüyor önce, Miss Sarajevo. Ardından Ciwan Haco, Gul Gula Min. Dinledikçe ağlıyorum.
Tek kelimesini anlamasam da çoğunca, yine de ağlıyorum. Yaraları anlatan her şarkıda, kelimeler olmadan da anlıyor insan anlatanın yarasını ya. İşte ondan herhalde ağlaması.
Hoş, bugünlerde yere yaprak düşse ağlayacak haldeyiz artık ama. Radio Tarifa Sin Palabras’da yanık yanık “tus ojos / sin palabras” (“gözlerin / kelimeler olmadan”) dediğinde bile, gözümün önüne gelen güzel gözlü çocukların güzel gülüşleri için ağlayışım da bundan ya.
Son günlerde, çocuklara ağlayanlara lanet yağdıranlarla dolu haberlerden, kaçmaya başladığımın farkına varıyorum. Sonuna kadar açışım bundan müziğin sesini. Kelimeler olmadan kavga edemeyenler, kelimeler olmadan da ağlayabilenlerin nefes alamadığı bir dünyaya çevirdiler gezegeni. İşte bu yüzden hiç olmuyor ya artık, neye baksam ne dinlesem bir çocuğun gözleri gözlerimin önünde.
İsimler düşüyor sonra yüreğime, Elif, Baran, Cemile, Miray, Veysel, Tevriz, Helin, Rozerin… Daha o kadar çok ki. Saymak istiyorum hepsini birer birer… Kelimeler ağlıyor.
Sayılarının kaçı bulduğunu asla bilmek istemiyorum. Yaşlarını öğrenmemeliyim. Rakamlar bana göre değil. Rakamlar onlara göre de değildi. Küçücüktü elleri, küçücüktü boyları. Gülüşleri kocamandı çoğunun. Gördüm hep fotoğraflarda.
Ağla ağla nereye kadar. Az olsa dayanılacak da.
Şimdi de beyaz bir körlük içinde ruhum. Bembeyaz. Bütün renkler kirlenirken Özdemir Asaf’ın dediği gibi, şu saatte birinciliğin kimde olduğuna yanamıyorum bile…
Fakat böyle olmuyor. Az olsa, dayanılacak ama artık hiç olmuyor.
Bir karanlık, bir beyazlık. Aynı lisanı konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabiliyor gerçekten de. Bembeyaz bir körlük içinde bırakıyorlar şimdi hepimizi.
Çocuklara ağlamayanlarla aynı lisanı konuşuyor olsak bile, aynı duygudaşlığı yaşamıyoruz ki biz. Duygudaşım olmayanla herhangi bir biçimde aynı olmayı da reddediyorum. O zaman kim benim “yabancım”…
Bebek diyorum, lisan bile bilmiyor daha. Bebekler, çocuklar diyorum. Bir çocuğun gözyaşını silemeyen, ardından ağıdını yakamayan, hatta bir çocuğun kiminle lisandaş olduğunu umursayanlar olmaz olsun.
Zeminimizi kendimiz belirlemek için çırpınsak da öyle bir yere sürüklendik ki. Kendi adıma, bütün olup bitenler karşısında sürüklendiğim bu yerde, artık kimsenin politik tercihini de umursamıyorum. Eskiden çok şey demekti benim için karşımdakinin hangi partiyi, hangi ideolojiyi benimsediği. Artık değil. Artık, an itibariyle söylenenleri duyuyorum.
Artık her şey daha basit gerçekten, benim için en azından, artık her şey daha basit. Bebeklere ve çocuklara ağlarken fark ettim bunu. Her kiminle karışıyorsa gözyaşlarım birbirine, kardeşim de duygudaşım da yoldaşım da odur artık benim. Bembeyaz bir şekilde dayattı artık gerçek kendini; bizler ve onlar.
Onca sene hukuk okuduk. Bunca senelik DGM avukatıyım. Tek kelime öğrenememişim ya demek ki. Yasa dışı örgüt neye denir, kim yasa dışı örgüt üyesi olur, yasadışılık kriterleri nelerdir, kim hangi çocuk için ağlarsa bu terördür. Tek kelime öğrenememişim ya demek ki. Zaten bu olanları gördüm ya; olmaz olsun kelimeler.
O zaman devam etsin Radio Tarifa aşk şarkısına. Biz de diyelim ki; Sin palabras… (ÖD/EKN)
* Fotoğraf: Vecdi Erbay