Bir kadın olarak, bir haftadır yaşananları müthiş bir endişe, şaşkınlık ve üzüntüyle takip ediyorum. Bir kadın olarak yalnız olmadığımı biliyor ve hemcinslerimden güç alıyorum. Bu yazıyı da dayanışmanın bir parçası olarak kaleme alıyorum.
15 Temmuz gecesinden beri açtığım her televizyon ekranında, tıkladığım her haber sayfasında yüzlerce erkek figürü görüyorum. Hükümet yetkililerinden darbeci askerlere, protestoculardan televizyon yorumcularına kadar hemen her yer ve herkes erkek! Burada kullanılan "erkek" kelimesi şüphesiz ki, cinsiyete olduğu kadar, "erkeklik" kavramına da işaret ediyor.
Siyasette ve özellikle hükümette kadın temsilinin sıkıntılı olduğu malumunuz. Bu duruma bir de askerler eklenince, muhteşem bir tabloyla karşı karşıya kaldık. Ülkenin testosteron seviyesi son bir hafta içinde tavan yaptı. Bu seviye, milliyetçi ve militarist duygularla harmanlanınca kadınlara yönelik taciz ve saldırıları da peş peşe okur olduk. Söz konusu durum nedeniyle ne şekillerde panik atak geçirdiğimizi en feminist erkeğin bile anlayamayacağını düşünüyorum. Gerçekten arkadaşlar, anlayamazsınız...
Son bir haftadır birtakım erkeklerin birtakım kararlar aldığı bir kaos ortamında yaşamaya çalışıyoruz. Açıkça söyleyeyim, bir kadın olarak bana söz hakkı tanımayan bu kaos, benim kaosum değil. Ben bu tabloda kendimi herhangi bir yerde konumlandırmak konusunda zorlanıyorum. Ancak bu, yaşanan şiddet ve korku ortamının biz kadınları etkilemediği anlamına gelmiyor. Aksine, söz hakkımızın en aza indirgendiği bu karmaşa içindeki atmosfer, biz kadınları herkesten çok ürkütüyor.
Dünyanın en acımasız kuralı çünkü: Çiçek Tahaoğlu’nun bianet’teki “Dünyanın Sonu da Gelse Erkeklik Baki Kalıyor” başlıklı yazısında dediği gibi, çatışma ortamlarından her zaman en fazla kadınlar etkileniyor. Şimdi içinde olduğumuz bu kaos ortamı da bu kuralın birebir örneği... Savaş dili yüceltildikçe, acımasızca kara deliğe çekilenler ilk elden kadınlar oluyor. Mal oluyor, fahişe oluyor, tecavüz ya da taciz edilmesi mubah görülen oluyor. Kadınların yıllardır barışta ısrar etmesi bundandır! Belki bugün, tam da bu noktadan bu ısrarın nedeni çok daha belli oluyor.
Ben bir kadın olarak, ülkemde barış istiyorum. Çok naif bir istek olabilir ama istediğim tam olarak bu! Barış olmadan huzurumun olmayacağını çok iyi biliyorum. Demokrasi denen sistemin hakkıyla işlemediği vakit, günlerin ve gecelerin bana zindan olacağını biliyorum. Korkmadan, endişe duymadan, istediğim gibi sokağa çıkabilmem için sükunet sağlanması gerektiğini biliyorum. Bir kadın olarak şu günlerde sağduyu çağrısına her şeyden daha fazla ihtiyacımız olduğunu biliyorum. Tekrar edip, öyle bitireyim:
Bir kadın olarak bu kaos ortamı benim değil ve ben acilen barış istiyorum. (BK/ÇT)