Yaptığınız iki albümün tutmadığını ve tüm müzik kariyerinizi noktaladığınızı hayal edin. Sonrasında ise tüm inancınızı kaybettiğiniz bir dönemde ansızın gelen bir telefonu.
Telefonun ucundaki kişi size daha önce gitmediğiniz, daha önce görmediğiniz bir ülkede kahraman olduğunuzu ve onların hayatını değiştirdiği söylüyor. Bu kişiye inanır mıydınız yoksa telefonu suratına mı kapatırdınız?
Sixto Rodriguez telefonu kapatmadı. Merakla dinledi. Dinledi ve müziğin en etkileyici hikayelerinden biri ortaya çıktı. Birleşik Devletler’de kaybettiği ruhunu evinden binlerce kilometre uzakta Güney Afrika’da buldu.
Yıllar sonra ilk kez Güney Afrika’da sahneye çıktığında o da gözlerine inanamadı. Müzik dünyasının belki de ilginç hikayelerinden birisi onun ki.
Çünkü o, 1920’lerde Meksika’dan Detroit’e göç eden işçi bir ailenin altıncı çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesi ‘Sixto’ ismini de bu nedenle ona taktı. Michigan’da gözünü açtığında tarihler 10 Temmuz 1942’ydi.
1940’ların Detroit’i. İkinci dünya savaşı zamanı yoksulluk, kaos, kargaşa, artan şiddet eğilimi ve toplumsal yozlaşma. Böyle bir şehirde büyümek hiç kolay olmadı. Liseye hiç gitmedi ama sokaklar hakkında her şeyi biliyordu.
16 yaşında eline ilk defa gitarı aldığında da aynı böyle düşünüyordu. Kendini geliştirdi ve şehrin çeşitli mekanlarında sahneler almaya başladı. Günlük işlerde çalışıyor akşamları şarkı söylüyordu.
Pes etmeye niyeti yoktu
Onu dinlemeye gelenler ona Detroit’in kenar mahallelerinin duygularını yansıttığını ve bu şehirde yaşayan yoksulların sesi olduğunu söyledi.
Bir gün onu dinlemeye gelen yapımcılar Mike Theodore ve Dennis Coffey şarkılarına hayran kaldı. Albüm teklifi sonrasında da ilk stüdyo albümü Cold Fact peşi sıra geldi.
Yapımcılara ve eleştirmenlere göre albümün herhangi bir eksiği yoktu aksine son derece güzel bir tınıya ve sözlere sahipti. Hatta şarkıları ve sesi Bob Dylan’ı andırıyordu.
Ancak Detroit’in kenar mahallelerinin beklenilenin çıkan bu ses talep görmedi. 1970’te piyasaya sürülen ilk albümü neredeyse hiç satmadı.
Sixto’nun pes etmeye niyeti yoktu. Bu sefer kendisi Steve Rowland’ın kapısını çaldı ve ikinci albümü olan Coming From Reality’i 1971’de piyasaya çıkardı. Rowland’a göre bu albümün başarısız olması için hiçbir sebep yoktu.
Ancak plak şirketi Sussex Records, albüm sadece altı tane satınca Noel’den iki hafta önce albümü yayından kaldırdı.
Artık umudu kalmayan ve yaptığı iki albümün üstüne koyacak başka bir şeyi olmadığını söyleyen Sixto 70'lerde işçi sınıfının sorunlarını dillendiren şarkılarıyla birlikte kariyerini sonlandırdı.
Sixto kabuğuna çekilmiş bir vaziyette Detroit’te yaşamına devam ederken hayatın onun için başka planları olduğundan habersizdi. Dünyanın öbür ucunda olaylar onun tahmin ettiğinden çok daha farklı ilerliyordu.
Kendi ülkesinde bilinmese de, 1970'lerin ortalarında albümleri Avustralya , Botsvana , Yeni Zelanda , Güney Afrika ve Zimbabwe'de kendine yer bulmaya başlamıştı.
Terk edilmiş evde yaşam
O sıralarda Güney Afrika Cumhuriyeti yerlileri ırkçı Apartheid rejimine karşı mücadele ediyordu. Ülkede birçok şey yasaktı. Bu yasaklar arasında insanların ten rengi ayrımına dayanan birçok şey olmasına karşın kitaplar, şarkılar da yasaklananlar arasındaydı. Ülkeye yabancı bir sanatçıyı bırakın bir albümün girmesi dahi söz konusu değildi.
Ama Sixto’nun hikayesinde bu böyle olmadı. Şarkıları bir şekilde okyanusu geçti, yüzlerce kilometre yol katetti, kulaktan kulağa yayıldı. Albümü binlerce kez kopyalandı ve elden ele tüm ülkeye yayıldı.
Sixto’nun adı artık Rolling Stones, Elvis Presley, Jimi Hendrix gibi isimlerle anılan bir deve dönüşmüştü. Hatta Güney Afrika'da Elvis Presley'den daha fazla plak sattığına inanıldı.
Sixto artık Güney Afrika’da bir neslin verdiği mücadelenin ikonu haline gelmişti fakat hayranlık duyulan bu isme karşı kimse Sixto’nun albüm kapağındaki fotoğraftan başka bir şey bilmiyordu.
Tüm bunlar olurken Sixto dünyanın diğer ucunda yaşananlardan habersiz bir başka köşede kendi hayatına devam etmeye çalışıyordu.
1976'da bir hükümet müzayedesinden halen yaşadığı ve 50 dolara satın aldığı terk edilmiş bir evde yaşamaya başlamıştı. Yıkım ve üretim hattı işlerinde düşük gelirli işlerde çalışıyordu. Ama her zamanki politikliğini koruyordu.
Güney Afrikalılar, ismi ve fotoğrafı dışında kimsenin bir şey bilmediği bu gizemli adamı bulmak için çok uğraştı. Güney Afrika'daki ününü, 1997'de en büyük kızının kendisine adanmış bir web sitesine rastladığı zamana kadar bilinmiyordu.
Kızı web sitesiyle iletişime geçtikten sonra Güney Afrikalı hayranları onun telefonuna ulaştı.
Kanepede uyuyanlardan...
Hayranları ona yaklaşık son 30 yılda olanları ve kaçırdıklarını anlattı. Onu Afrika’ya davet etti. Buna inanamayan Sixto, adamın anlattıklarını görmek ve yaşananları dinlemek için Afrika’ya uçtu. Burada krallar gibi karşılandı.
Bir otelin en lüks odası dahi onun için tutulmuştu. Ama o kedisi için hazırlanan çift kişilik yatakta değil, yatağın yanındaki kanepede uyumayı terci etti. İlerleyen günlerde Güney Afrika’da birçok konser verdi.
Her verdiği konserde salonlar hınca hınç doldu. Ama o mütevaziliğinden ödün vermedi. Detroit’e döndü ve 40 seneden beri yaşadığı evinde hayatına devam etti.
Hayatını anlatan ilk belgesel 1998’de “Dead Men Don't Tour - Rodriguez in South Africa” adıyla çekildi. Belgesel ilk kez yayınladığında ise tarihler 2001’di.
Ama onu esas ölümsüzleştiren belgesel 2012’de Malik Bendjelloul’in çektiği Searching For Sugar Man oldu.
Sixto’nun hayat hikayesine yaşamına odaklanan bu belgesel 2012'de Sundance Film Festivali'nde En İyi Uluslararası Belgesel kategorisinde "Special Jury Prize" ve "Audience Award" ödüllerini kazandı. 2013’te en iyi belgesel dalında BAFTA ve Oscar aldı.
Ama bu belgesel her şeyin ötesinde Sixto'nun Güney Afrika dışında da dünyada tanınmasını sağladı. Birleşik Devletler'de gecikmiş bir başarı getirdi.
(HA/PT)