Victor Hugo’nun “Bir İdam Mahkumun Son Günü” kitabı, incelemeyi ve detaylıca hak ediyor.
Hugo'yu kim, nasıl ele alır? Makalelerden biraz biliriz.
Kimisi Victor Hugo'nun romantik akımın en tanınmış adlardan biri olduğunu kimi de 18. yüzyıl Fransa'sında sıkı bir demokrasi savunucusu.
Elbet benim de enikonu incelemelerimde de bir açılışım tezahür ediyor.
Victor Marie Hugo'nun "Bir İdam Mahkumunun Son Günü" adlı ünlü klasiği adeta muazzam güzellikte ve bir hayli didaktik. Öyle ki not aldığım küçük eleştirileri de yazma gereği duymuyorum. En çok da günümüz karanlığına ışık tutmasını adeta bir dünya gerçeğini ifade etmesi beni cezbetti.
Yoksulluk edebiyatı
Okumaya başlayınca merak gittikçe kamçılandı; kah hüzün döküldü çehreme, kah düşünceli yüz çehresine evrildim. Bu arada düşünce ve idrak tıpkı akrebin yelkovanı kovalaması gibi sistematik halde devam etti.
Düşündüm, idrak ettim bilaharesinde yine düşündüm ve yine idrak ettim. İnsanın başına gelmiş geçmiş en büyük belanın sömürü sisteminin olduğunu idrak ettim. Birileri cok zengin, milyonlar ise çok fakir .
Hadi romana geçelim...
Doğa ananın memesini ısıran her canlı gibi insan da akli selime başvurma gereği duymadan, içgüdüsel bir biçimde yaratıcısı olduğu çocuklarına bakar, onları büyütür ve iyi bir yaşama vasıl ettirmek ister
Baş karakter de işte tam burada cami duvarına işiyor.
Ev ahalisi ondan beklenti halinde eve ekmek gelmez olur; eşi , annesi ve çocuğu perişan halde. Açlık ,yoksulluk günaha zorluyor baş karakteri.
Bulunduğu yoksulluk durumu onu maalesef kategorisi yüz kızartıcı suç olarak bilinen hırsızlığa zorluyor. Elbet de baş karakter hırsız değil ne var ki; ev ahalisi ekmek bekliyor, ilaç bekliyor ve kendisini mecbur hissediyor.
Hırsızlık başarısızlığa uğradığı gibi elinde olmayarak bir anlık savunma refleksiyle soymak istediği kişiyi öldürüyor.
Paris'te bunun suçu idamdır hem de giyotinle.
Yargıç, karakterin avukatından ne kadar yoksulluk edebiyatı işitse de karar idam olarak verildi.
Baş karakterin başı giyotinle kesilecek, Paris halkı idam günü gösteri izler gibi seyredecek ve bir kişi ölürken temaşa edenler de eğlenecek. İşte Paris’in adaleti bu denli yüce.
Bu arada Rahip de baş karakterin suçunu yedek dünya için bağışlanması girişiminde bulunuyor, ne var ki baş karakter oldukça karakterli çıkıyor, yoksullukla boğuşurken din insanlarının olmadığını Rahibin yüzüne vuruyor. Kendisinin suçu olduğu kadar sistemin hiç mi suçunun olmadığını söylüyor .
Sorgulamak bence büyük eylemdir zira özgürleşme girişimleri de sorgulayarak başladı.
Sömürgecilik aslında ruhban sınıfı oluşturarak başlar ; toplumu kişiliksizleştirme, ahlaki erozyona uğratma kendini unutturma ve varlığını unutma.
Buna vakıf olan her toplum bireyi reenkarnasyona vereceği en güzel cevap “Yedek dünyanın yaşamı şöyle dursun da bizim yaşadığımıza inanmak gülünç ötesi değil” olmalıdır.
Evet karakterimiz giyotine gitti, 5 dakika daha yaşamak istedi. Talebi biraz daha gökyüzüne bakabilmek, ne varki giyotinin uşağı celladı bekleyemedi öyle ya hava yağmurluydu giyotinin bıçağı pas tutabilirdi. Karakterimizin başı kesildi nihayetinden halk büyük bir gösteri izledi.
Bu arada karakterimiz idamı beklerken kimi notlar almıştı ve bunu kızına verilmesini istemişti.
Bu isteği de gerçekleşmedi notları teslim alan görevli notları apansız esen rüzgara kaptırdı. Her şeyi önceden bilen Rahip ses verdi notlar için “Bırak uçsun notlar Paris’te bu sefillik varken daha çok kişinin notlarınını alırsınız”
Hugo bu romanı yazarken idam cezasının caydırıcı olduğunu, toplumda korku yarattığını ama toplumu islah edemeyeceğini savunur.
Özetle ruhban sınıfı hiçbir zaman bitmedi. Dolayısıyla sömürge de bitmeyecek, tıpkı özelde Türkiye genelde dünya gibi.
(UY/EMK)