bu mektup necdet'in 45. doğum günü nedeniyle yaklaşık bir hafta önce posta ile gönderildi. muhtemelen bu mektup yayınlandığında eline geçecek. necdet'in de hiçbir ilgisi olmayan tek sanık olarak, yargılandığı devrimci karargah davası'nın duruşması 7 ağustos günü çağlayan'da istanbul adliyesi'nde yapılacak. necdet'e destek olmak üzere herkesi oraya bekliyoruz.
suçsuz olduğunu düşünerek yurt dışından gelip teslim olan necdet öztürk türkiye adaleti tarafından üç yıldır "tutuklu" yargılanıyor!
sevgili necdet merhaba,
öncelikle doğum günün kutlu olsun. sevim uzun süredir sana mektup yazmamız konusunda mesajlar yolluyor; yazdıklarımı, durumunu herkes bilsin diye açık mektup biçiminde yazmayı yeğlediğim için doğrudan sana yazmadım bu güne kadar. aslında sana yazmak içimi acıtıyor; yapabileceğim bir şey olmadığından, elimden bir şey gelmediğinden... umarım beni anlıyorsundur!
nevin ablana bir mektup yazmışsın. bir bölümünü kendi yazdığı bir mesaja kopyalamış.
orada şöyle diyorsun:
"'Birilerine söyleyin benim burada olduğumu...'
Ne zaman biri bana f tipi ile ilgili bir soru sorsa aklıma hep bu hikâye geliyor. Galiba benim de en duru haykırışım, aynen bu hikâyede olduğu gibi kısılmış sesimle fısıldayışım. Ama duymak istemeyenler için haykırışımın hiç bir önemi yok."
yalnız birileri değil, seni bilen tanıyan hemen herkes biliyor orada olduğunu sevgili necdet. muhtemelen onların hemen hepsi yukarıda söz ettiğim "öğrenilmiş çaresizliği" yaşıyor. onun için bu çaresizliğin verdiği utançla sana bir şeyler yazıp yollayamıyorlar.
aslında onlardan çok daha fazlası senin orada olduğundan haberdar. çünkü biraz duyarlı olmak yetiyor senden ve benzerlerinden haberdar olmak için.
evet sen yalnız değilsin, necdet! binler, onbinler senin durumunda; dört duvar, parmaklıklar, zincirler ve kilitler ardında yaşam sürdürüyor. bir süre önce senin, benim, bizim başka yakınlarımız da aynı seninle, sizinle aynı durumdaydı. onlar çıktı! ama başkaları girdi oraya, hâlâ da giriyor...
sevgili ahmet şık haklı olarak "dokunan yanar" diyordu; ama bence daha çoğunu söylemek gerek: "dokunmayan da yanıyor, bu ülkede! senin gibi, pek çokları gibi..."
çünkü dönem böyle bir dönem.
ablan engin tıp bilgisiyle bunu bazı tıbbi patolojik olaylara benzetebilir ve bir çeşit "hastalık" diye nitelendirebilir. benim aklıma birkaçı gelse de bilgim daha sınırlı olduğu için o kadar ayrıntılı söyleyemem. evet bu bir hastalık. "patolojik" bir durum yani. ama her patolojik durum gibi aslında "doğal" da. birkaç gün önce zülfü livaneli'nin "serenad" romanını okudum. bilmem sen de okudun mu; (okumadıysan okumanı öneriyorum) oradaki "struma olayı" mağduru "maximilian wagner"E şöyle dedirtiyor, livaneli:
"İyi insanlar iktidara gelmez, gelse bile iktidar onu bozar, zalim yapar' demesi... 'Yoksa peygamberleri iktidar yapsan onlar da öldürürler' "
evet işte bu yüzden doğal. aslında doğal karşılanmaması gerekir ama ne yazık ki böyle!
senin yerinde herhangi birimiz olabilirdik. şu ana kadar olmamamız, olmayacağımızın da garantisi değil üstelik. ancak hiçbir yanlış sonsuza kadar sürmez; bir gün bu yanlıştan dönülecektir.
bu nedenle sana sabır ve direnme öğütlemek için bu mektubu yazıyorum. bu bir polyannacı iyimserlik değil. tersine yaşamı var edebilmek için bir dayanma noktası ve güçü olsun diye bunu söylüyorum.
evet biliyorum; benim tanıdığım necdet "hiperaktif" bir insan. bir dakika aynı yerde duramayacak kadar hem de! dolayısıyla mahpus olmak herkese oranla onun için biraz daha zor ve dayanılmaz.
ama hiçbir hapishane insanın aklını ve ruhunu hapsedemez.
unutma: "aklın ve ruhun özgür oldukça daima hareket halinde olursun."
sevgili necdet
bugün sana yazmayı kafama koyduğumda neler yazabileceğimi düşündüm. aklıma ilk gelen şu oldu:
"sen ayrık otlarının arasında onlara benzemeyen bir ayrık otusun!"
onun için durumun biraz daha zor. ayrık otu olmak, "öteki" olmak zordur. bunu herkes bilir, ama ayrık otlarının içinde bile başka tür bir "ayrık otu" olmak çok daha zordur. öncelik kimse anlamaz senin halinden. iki kere "öteki" olursun sonra. örneğin kadın olmak zordur; ama kürt ve kadın olmak, ya da eşcinsel ve kadın olmak, cüzamlı ve kadın olmak çok daha zordur. örnekleri çoğaltmak olası ama sanırım en dediğimi anladın. sen bir "politik" tutuklu değilsin. ama bir aklın, ruhun, duygun, düşüncen var. o yüzden herkes gibi "politikaya sahip" bir insansın. senin politikan, kimseninkine benzemeyen ve diğerlerinden çok farklı. öncelikle bir aidiyetin yok; bir şeyci değilsin yani.
yanlış yapan herkesin yanlışını ortaya koyanlar gibi, hapishaneleri yapanlar ve hapishanedekilerin de yanlışları nedeniyle onlarla aynı tarafta aynı noktada duramıyorsun. bunu yapmanın ve yaşamanın çok zor olduğunu biliyorum. belki bir hapishane içinde değil ama, yaşamımın her anında bulunduğum her çevrede hep bu duygu ve düşünceyi yaşayan, dahası bunlardan kaynaklanarak aynı "ötekileştirmeye" maruz kalan birisi olarak bir başka "içeriden" yazıyorum bunları.
bu durumu yaşamayı sürdürmek benim için doğal bir durum. aslında bu bir seçim. belki de bu yüzden bana böyle çok da zor gelmiyor. onun için sen de kendini kabul edip sevmelisin, hem de herkesten daha çok. hem seni seven herkesten, hem de senin sevdiğin herkesten çok sevmelisin. ilk ve en önemli nokta bu.
sonra kendi öz gücüne ve kendine güvenmelisin. bu da yaşamak için bir zorunluluk. böyle olmadığı zaman yaşamak mümkün olmaz çünkü.
üçüncü nokta kendine yetmek. kendine yalnız kendi olmak ve kendinde kalmak demek değildir. kendinde çoğalmaktır, kendinde kalabalıklaşmaktır. bu noktada yalnızlığın sana dayatılmış bir şey değil, senin kendi seçimin olduğunu düşünmek insanı çok rahatlatır.
bunları başardığında insanı insan yapan ikinci aşamaya geçeceksin: orası "yaratı" evrenidir.
insanı insan kılan en önemli şey yaratmaktır. yaratmanın en basit biçimi kendi benzerini yaratmaktır. kadınlar bu noktada erkeklerden daha avantajlıdır. doğa evrim sürecinde insan türünü yarattığında denemiş ve erkeğe göre pek çok açıdan daha yetkin olduğunu saptadığı için bu ödevi (belki de hakkı) kadına vermiş. ama erkekler de yaratabilirler. akılları, duyguları ve elleri bunu yapmaya olanak tanır. bir şeyler yaratmalısın. sana özgü, sana ait ve senden türeyen, sana benzeyen, dolayısıyla seni var eden bir şeyler. bunun için ne zaman dışarı çıkacağın senin için bir engel oluşturmasın.
insan yaşamı, -'ömür' diyorlar- sınırlı. sonunun ne zaman olacağı belli değil. o yüzden gecikmeden, hemen şimdi başlamalısın yaratmaya. O zaman duvarların, parmaklıkların, demir kapıların, zincirlerin kilitlerin ortadan kalkacağını göreceksin. ufkun tüm bunların ötesine uzayacak. bundan emin olabilirsin. asıl özgürlüğün ne yaratacağını bulup keşfettiğin anda başlayacak. onun için eğer özgür olmak istiyorsan olabildiğince erken başlamalısın buna. şimdiye kadar başladıysan ne âlâ, ama eğer başlamadıysan hemen şu andan itibaren başlamalısın. göreceksin her şey değişecek.
sözlerime son verirken sana bir soru sormak istiyorum.
bunun yanıtını düşün, istersen yaz; ama her durumda günün birinde çıkınca ve eğer buluşabilirsek yanıtını bana söylersin.
"bir sandalın ya da salın içinde olduğunu, bir çift küreğin dışında, bir pusulan bile olmadığını düşün. görebildiğin her yer deniz olsun. (kurgu bu ya;) güneş de tıpkı mars'ın durduğu gibi yeryüzünden iki minare boyu yukarıda hep aynı noktada dursun. gökyüzünden zaman zaman bulutlar geçip gitse de, uçan bir martı bile olmasın herhangi bir yerde. güneş, dolayısıyla ışık da hiç değişmesin. zamanın aktığını denizin dalgalarından, uzayan sakalından başka bir şey kanıtlamasın sana.
bu durumda olsaydın deneyimli bir kaptan olarak ne yapardın?"
çok uzak olmayan bir günde kavuşma ümidiyle,
unutma: "hiçbir yanlış sonsuza kadar sürmez, süremez! onun için en önemli şey yaşamaktır!"
içten sevgilerimle ve dostlukla,
mustafa (sütlaş) abin. (ms/hk)