Depresyon, hemen her köşe başında karşımıza çıkabilen, zamanımızın bir kahramanı.
Yaşamımızı sekteye uğratan, ilişkilerimize ket vuran ve bazen de zamanı durduran bir gerçeklik. Üstelik kişi, çoğunlukla depresyonda olup olmadığını anlayamayacak kadar meşgul.
Depresyon üzerine çalışan uzmanların bu durumun kaynağına ilişkin pek çok tespiti var. Bir de psikolog ve psikiyatr olmayanların, yani konuya dışarıdan bakanların fikirleri bulunuyor.
Ruh sağlığı bozukluğu, ekonomik ve ekolojik kriz karşısında edebiyatın, estetiğin ve kültürün rolüne dair çalışmalarıyla tanınan Mikkel Krause Frantzen de bu isimlerden biri.
Frantzen, “Depresyonun Estetiği ve Politikası: Yerinde Saymak” kitabında depresyonun yalnızca patolojik değil, kültürel ve felsefi bir sorun olduğunu söylerken Michel Houellebecq’in ve David Foster Wallace’ın kitaplarını inceliyor, Claire Fontaine’in enstalasyonlarını ve Lars von Trier’in Melankoli filmini çözümlüyor.
‘Saat kaç’ ve ‘Nasıl gidiyor?’
Frantzen, yoğunlaştığı metinlerde, enstalasyonlarda ve “Melankoli” filminde, insanın karanlık bir tünele girdiğini düşündüğü geleceğinin yanı sıra mustarip olduğu sıkışıklığa dikkat çekiyor. Başka bir deyişle incelediği eserlerde depresyonun nasıl tasvir edildiğine ve bireylerin bunu nasıl algıladığına odaklanırken hem başka yorumculara hem de (Kierkegaard, Levinas, Husserl, Heidegger gibi) filozoflara başvuruyor.
Neoliberal dünyanın kaygılı ve depresif insanını edebiyat, sanat ve sinema üzerinden anlayıp anlatmaya çalışan Frantzen, aynı zamanda depresyonla mücadele eden yazarların, sanatçıların ve yönetmenlerin nasıl ürettiğini ortaya koyuyor.
Kaygının, kuşatılmışlığın ve korkunun besleyip büyüttüğü depresyonun yansımalarını Houellebecq’in ve Wallace’ın eserlerinde, Fontaine’in enstalasyonlarında ve “Melankoli” filminde arayan Frantzer, kritik bir noktayı vurguluyor.
“Depresyonun Estetiği ve Politikası" adlı kitapta, bu iki soru ayrılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır: ‘Saat kaç?’ ve ‘Sen nasılsın?’.
Bunlar, depresyondaki kişinin hoşlanmadığı ve korktuğu sorular. Aslında depresyondaki kişi için bu iki soru arasında hiçbir fark yok, ikisi de aynı (veya ‘hepsi aynı’). Ayrıca bu sorular, sadece kişisel ve psikolojik sorular değil, aynı zamanda derin politik sorular. Zamanın teşhisi olarak tasarlanan kitap, zaman ve etkiyle ilgili sorulara dayanıyor. Başka bir deyişle ‘Nasıl bir zamanda yaşıyoruz?’ sorusuna cevap bulabilmek için depresyondaki kişiye basit bir şekilde ‘Saat kaç?’ diye sorabiliriz. Ancak o zaman mevcut durum hakkında gerçek bir fikir edinebiliriz.
Fakat bir edebiyat akademisyeni ve kültür kuramcısı olarak benim yöntemim niceliksel değil: Dünya Sağlık Örgütünün (WHO) yeni raporuna göre depresyondan mustarip olduğu tahmin edilen 300 milyon insandan birinin cevaplayacağı herhangi bir anket geliştirmedim. Bunun yerine yaptığım, bazı depresif sanat eserlerine aynı soruları sormak oldu: Saat kaç? Nasıl gidiyor?”
Gelecek yoksunluğu hissi
Frantzer, “bir paradigma hâline geldi” dediği depresyonun ahlaki, ekonomik ve siyasi sonuçlarla beraber çağımızın psikopatolojisi olduğunu hatırlatıp konuya kültürel ve felsefi açıdan yaklaşıyor. Bu yolda, psikopatolojisini anlamak için depresyonu zamanın sorunlarıyla ilişkilendiren ve “bir gelecek problemi” diye niteleyen yazar ve sanatçılara kulak veriyor. Böylece bir yanıyla yabancılaşma ve sessizleşme şeklinde değerlendirilen depresyonun, kronopatoloji ve geleceğin kendisinin kaybı olduğu tezine sarılıyor.
Karamsarlık ve umut arasındaki ikilemle hayat bulan, uzun karanlık bir tünelde ete kemiğe bürünen depresyonun eserlerde işlenişi üzerinde duran Frantzer, hangi noktalara atıf yaptığını özetlerken kitabın özüne dair geniş bir not düşüyor:
“Depresyon, senkronize olmayan bir ritim ya da daha spesifik olarak hem kişisel hem de politik bir gelecek yoksunluğu hissi olarak nitelendirilebilir. Depresyonun, tarihin sona erdiği, geleceğin kapandığı, sonsuza kadar dondurulduğuna dair (patolojik) bir his olduğunu öne sürüyorum. Tüm gelecekleri feshetmiş bir şimdiki zaman. Leibniz’in şimdiki zamanın geleceğe gebe olduğu sözünün bu şekilde tersine çevrilmesiyle depresyonun zamansallığı, umutsuzluğu ve geleceksizliğinin ifade edilebileceği söylenemez mi?
Michel Houellebecq, David Foster Wallace, Claire Fontaine ve Lars von Trier’in eserleri tüm farklılıklarına rağmen bunu gösteriyor. Bu sanatçılar, depresyonun anatomisini çıkarırken geçmişten ziyade geleceğe yöneliyor. Bazı eserlerinde gösterdikleri gibi depresyon olgusuyla ilgili olan ve bu olguyla örtüşen sorun, kendimizden, birbirimizden, işimizden ve genel manada hayatımızdan kopmamız değildir. (...) Bu eserler bize, yabancılaşma sorununun özünde mesafeden ziyade yakınlığın, iş ve yaşam arasında acımasız bir kopuştan ziyade tam bir bütünleşmenin, soğuk ve soyut bir ekonomiden ziyade ‘sıcak’ bir duygusal ekonominin yattığını söyler.” (TA/TY)
Künye
Depresyonun Estetiği ve Politikası
Mikkel Krause Frantzen
Çeviren: Elif Kayurtar
Ayrıntı Yayınları, 224 sayfa.