İnsan, insanın neşesidir, denirdi bir filmde… İnsan, insanın neşesiyse sinemada insanın perdede gittikçe sessizce büyüyen, büyüyüp çoğalan neşesidir, hüznüdür, kahkahasıdır.
İşte pantolonu bol, şapkası melon, ayakkabısı büyük, bastonunu durmadan çeviren Şarlo da çocukluğumuzdan bu yana perdede gittikçe büyüyen, hepimiz için hayata kahkaha tekmesi atan neşemizdir.
Sessizliğin de sanat olarak hüküm sürdüğü zamanlarda birçok taklitçisi çıkar. Onlardan biri de bir zamanların eski duvar boyacısı, sonraki zamanların da diktatörü Adolf Hitler’dir.
Andre Bazin’in sözüyle, “insanın adı Adolf Hitler olunca saçına ve bıyığına dikkat etmeli!”ydi.
Hitler, Şarlo’nun üst dudağının hemen üzerinde yaşam bulan bıyığını çalarak Şarlo’yu taklit etme, ona benzeme “tedbirsizliği” göstererek Charlie Chaplin’in eline düşer.
“O küçük Yahudinin üst dudağından çaldığı bir parça yaşam, Şarlo’ya bunun çok daha fazlasını geri alma, hatta Şarlo’dan çok, katıksız hiçlik timsali bir üçüncü kişi yararına Hitler’in biyografisinden tümüyle koparma fırsatı vermişti…”
Birinci raund Şarlo’nun bıyığını çalan Hitler’in olsa da Şarlo ikinci rauntta kendisine ait olanı almasını bilir.
Chaplin, Hitler’i Hinkel karakteriyle somutlaştırarak yeni bir diktatör yaratır… Çünkü Hinkel’i yaratan Hitler’dir.
Andre Bazin, Hitler Şarlo’nun bıyığını çalmasaydı Hinkel de olmayacaktı Diktatör filmi de, der.
“Hinkel, varlığı elinden alınmış ve özüne indirgenmiş Hitler’den başkası olabilir mi? Hinkel yaşamaz: Bir oyuncak, baktığımızda boyu, bıyığı, saçının rengiyle; nutukları, duygusallığı, acımasızlığı, öfkeleriyle ve çılgınlıklarıyla, kendisinde Hitler’i gördüğümüz bir kukladır o. Varoluşun tüm kanıtlanmasından yoksun ve anlamsız bir yapı haline dönüşmüş bir Hitler!...”
Ve an gelir, Şarlo Hitler’den öcünü alır.
Diktatör Hinkel ve Yahudi berberin benzerliği tamamen tesadüfüdür, diye başlasa da film, Şarlo, Hitler’den öcünü almakla kalmaz, Şarlo’ya sessizliğin perdesini yırtarak ses de olma imkânını verir.
Sessizliğini söz sanatına dönüştüren Şarlo, nerede olursa olsun, güneşin doğduğu, bulutun yağmur olduğu, gecenin gündüze, gündüzün de geceye kavuştuğu gökyüzü altında; dünden bugüne, bugünden yarına uzanan insanına umutsuzluğa düşmeden yeni bir gün, yeni bir dünya için, sevmesini bilmeyen zalimlere ve diktatörlere karşı birleşin diye ses olur.
“Üzgünüm ama ben bir imparator olmak istemiyorum. Benim işim değil bu. Ne kimseyi idare etmek ne de ülkeleri fethetmek istiyorum.
Elimden gelse herkese yardım etmek isterim; Yahudi, Yahudi olmayan beyaz, siyah... Hepimiz karşımızdakine yardım etmek isteriz. İnsanlık böyle başlar. Karşımızdakinin mutluluğunu görmek isteriz, üzüntüsünü değil. Birbirimizden nefret etmek ve birbirimizi hor görmek istemeyiz.
Herkese yer var bu dünyada. Toprak ana yeterince zengindir, her birimize yaşamımızı sürdürecek olanı sağlayabilir.
Hayatın bize çizdiği yol özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir, ama biz yitirdik bu yolu.
Hırs insan ruhunu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberine aldı ve hepimizi kaz adımlarıyla sefaletin ve kanın içine sürükledi.
Hızımızı artırdık ama bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi alaycı yaptı, zekâmızı ise katı ve acımasız.
Çok düşünüyoruz ama az hissediyoruz. Makineleşmeden çok insanlığa gereksinimimiz var. Zekâdan çok iyilik ve anlayışa gereksinimiz var. Bu değerler olmasa hayat korkunç olur ve her şeyimizi yitiririz.
Uçak ve radyo bizleri birbirimize yaklaştırdı. Bunlar, doğaları gereği, insanın içindeki iyiliği ortaya çıkarmaya, evrensel kardeşliği oluşturmaya ve hepimizin birleşmesini sağlamaya çalışmaktadır.
Şu anda bile sesim dünyadaki milyonlarca insana, milyonlarca acı çeken kadın, erkek ve çocuğa, suçsuz insanları hapse atan, işkence eden bir sistemin kurbanlarına ulaşıyor.
Beni işitenlere şunu söylemek istiyorum: “Umutsuzluğa düşmeyin.”
Üstümüze düşen bela vahşi bir hırsın ve insanlığın gelişmesinden korkanların duydukları acıların bir sonucudur.
İnsanlardaki bu nefret duygusu geçecek, diktatörler ölecek, halktan zorla aldıkları iktidar, yine halkın eline geçecektir. İnsanlar ölmeyi bildikleri sürece özgürlük yok olmayacaktır.
Askerler, sizleri aldatan, sizleri köle gibi kullanan, ne yapmanız gerektiğini, nasıl düşünmeniz gerektiğini ve nasıl ölmeniz gerektiğini söyleyen bu zalimlere asla boyun eğmeyin.
Sizi hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp, topun ağzına sürenlere boyun eğmeyin. Kafaları ve kalpleri bir makine gibi olan bu adamlara boyun eğmeyin.
Sizler birer makine değilsiniz. Sizler birer insansınız. Kalbiniz insanlık sevgisiyle dolup taşmaktadır. Nefret etmeyin. Yalnızca sevilmeyenler nefret eder. Sevilmeyenler ve anormal olanlar…
Askerler, kölelik uğruna savaşmayın! Özgürlük için savaşın.
Luca’nın İncil’inin 17. Bölümünde şöyle denir; “Cennet, insanın kendi içindedir.”
Ne tek bir insanın ne de bir grup insanın. Tüm insanların içindedir. Ve siz insanlar, makineleri yaratacak güçtesiniz. Mutluluğu yaratacak güçte.
Bu hayatı özgür ve güzel kılacak güce sizler sahipsiniz. Bu hayatı olağanüstü bir maceraya çevirecek olan yine sizlersiniz.
Öyleyse demokrasi adına gücümüzü kullanalım ve hepimiz birleşelim! Yeni bir dünya için savaşalım. Herkese çalışma şansı verecek, gençlere gelecek, yaşlıları güvence sağlayacak bir dünya için savaşalım.
Zalimler de böyle sözler vererek iktidara geldiler. Ama yalan söylediler. Sözlerini tutmadılar. Hiçbir zaman da tutmayacaklar. Diktatörler kendilerini kurtarır, halkı ise köle gibi kullanır.
Artık dünyanın özgürlüğü için savaşalım. Hırstan, nefretten ve hoşgörüsüzlükten kendimizi arındıralım. Sağduyulu bir dünya için savaşalım. Bilimin ve gelişmenin bizleri mutluluğa götüreceği bir dünya için savaşalım
Askerler, demokrasi adına birleşelim!” (KT/HK)
* Film: Büyük Diktatör Yönetmen: Charlie Chaplin, 1940