"Çocuklarımız neleri sevmiyorlar ki…
"Uçurtmayı seviyorlar sözgelişi,
"Bir havalandı mı uçurtmaları
"Daha da güzelleşiyorlar
"Maviliklerde gözleri
"Özgürlüğü yaşıyorlar
"Uçurtmalarla birlikte."*
“1990’da bir kış günüydü. Ben daha dışarıda kartopu oynayan bir kız çocuğuydum. Ama çevredekiler, ‘Bak kocan geliyor’ derlerdi. Ne kocası? Ben ne bilirdim karıyı kocayı…”
Nergiz, henüz çocukken, sokakta oyun oynarken büründü beyaz gelinliğine. Çocukluğun hiç bitmeyeceğini düşünürken, kendisinden dokuz yaş büyük bir yabancı hayatının karşısında dikildi durdu bir duvar gibi…
TÜİK’in 2012’de yaptığı araştırmaya göre, Türkiye’deki her 100 kadından 28’i çocuk gelin. Bu oran sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini kapsamıyor; Türkiye’nin her yerinde çocuk gelinlere rastlamak mümkün. Bunlardan yalnızca biri olan Nergiz ile Kapadokya Kadın Dayanışma Derneği’nin başkanlığını yapan Hayriye Demirbilek **aracılığıyla tanıştık. Nergiz’in yaşam öyküsünü, Türkiye’den Şiddet Hikâyeleri çalışması için Cankız Çevik’le yaptığı görüşme sayesinde öğrendik.
Nergiz Toyvuran, 6 kız ve 1 erkek çocuktan oluşan ailenin en küçüğü olarak 1975 yılında Nevşehir’de doğdu. Daha 14 yaşındayken görücü usulüyle kendinden dokuz yaş büyük biriyle evlendirildi. Çocuktu, her şeyden habersizdi. Evliliğe dair hiçbir şey bilmiyordu. Korkmuştu... Annesinin yanına dönmek istiyordu. Kendinden 9 yaş büyük bir yabancının karşısında ne yapacağını bilemiyordu. Kaçmaya çalıştı. Şiddet gördü. Ona yapacak bir şey bırakmamışlardı. Sonuç belliydi: Teslim olmak…
“Yaşım çok küçük olduğu için ne, nedir bilmiyordum. Zaten kimse de bana söz hakkı vermedi. Aile büyükleri, hastaneye götürülürsem polisin eşimi cezaevine atacağını söylediler. O yüzden eşimin tarafı beni hastaneye götürmek istemedi. Sonuçta kendi yaramızı kendimiz iyi ettik. O zamanlar böyle ‘kadına şiddet’ falan bilinmezdi. Burada kadın dayanışması ya da sığınabileceğim bir yer de yoktu. Şimdiki aklım olsa, sadece polisi değil savcıyı bile ayağa kaldırırdım. Eskiden kocasını, babasını şikâyet eden kadını, ‘Sen neden söz dinlemiyorsun, evinde oturmuyorsun?’ diye bir de polis döverdi. Ama şimdi polis dövemiyor, şikâyet ettiğinde hemen ilgileniyorlar.”
Nergiz iki yıl süren evliliği boyunca eşinden sürekli fiziksel ve psikolojik şiddet gördü. Şiddetin boyutu bıçaklamaya kadar vardığı zamanlarda ne polise gidebildi, ne de aile bireyleri tarafından hastaneye götürüldü. Eşi neredeyse her gün alkol kullanıyordu. Ailesinin yanına dönmeyi düşünüyordu; ama tek sığınağı olan annesinin de vefatıyla o umudu da yitirilmiş oldu. Alkolik eşinin şiddetinden kaçmaya çalışan Nergiz, geçmişte de babasından şiddet gördüğünden, baba evine dönmenin şiddeti geride bırakmak anlamına gelmeyeceğini biliyordu. Geriye çocukluğun tecrübesizliği ve kırılganlığıyla sadece susmak ve boyun eğmek kalıyordu.
Bu duruma iki yıl katlanan Nergiz hiçbir şeyin daha kötü olamayacağını düşünerek boşanmaya karar verdi. Artık ne olursa olsun boşanacaktı. Babasından şiddet görse bile gidecekti.Tabii ki ilk başlarda iki aile de Nergiz’in bu isteğine karşı çıktı. İlginç bir şekilde bir süre sonra eşi de Nergiz’i istememeye başladı ve babasına “Kızınızı istemiyoruz, eve gelirse daha kötü şeyler olur” dedi. Nergiz sonunda rahat bir nefes alacaktı belki de. Ama diğer tarafta babası onu bekliyordu. Korkusundan babasının yanına dönemedi ve köye, anneannesinin yanına gitti. O sırada hala 17 yaşında olduğu için durum polise intikal etti. Polis merkezine gider gitmez boşanma sürecinde olduğunu ve eğer eve giderse, babasının ona şiddet uygulayacağını, o yüzden eve gitmek istemediğini söyledi polis memurlarına. Sıkıntılı başlayan boşanma süreci uzadıkça uzadı.
Nergiz’ in anlattığı hikayelerden babasından neden bu kadar korktuğu anlaşılıyor. Evliliği süresince bir kez hamile kalan Nergiz, bebeğini babası yüzünden düşürdü. Babası küçüklüğünden beri kendisine, ablalarına ve annesine şiddet gösterdi. Ayrıca Nergiz’in annesi ve ablaları da çocuk gelinlerdendi.
“Sadece bana değil herkese şiddet uygulardı. Ablalarıma eve geldiklerinde ‘neden eve geliyorsunuz’ diye şiddet uygulardı. Babam bir gün benimle konuşmak için eve geldi. Sonra beni dövmeye başladı. O sırada 3 aylık hamileymişim, bilmiyordum. Çocuğum o şekilde düştü yani. Ertesi gün de beni kendi evine götürüp yine döve döve ağıla zincirledi. Neredeyse 24 saat ağılda bağlı tutmuştu beni. Hemen yan tarafıma da, beni öldürüp oraya gömmek için bir çukur açmıştı. Ablam zinciri baltayla kırarak kurtardı beni. Evli olmama rağmen eşim falan hiç destek çıkmadı.”
Nergiz’in durumunda boşanmak, Türkiyeli hiçbir kadın için kolay olamazdı ve olmadı da… Boşanmasının üzerinden daha 40 gün geçmemişken babası onu 45 yaşındaki bir adama eski parayla 1 milyar karşılığında satar. Artık hayatı daha iyi tanıyan, kendine sunulanı deneyimleyen Nergiz, boyun eğmemeyi, mücadele etmeyi öğrenmiştir ve babasını polise şikâyet eder. Karakolluk olduktan sonra bir süre sakinleşen baba, çok geçmeden yeniden şiddete meyillenir. Artık dayanamayan Nergiz dayısına sığınır, olmaz; Nevşehir’e döner, olmaz; ablasına sığınır, yine olmaz. Çünkü peşinde şiddet bağımlısı bir baba vardır. Babasının vefatıyla çözüm kendiliğinden gelir ve Nergiz yurtdışındaki ablasının Nevşehir’deki boş evine yerleşir. Geriye sadece bu toplumda dul bir kadın olarak yaşamaya çalışmanın sıkıntıları kalmıştır.
Ataerkil bir toplumda kadın olarak var olabilmek, içinde bir sürü mücadeleyi barındırıyor. Toplumun bakış açısında evlilik ve aile Tanrı kadar kutsal bir yerde. Düzenin yegâne kurumlarından olan ailenin ve evliliğin dışında olanlar ise bir kenara itilmiş durumda. Namus dediğin kavram toplumun inşa sürecinde kadınlara bir kıyafet olarak giydirilmiş. Kadınlar, namus kavramıyla hapsedilmiş o topluma. Aile, her zaman iyinin, şefkatin, sevginin bir kurumu olarak belirlenmiş. Hiç düşünülmemiş bunların dışında bir yer olabileceği.
Baskın erkek algısına göre boşanmış kadınlar, onlar için bir av niteliğine dönüşmüş. Bütün “iyimserlikleriyle”; “Çalışmana gerek yok. Ben seni geçindiririm. Yalnız…” diye devam eden cümleleri ile o dışlanmış toplumun bir ürünü olan dul kadını güya(!) korumak isterler. İş yerinde, sokakta, bulunduğun yerde boşandığın için, yalnız yaşadığın için, toplumsal normların dışında davrandığın için tacize uğrarsın. Meşru kabul edilen tacizin kendisi, kadın ise bunu hak eden olur. Toplumda sadece kadın olarak (Kocasız, babasız, sevgilisiz, yani erkeksiz…) var olabilmek gerçekten zor zanaat.
Nergiz’in hayatı birçok mücadele ile geçti. Daha kendi benliğini tanıyamadan hayatın acımasızlığını öğrendi; kendisinden 9 yaş büyük bir adama, cinselliğe, şiddete, zorluklara, mücadeleye tanık oldu. Büyüdü Nergiz zorluklarla. Güçlü bir kadın oldu. Şu an çok mutlu. Evli ve bir kız çocuğu var. Hayatın o acı taraflarına nispet yaparcasına yaşıyor. En önemlisi de yüzünde hep güzel bir gülümseme var Nergiz’in.
Bir de dileği var: “Benim yaşadıklarımı kimse yaşamasın, çektiğim acıları kimse çekmesin, kimse çocuk gelin olmasın.”
Türk Medeni Kanunu’nun 124’üncü maddesinde, “Erkek veya kadın on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, hâkim olağanüstü durumlarda ve pek önemli bir sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir" deniyor. Görüyoruz ki Türk Medeni Kanunu’na göre çocuk yaşta evlilikler 16 yaş sınırı ile meşrulaştırılmış. Erken yaşta yapılan evliliklere en azından yasal zeminde engel olunması gerekiyor. Kanunen evlilik yaşının yükseltilmesi bu anlamdaki ilk somut adım olabilir.
Siz de çocuk gelinlere dur deyin! Suça ortak olmayın! Nergiz’in yaşadığı hayatı çocuklarımız yaşamasın. Onlar her şeyden habersizler; kendi hayal dünyalarında çocukluklarını yaşıyorlar. Bırakın bir hayali olsun kız çocuklarımızın gelin olmaktan başka… (AK/ÇT)
* Rıfat Ilgaz
** Hayriye Demirbilek, Kapadokya Kadın Dayanışma Derneği’nin başkanlığını yapıyor. Kendisi de erken yaşta evlilik yapan Hayriye Demirbilek, yönetmenliğini Bingöl Elmas’ın yaptığı ‘Evcilik’ belgeselindeki çocuk gelinlerden bir tanesiydi. Hayriye Demirbilek, çocuk gelinler ile ilgili bölgede projeler yürütürken, yaptığı işlerle bölgeye toplumsal cinsiyet konusunda bir farkındalık kazandırıyor.