Geçen sabah aklımın ucundan geçmeyecek bir görüntü ile karşılaştım. Will Smith Chris Rock’a tokat atıyor! Hem de Oscar töreninde. Şaşkınlığımın nedeni bu kadar insanın izlediği (tam olarak 16.6 milyonmuş) bir Hollywood şovda bunu yapmasıydı.
Fakat sonradan “Şiddetin varlığı izleyenden bağımsızdır” fikri uyandı bende. Bazı “şiddet gösterileri” güç gösterisiyle eş değer tutulsa da şiddet başkasıyla değil, tamamen bizimle ilgilidir.
Çünkü arkasında bir niyet değil (herkes benim ne kadar güçlü, erkek, sert olduğumu görsün), bir duygu vardır ve bu duygu çoğunlukla kendimizle ilgili sevimsiz ve kabul edemediğimiz bir tarafımızı gözümüze sokmaya çalışır. Öyle veya böyle, bir şekilde görünür olmak ister.
Öfke başta olmak üzere bizleri saldırganlaştırma potansiyeli olan duygular içimizdeki kaynar kazanlardır. Dediğim gibi, izleyeni olsun olmasın bir şekilde ortaya çıkmayı isterler. Aslında tüm duygular bunun için yanıp tutuşurlar, sahneye çıkacakları zamanı dört gözle beklerler.
Bazı duygular sahnede rahatça arzı endam ederken, bazıları sinsice kostüm değiştirir, bazıları suflör olur bize kendimizi fısıldar, baş oyuncunun rolünü çalmaya çalışan yardımcı oyunculardır onlar, bazıları ise tüm bağlamı bize veren dekor. Aslında tek izleyicilerinin de biz, kendimiz olmasını isterler. Bize anlatacakları bir hikayeleri vardır.
Sosyal medyadan yorumları inceledim. Kimisi, “adamlık” üzerinden, şeref, haysiyet, aile ve kadının korunması gibi bir taraftan bakıyor. Smith de bu bakış açısına sahip anlaşılan ki yaptığı ödül alma konuşmasında şiddet eyleminin nedenini, gözyaşları eşliğinde ailenin ne kadar kutsal olduğunu din sosu katılmış bir konuşma ile tokat attığı Rock’tan özür bile dilemeden yüksek mertebede onurlu bir insan edasıyla açıkladı.
Bir kısmımız “ofensif” mizah denilen kavramın hadsizlik, ağır eleştiri, saldırgan dil gibi öğelerinden dolayı bamteline, yumuşak karnına dokunulması veya çok duyarlı olunabilecek bir konuda karşındaki insanın hassasiyetini çok fazla önemsemeden yapılan mizahtan bahsediliyor. Bu tür bir mizah anlayışını sevmeyenler komedyenlere hadlerinin “sonunda” bildirildiğini söyleyerek bu kadar da sabır gösterilmiş olmasına şaşırdıklarını itiraf etmişler.
Bir kısmımız ise şiddeti meşrulaştıran herhangi bir eylem yok, olamaz dedi ve şiddete sıfır tolerans söylemini bize tekrar hatırlattı. Herhangi bir şiddet eylemini, psikolojik/duygusal, cinsel veya fiziksel şiddete maruz kalmış bir insanı feda ederek açıklamayı reddetti. Davranışlarımız ve söylediklerimiz karşımızdaki insanlara duygu, ihtiyaçlar ve düşüncelerimizi anlatabilmek için ise, ki öyleler, şiddet bir iletişim dili değildir.
Benim ise “adamlık”, “ofensif mizah da bir yere kadar” yorumlarına katılmadığımı “şiddete hayır” bakış açısına yakın olduğumu söylememe gerek yoktur sanırım.
Fakat o noktadan da daha uzaklara gitmek gerektiğini düşünüyorum. Şiddet olmaması için ne yapabilirim? Görüntülerle karşılaştığımda şaşkınlığımı atlattıktan sonra Smith’in sosyal duygusal yetkinliklerinin ne kadar yetersiz ve zayıf olduğunu ve aynı zamanda güçlü bir sosyal duygusal farkındalığı ve becerileri olsaydı olumluya dönük daha farklı davranabileceğini düşündüm.
Sosyal ve duygusal alan 5 yetkinlikle tanımlanıyor. Bunlar: öz farkındalık, öz yönetim, sosyal farkındalık, ilişki becerileri ve sorumlu karar verme. Bu yetkinliklerin tanımları var tabi ki ama sizleri çok fazla akademik alana sokmadan aşağıda sıraladığım sorularla bu yetkinliklerden bazılarını en azından bizlerin (ve Smith’in) işine yarayabileceklerini anlatmaya çalışayım.
1- Ben şu anda ne hissediyorum?
Öz farkındalığı olan, kendisinin, ihtiyaçlarının, beklentilerinin, duygularının ve becerilerinin farkında olan birey hem kendisiyle hem de başkalarıyla olan ilişkilerinde bu bilgiyi kullanır hem de ihtiyacı olan becerileri geliştirmeye çalışır.
2-Bedenim ne hissediyor (örneğin, rahat nefes alıp veriyor muyum? kaslarım gevşek mi? kalp atışlarım hızlandı mı? ellerim titriyor mu? terliyor mu? mideme kramp mı girdi? kulaklarım çınlıyor mu?).
Özellikle bazı durum ve davranışların bizde yarattığı bedensel sinyallere karşı gözümüz kulağımız açık olmalı. Öz farkındalık içinde bedenimizin mesajlarına açık olmamız büyük yer tutar.
3- Bu bedensel sinyaller tam olarak hangi duyguyu hissettiğimde ortaya çıkıyordu? Kendinle az buçuk ilgilenmek kendi tarihçeni kayıt altına almanı gerektirir. Bedenin duygular karşısında tuttuğu güncesi çok sağlam. O kaynağı kullanabiliriz. Beden ve ruh karşılıklı sohbet içindeler. Bu sohbete kulak misafiri olun. Kendinizi tanıyın.
4- Tespit ettiğim, adını koyduğum bu duyguya benzer bir duyguyu daha önce hangi durum ve davranışlar karşısında hissetmiştim? Bu duygunun adı ne? Öfke mi, bıkkınlık mı? gurur mu? kıskançlık mı? Ne olmuştu da kıskançlık hissetmiştim. Bu duygu o kıskançlık duygusuna ne kadar benziyor?
Bu sorular da yine kendimizi tanımaya yönelik, öz farkındalıkla ilgili derinlere indiğimiz sorular.
5-Peki o zaman bu duyguyu nasıl sergilemiştim, ortaya koymuştum?
Buraya kadar öz farkındalıkla geldik. Tüm bu bilgileri kullanarak artık öz yönetim becerisini çalışmaya başlayabiliriz. Zor duygular var, baş etmesi zor duygular. Onlar nasıl ifade buluyorlar? Kıskançlıkla baş etmek için karşımızdaki ile dalga mı geçiyoruz? Kendimizle gurur duyduğumuzda bunu saklamayı ve göstermemeyi mi tercih ediyoruz? Ya en zor ve baş etmesi zor olan duygu, öfke? Saldırganlaşıp kırıcı mı oluyoruz? Peki bu tür etkisi olmayan, işe yaramayan baş etme stratejilerimizin yerine ne koyabiliriz. Bazen sorarım insanlara öfkeni nasıl ifade edersin diye. Çoğunluk şiddet eyleminden bahseder, kimi içime atarım der, kimi karşımdakine küserim. O zaman şunu sorarım: Peki sadece “öfkeliyim” desen? Bir şaşkınlık anı olur. Neden olmasın? Tüm istediğimiz kendimizi anlatmaksa?
6-Bu duyguya şimdi vermeyi düşündüğüm karşılıktan daha iyi bir karşılık verdiğim zamanlar olmuş muydu? Verdiğim karşılıkta bunu yaparken derdim anlaşılmak mıydı? Yoksa sadece o duygunun bir şekilde dışarı çıkmasını sağlamak mıydı? Hiç “daha iyi bir ben” sergilediğim zamanlar oldu mu?
Öz yönetimi çalışan insan kendisini geliştiren insandır. “Daha iyi bir ben” olmak için planlama yapar. Hedefi bellidir. “Hatalarım da öğrenmemin koşullarından biri, bir dahaki sefere şöyle davranacağım” derken, kendisini “İyi ki böyle davrandım” derken bulur. Derdinin anlaşılmak olduğunun farkında olan insan, ne pahasına olursa olsun bu duygudan kurtulayım da diyerek baş edemediği duyguları başkasının omuzlarına yüklemez, onu anlam veremediği davranışlarla muhatap etmez.
7- Duygular davranışlara dönüşmeden önce düşünülmesi gereken: Bu davranış beni ve karşımdaki insanı veya insanları nasıl etkileyebilir? Onlarda nasıl bir duygu yaratabilir?
Duygudaşlıkla harmanlanmış ilişki becerileri. Yani zamanında sorumlu karar verme becerisi: Eyleme geçmeden eylemin sonuçları ile ilgili tahmin yürütmek.
8-Peki bu davranış ve bu davranışın onlarda yarattığı karşılık bizim ilişkimizi nasıl etkiler?
Kendimize verdiğimiz önem kadar ilişkilerimize de önem veriyoruz. Özellikle yakınımızda olan insanlarla kurduğumuz ilişkilerin yıpranma payı daha uzun olsa da, yıpranma hassasiyetleri de bir o kadar fazla.
9-Bu duygunun dışarı çıkması, anlaşılması ve karşılık bulması için bu duyguyu karşımdaki insana nasıl aktarabilirim?
İlişki becerilerinin en güçlü ayağı olan iletişim becerisi. Amacımız duygumuzu ve ihtiyaçlarımızı karşımızdakine aktarabilmek. Ondan beklentimizi açıkça ifade edebilmek.
10- Hangi ihtiyaçlarım karşılanmıyor?
En temel soru, en önemli soru. Sona kaldı ama dona kalmaz. İnsan öyle bir varlık ki sadece fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması ile yetinmiyor. Sevilmek, özenli davranılmak, önemsenmek, önemli olduğunu hissetmek istiyor. Hırçın, asabi, küskün, vazgeçmiş…tüm bu duygular karşılanmayan ihtiyaçlarımızla bağlantılı. Derinlerde bir yerde dış dünyaya yabancı ama o dünyada yaşamak zorunda olan güvensiz yetişkinleriz. Bunun farkındalığı bile çok şey kazandırır.
Şimdi sizinle bir oyun oynayalım. Smith olalım ve beğenmediğimiz o espriyi duyduk diyelim. Bu espriyi duyar duymaz yerinden fırlayıp arkadaşına tokat atmak yerine ne yapabilirdi? Kol kaslarımızı çalıştıracağımıza hadi biraz sosyal duygusal kaslarımızı çalıştıralım. Örneğin, şunu kendine deseydi “Bu hiç hoşuma gitmedi.” Bu kadarını söylese bile yeterli olurdu. Bu onu durdurabilirdi. Arkasından şu düşünceler gelseydi çok daha iyi olurdu.
“Bu neden hoşuma gitmedi? Şu anda hangi ihtiyacım karşılanmıyor?”. “Hoşuma gitmeyen şeylere (ihtiyacımı karşılamayan şeylere) karşı ne hissediyorum? Utanç, öfke, çaresizlik, yetersizlik…Sanırım yetersizlik. Yetersizlik hissini öfke olarak algılıyorum, çünkü kalbim hızlı çarpıyor ve ellerim titriyor.
Çünkü öfkelendiğimde de bedenim bu şekilde bana öfkemi anlatıyor. Öfke ise şiddete dönüşüyor, bağırıyorum, küfür ediyorum, hatta vurup kırıyorum. Ama böyle davrandığımda hem o insanlarla ilişkilerim bozuluyor hem de “daha iyi bir ben” olamıyorum. Ben daha iyi bir ben olmak istiyorum. Hem kendim, hem ailem, temsil ettiğim değerler, hem de hitap ettiğim beni seven milyonlar karşısında…”. “Hem Chris benim arkadaşım, bu yaptığının hoşuma gitmediğini ona anlatabilirim. Ona kırmak yerine ona ihtiyacımı söylersem ilişkimize zarar vermemiş olurum.”
Belki o an tüm bunları düşünmek zor olabilir. Ama en azından ilk yapmamız gereken şeyin “Dur ve Düşün” olduğunu bilmemiz bile istemediğimiz şeyleri yapmamızı engeller. Baş etmesi zor duygularla karşı karşıya kaldığımızda tepkisel değil, karşılık vererek davranmak zaman alır, zamanla öğrenilir.
Farkındalığımızı bedenimize ve çevremize çevirmek, nefesimizi düzenlemek, odaklanmak, esneme hareketleri yapmak, sağlıklı beslenmek gibi günlük egzersizler değerli. En önemlisi ruh bakımını ihmal etmemek. Bireyin kendisine değer vermesi, öz-şefkat göstermesi, kendisine, bedenine ve ruhuna iyi gelen şeylerle ilgilenmesi ve en önemlisi doğada olması…
İçimizdeki Smith’lere tavsiyelerimdir.
(MGG/EMK)