Marslı ile başarı yakalayan Andy Weir’in ikinci kitabı Artemis, aydaki ilk ve tek şehirde geçiyor. Goodreads okurları tarafından 2017’nin En İyi Bilimkurgu Romanı seçilmiş Artemis’i Emre Aygün çevrisiyle İthaki Yayınları’dan okuyoruz.
Yazarın ilk kitabı Marslı (The Martian) sinemaya çekildiğinde çok konuşulmuş, büyük beğeni toplamıştı. Güzel haberi vereyim, bu kitap da beyazperdeye taşınacakmış. Açıkçası, filmi de kitabı kadar heyecanlandırıyor. Kitaptaki atmosferi filmde nasıl göreceğimizi merak ediyorum.
Yazar Weir, Nerdist ile yaptığı röportajda çok fazla araştırma yaptığını ve bilimsel bilgilerin gerçek olmasını istediğini söylemiş. Mühendislik ve teknolojiye hakim olan biri bu konuların en alakasız birine bile nasıl basitçe açıklanabilmiş olduğunu takdir edecektir.
Jasmine “Jazz” Bashara, henüz küçükken babası ile birlikte Artemis’e taşınmış ve hayatı boyunca ortalamanın altındaki standartlarda yaşamış, şimdilerde ise portörlük ve kaçakçılık yaparak para kazanmaya çalışan bir kadın. Bu zeki ve ağzı bozuk kadın sadece zengin olmak isterken, çoğu romanın başkarakteri gibi kendini bir maceranın içindeki kahraman olarak buluyor.
Karşınızdaki kitap ne kadar sürükleyici olduğunun farkında olan, tehlikeli bir kitap. Karmakarışık bir bilimkurgu kitabından bir bilimkurgu – aksiyon filmi çekilmiş, film çok beğenilince senaryosu tekrar kitaba uyarlanmış gibi. Basit, eğlenceli ve sürükleyici. Yine de, ilk bakışta anlaşılabilir ki Weir, polisiye ve kurgu becerileriyle okuyucuyu şaşkına çevirmeyi hedeflemiyor. Aydaki bir şehir nasıl olur, atmosferi neye benzer, böyle bir şehir nasıl yaşar bunu incelemek istemiş. Tatlı bir polisiye ve bilim ile heyecanı da ayakta tutmuş. Medeniyet ve ekonomi üzerine düşünecek şeyler vermiş.
Kitabın girişi biraz uzun, biraz da konuya ilgili olmayı gerektiriyor. Sonra ise keskin bir dönüşle birden polisiye oluyor. Hikâyesi ise oldukça basit ve su gibi ilerliyor. Kavraması zor değil, şaşırtıcı da değil. Her bir olay gelişirken, olayın gelişini görebiliyorsunuz. Belki kitabı kapattıktan sonra kurgusunu unutabilirsiniz, ama ne kadar sürükleyici olduğunu unutamayacaksınız. Aklınızdan çıkmayacak olan, gelişini gördüğünüz halde gerçekleşmesine engel olamayacağınız ve toplumu ilgilendiren olaylar. Hayattaki ve kitaptaki gerilim, medeniyetle başlıyor. Medeniyet Ay’da olsa karanlık olabiliyor ve Ay’daki bir toplumun bile kurbanlarla beslenen bir ekonomisi var.
Artemis’te de insanlar ekonomiyle yatıp kalkıyor, çünkü günün sonunda önem arz eden tek şey bu. Her zaman böyle olacak. Artemis, Ay’daki tek şehir olabilir. Gelişmiş teknolojisi ile insanların güvenliklerine, sağlığına ve mutluluğuna umutla bakmamızı sağlayabilir. Ama Artemis de bir medeniyet. Medeniyetin getirdikleri ve götürdükleri var
Jazz’ın zengin olmakla başlayan ve hayatta kalma mücadelesine dönen macerasına kapılmışken unutmamalıyız: Ayda büyüdüysen karanlık tarafının olması kaçınılmaz. Bu kitap ayda değil, bir ekonomistin karanlık zihninde geçiyor. Tıpkı bizim de yaşadığımız gezegenin Dünya olduğunu sanmamız gibi. Teknolojinin gelişmesi, ayda koloni kurulması, bu koloninin nasıl ayakta kaldığı kitabı okudukça aklınızda canlanabilir. Bir de böyle bir şehrin sosyoekonomik yapısını düşünün. Andy Weir düşünmüş ve Jazz Bashara gibi bir karakteri yaratmış.
Jazz, yirmili yaşlarında Suudi bir kadın. Artemis’te büyüdüğü için Dünya’daki Suudilerden biraz farklı yetişmiş. İlginç bir özelliği de, birkaç saat içerisinde bir mühendisin tasarlayabileceği devreleri çizecek kadar zeki olması. Aynı zamanda, dev patlamalara yol açabilecek kaynakçılık yetenekleri de var. Bu kadın, zekasını kullanarak bilim insanı ya da bir mühendis, el becerilerini de kullanarak iyi bir kaynakçı olabilecekken portör olmayı seçmiş. Jazz çalışmak istemiyor, başarıyı ise hiç istemiyor; sadece zengin olmayı ve kolay yaşamayı istiyor. Çalışmadan nasıl zengin olunur, Ay’da bu işler nasıl yürüyor bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var, Jazz hariç herkesin Jazz’ın seçtiği yaşam stilini onaylamadığı.
Jazz’ın bakış açısından baktığımız için, Artemis’te Jazz’ın yaşam tercihlerine ne Suudi olmasının ne kadın olmasının ne de tercihlerinin sıra dışı ve yasadışı olmasının bir engel teşkil ettiğini görmüyoruz. Jazz etnik kökenini ve kadın olduğunu sık sık belirtse de, bu iki kimlik de Ay’daki kimsenin umurunda değil gibi. Jazz’ın Müslüman ve kaynakçı olan babası da bu gruba dâhil. Yakın gelecekte kurgulanan bu şehrin durumu şu andakinden epey farklı gibi. Suudiler de, Müslümanlar da günümüz dünyasındaki karakteristik özelliklerini yitirmiş.
Jazz’ın seçtiği hayat tarzının bize ve kitaptaki kişilere sıra dışı gelmesinin ama kimsenin bunu yadırgamamasının bir sebebi var. Jazz’ın kimlik sorunu yok, kadın olması Artemis’te dünyadaki gibi problemler yaratmıyor. Artemis’in düşük standartlı bir kesiminde yaşamasının bile bir önemi yok. Artemis’te insanların beklentileri ve kimlikleri sadeleşmiş. Bu durumun Jazz’a yansıması ise basit: Bu kadın kafasını hiçbir şeye yormuyor, onun tek bir derdi var, para kazanmak.
Kitap ilerledikçe Jazz’ın Suudi olmasının bir anlamı olmadığını, çünkü doğduğu yer olsa da Suudi Arabistan’ın kültürel özelliklerini taşımadığını ve büyüdüğü yer olan Artemis’i yuva olarak benimsediğini görüyoruz. Kitap ilerledikçe, Jazz hiçbir zaman ait hissetmediği memleketi Suudi Arabistan’ın yerine Artemis’i koyuyor. Artemis artık uğurunda savaşılabilecek bir yer, çünkü Jazz kendini buraya ait hissediyor, Artemis’i sahipleniyor. Burada açıkça görülüyor ki, bir kişi kendisine bir yuva belirlediği ve kendisini buraya ait hissettiği zaman, yuvası kişisel çıkarlarının önüne geçiyor. İşte burası, Jazz’ın savaşının para kazanmaktan Artemis’i kurtarmaya dönüştüğü yer.
Jazz’ın savaşının Artemis’i kurtarmaktan canını kurtarmaya dönmesi de şaşırtıcı değil. Hayatta kalamazsan şehrini koruyamazsın. Ne ilginç, Jazz Artemis’in yuvası olduğunu fark etmeden önce de başka bir anlamda hayatta kalmaya çalışıyordu. Artemis’i sahiplendi, etnik kökenini ve kişisel çıkarlarını bir kenara bıraktı ve Artemis’i kurtarmaya çalıştı. Söz konusu kendi hayatı olunca, Artemis’i bir kenara bırakıp bu kez de kendini kurtarmaya çalışıyor. Sahiplenilen yer sevgisini, hayatta kalma dürtüsüne karşı bir hayali bir grafiğe yansıtınca, çan eğrisi oluşturduğunu görüyorum. Hayatta kalma dürtüsü arttıkça ait hissedilen yer sevgisi de yavaşça artıyor. Bu dürtü kritik bir seviyeye geldiğinde ise sevgi azalmaya başlıyor. Çan eğrisinin tepesinde yer almıyorsanız, gözünüz kendinizden başka bir şeyi görmüyor.
Demek istediğim, yuvamızın kendi hayatımızı da tehdit edecek kadar tehlikede olduğunu görmeden yuvamızı ne kadar sevdiğimizi fark etmiyoruz. Ama söz konusu tehlike kendi hayatımıza yönelik olunca, ortada yuvamıza olan sevgimiz kalmıyor, kalan sadece hayatta kalma dürtüsü oluyor. Jazz bunu fark ettiğinde, kendini toparladı ve hem kendisi için hem de Artemis için savaşmaya başladı.
Andy Weir’a, İthaki Yayınları’na, Emre Aygün’e, ve Artemis’in okuyucuya ulaşmasında emeği geçen herkese teşekkürler! Sürükleyici bir bilimkurgu romanı arıyorsanız, hiç vakit kaybetmeden okuyun. Kitabın üzerinizdeki etkisini arttırmak istiyorsanız, kitap boyunca yakın gelecekte Ay’da kurulacak bir şehrin ekonomik ve sosyal yapısı bakımından günümüz şehirlerinden nasıl bir farkı olacağını da hayal edin. İyi okumalar! (ŞÖ/EA)