* Görseller: Hulu.
Türkiyeli kadın ve LGBTİ+'lar olarak bize çok da uzak olmayan bir hikâye "The Handmaid's Tale" (Damızlık Kızın Öyküsü).
Margaret Atwood'un 1985 yılında yayımlanan aynı isimli romanından uyarlanan dizi, eski Amerika Birleşik Devletleri (ABD) toprakları üzerine kurulan ve otokrat rejimle yönetilen Gilead isimli ülkede kadın ve LGBTİ+'ların esir alınarak, bedenlerinin birer çocuk doğurma makinesine dönüştürülmesini anlatıyor.
Başrolünde Elisabeth Moss'un yer aldığı dizide Joseph Fiennes, Yvonne Strahovski, Samira Wiley, Max Minghella ve Madeline Brewer gibi isimler yer alıyor. Dizi, 69. Emmy Ödül Töreni'nde En İyi Dizi, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Senaryo ve En İyi Yönetmen ödülleri dâhil olmak üzere 10 ödül aldı.
Dizinin ilk üç sezonu olağanüstü bir direnişle kurgulandı. Kendilerine "Damızlık" ismi verilen kadınlar, her koşulda Gilead'den kurtulmanın yollarını aradı ve bunu son derece devrimci yöntemlerle gerçekleştirmeye çalıştı. "Mayday" isimli yeraltı örgütü damızlıkların can simidi işlevi gördü. Damızlıklar bu örgüte ulaşmaya, bu örgütle ortak eylemler düzenlemeye çalıştı. Elisabeth Moss'un hayat verdiği June ya da Offred (Fred'inki) ise direnişin sembolü haline geldi.
Dizinin yalnızca ilk sezonunda kitaptaki akış izlendi. June'un Gilead'den kurtuluşu bir anlamda hikâyenin sonu olacağı ve dizi dünya çapında hayli ilgi gördüğü için senaryo ekibi tarafından bu kurtuluş süreci uzun tutuldu. Ancak hikâye hiçbir zaman boğucu hâle gelmedi. Çünkü olağanüstü bir direnişle bezendi.
Uzatılan kurgu boyunca dayanışmanın hayati değerini, haksızlıkla karşı karşıya kaldıklarında kadın ve LGBTİ+'ların ne denli yaratıcı ve keskin yöntemlerle direnebileceğini gördük. Kitaba bir yandan sadık kalan, bir yandan ise hikâyeyi günümüz koşullarına uyarlamaya çalışan senaryo ekibi; dördüncü ve beşinci sezonda ise çokça bocaladı.
Feminist bir distopya –ya da Atwood'un deyimiyle bir üstopya*– örneği olan hikâye başka bir anlatıya büründü. Kitabın devamı niteliğinde izlediğimiz dizide Margaret Atwood'un yürütücü yapımcı olarak yer alması da dizinin kötü gidişatına dur diyemedi.
Yazının bundan sonrası diziye dair sürpriz gelişmeleri içerir.
Gilead'den kurtuluş
Dördüncü sezonda "Çocuklarım için her şeyi yaparım" annelik silahını kuşanan June, 14 Eylül 2022'de Hulu'da prömiyer yapan beşinci sezonda nasıl olduğunu çok da anlayamadığımız bir biçimde Gilead'den kurtuluyor.
Kanada'ya sığınan June'un Gilead dışında bir yaşama odaklanma sürecini neredeyse hiç izleyemiyoruz, çünkü June, Gilead'de kendisine yaşatılanların intikamını almak için burada da planlarını sürdürüyor. June'un bazı hâl ve tavırlarının eleştirmenler ve izleyiciler tarafından ne denli zorlayıcı olduğunu anlayamayan senarist ve yönetmenler, June için yeni "maceralar" yaratıyor. Bunlardan biri Komutan Waterford'un öldürülmesi.
June'un örgütlediği damızlıklar, Gilead ve Kanada sınırındaki bağımsız topraklarda Waterford'dan intikamlarını vahşice alıyor. Öyle ki Waterford'un kaburgalarını, bacaklarını ve yüzünü ısırarak öldürüyorlar onu. Ölümden sonra ise damızlıkların vahşi hayvanları andıran yemek yeme sahnelerine tanıklık ediyoruz. Şöyle bir sahne izliyoruz: Cinayetten sonra damızlıkların hiçbiri birbirleriyle konuşmuyor, sadece gözleriyle anlaşıyorlar. Oturdukları –ya da doğrusu kapattıkları– kafeye gelen yemeği hiç düşünmeden elleriyle yiyorlar.
Bum!
June için yeni sorunlar da burada boy göstermeye başlıyor. Damızlıkların Gilead'den itibaren June'a besledikleri önyargıları hızlıca çalışmaya başlıyor ve bum! Çok geçmeden bir silah patlıyor.
Direniş seremonisi çok geçmeden yerini yine June'un anneliğine bırakıyor. Dizi izleyiciyi istikrarlı bir şekilde hayal kırıklığına uğratmaya devam etse de tabaklarımıza ince bir dilim feminist perspektif bırakmayı da ihmal etmiyor.
June şimdi, Gilead'de kalan büyük çocuğunu görebilmek için Gilead'in Avrupa'ya açılma planlarından faydalanmayı dahi düşünüyor. Gilead'ın planı şu: Gilead sınırları içerisinde; ancak merkezinden de uzakta lojmanvari alanda Gilead'de kalanları ve Kanada'ya sığınanları belirli aralıklarla bir araya getirmek. Artık aileniz ya da sevgilinizle Gilead sınırları içinde kavuşabileceksiniz yani ve en iyi ihtimalle elbette oraya sıkışıp kalmayacağınızın hiçbir garantisi yok. Ya da idam edilmenizin. June bu daveti kabul etmeyi günlerce düşünüyor.
Dizinin beşinci sezonunda annelikten sonra en çok üzerinde durulan tema ise sığınmacı karşıtlığı. Gilead'den kurtulanlara başta kucak açan Kanadalılar, şimdi Gilead'den gelenleri taciz etmeye, evlerinin önünü pisletmeye hatta onlara fiziksel olarak saldırmaya başlıyorlar. Bu saldırılardan nasibini alanlardan biri de şüphesiz June.
June ve Luke.
Sevgi ve aşk
Kadın ve LGBTİ+ dayanışmasıyla açılan dizi, beşinci sezonda da bu hattan sapmıyor; fakat bu dayanışmanın artık karikatürize bir hâl aldığını da söylemek mümkün. İyi bir yöntemle buradan çok çabuk sıyrılan senaristleri kutlamak gerekiyorken, sezon finalinde yine hüsrana uğruyorsunuz. Çünkü June'a cinsel, fiziksel ve mental her türlü saldırıda bulunan Serena, final bölümünde kucağında bebeğiyle June'un karşısında duruyor.
Bu temadan hayli yorulan ama yine de dizide neler olup biteceğini merak eden izleyiciyi tatmin eden tek şey ise June'un kocası Luke (O-T Fagbenle) ve sevgilisi Nick'le (Max Minghella) ayrı ayrı kurduğu ilişki olabilir. June'un Luke ve Nick'e ayrı ayrı duyduğu kocaman sevgisi ve ikisiyle de farklı zamanlarda, farklı yoğunlukta yürütebildiği ilişki dizideki her şeyin o kadar da arkaik olmadığını gösteren türden.
Çünkü bu kadar annelik temasına gömüldüğümüz bir dizide June'un kocasını "aldatma" sancılarına da tanıklık edebilirdik ve bu bizim için iyice katlanılmaz olabilirdi.
Bir iyi haber daha: İzlenme ve kâr hırsı uğruna adeta canına kıyılan hikâyemizden senarist ve yönetmenler elini çekiyor. Dizi 2023 yılının sonbahar aylarında yayınlanacak 6. sezonuyla nihayet final yapıyor.
Nick ve June.
* Her ütopyanın içinde bir distopya, her distopyanın içindeyse bir ütopya olduğunu savunduğu için böyle bir mefhum oluşturmuş yazar.
(TY/AÖ)