“Roman Havası” adlı dizi 4 Aralık Perşembe akşamı ShowTV’de yayına girdi. Dizi “Şenşakrak mahallesinde yaşayan, birbirini sevip kavuşamayanların ama bunun için dertlenmek yerine çalıp oynayanların hayatını anlatıyor.” Bu, tanıtım açıklamasında yazılan. Ancak diziyi izlediğimde anlaşılan şu: “Şenşakrak adı verilmesi şart olan bir mahallede yaşayan görgüsüz, cahil, kavgacı, hırsız, sadece eğlenen, ilkel bir insan topluluğunun başına gelen trajikomik olaylar” Gördüğüm tam da bu ülkenin ezeli Roman mevzusunun karşılığı; olabilecek en ucuz haliyle bir ekranda var oluyor...
Diziden daha fazla bahsetmeye gerek yok; zira daha öncekilerin (yakın zamanda yayınlanan Cennet mahallesi, Gönülçelen, vb.) en kötü, en bayağı, en yoz, en alışılmış tekrarı demek yeterli gelecektir. Bu yargıya nerden vardığımı kısaca anlatayım. Bu yargıya öncelikle geleneksel algıdaki hırsızlık, görgüsüzlük, yani halk diline bir insanı aşağılamak için kullanılmak üzere yerleştirilmiş “Çingenelik” klişesinden varıyorum. Bu yargıya sanki rolü oynamak üzere değil de “eğlenin, eğlenirken de eğlendirin” şiarıyla kamera önüne atıverilmiş oyuncu kadrosundan varıyorum. Romanlar hakkında hiç bir şey bilmeyen senaristin, yönetmenin, oyuncunun varlığından varıyorum. Öyle vahim bir durumdaki kurgu, Romanların birbirlerine “şopar” diye hitap etmediğini dahi yakalayamamış bir senaryo izliyorum. Tek kelimeyle harika bir yozlukta devam ediyor her şey. Roman açılımı öncesi ve sonrası, bir fark yok.
Dizinin yayınlanmasından hemen sonra, izleyici izlemeye ve eğlenmeye devam ederken Türkiye Roman Hakları Forumu (ROMFO) öncülüğünde bir protesto eylemi de yukarıda değindiğim sebeplerle başlatıldı. Basın açıklaması yapıldı.
Birkaç gündür, konunun muhatabı ve dizinin izleyicisi Romanlar ya da Roman olmayanlar, eleştirel söylemleriyle özellikle sosyal medyada aktifler. Bu noktada dönüp geçmişe bakarsak Romanların herhangi bir konuda “yeter artık!” demesi dahi bir direnişi, hatta bir uyanışı simgeliyor. Dolayısıyla önem ve değer arz ediyor. Diğer taraftan muhaliflik düzeyinde kalmaktan öteye gidemeyen fikirler de beraberinde ortaya çıkıveriyor.
Bir gün gibi kısa bir sürede reaktif bir söylem olarak "Roman dizisi çekiyorsanız Romanları oynatın" fikrinde buluşan azımsanamayacak bir çoğunluk oluştu. Peki, Romanlar oyuncu mu dizide oynasın? 1970’lerin İngiltere’sinde, Amerika’sında çekilen siyah dizilerine bakalım, oynayanlar pek orijinal. Kendilerini egzotikleştiren ve karikatürize eden siyahlar. Yargılar aynı, aşağılamalar, yozluklar aynı. Tembel, bilgisiz ve görgüsüz insan temsilleri aynı. Dolayısıyla, dizide bu temsilleri kimin yaptığı neyi değiştiriyor? Problemin kendisi "Roman" dizisinin var olabilmesinde değil mi?
Eleştirmeye şuradan başlasak: “Roman Havası dizisi niye çekiliyor?” Ermeni havası diye dizi duydunuz mu? Çerkes havası, Laz havası? Tüketimin böylesi bir malzemesi olmamak için eleştirsek daha anlamlı bir yerden başlamış olmaz mıyız? “Kültürel bir topluluğun hayatını anlatan dizi niye çekilir?” diye sorsak üzerimizdeki patron elini görmemiz daha kolaylaşmaz mı? Türkiye’de 1990 sonrası sınır tanımaz neo-liberal politik açılımın günümüzde, adının Roman açılımıyla yer değiştirerek meşrulaştırıldığını düşünsek, amacın açıla açıla tüketip yok etmeye yönelik olup olmadığını sorgulasak cevapsız mı kalırız? Bulunduğumuz yerde bir an dursak ve arkamızı dönsek; sanki Sulukule varmış gibi, Fikirtepe, Kurtuluş ve diğerleri, bir varmış bir yokmuş gibi...
Bir sistem yıktığı, yok ettiği kültürü neden tekrar allar pullar dilediği gibi hizmete açar, anlamaya çalışsak; sadece Sulukule’deki, Kurtuluş’taki değil Selendi’deki taşlar da yerine oturmaz mı? (GGT/AS)