Bir Devrim Yolcusu: 78 bir devrim düşüdür

Son yıllarda arka arkaya kitapları çıkıyor ‘78’lilerin. Anı, anı-roman, biyografi, otobiyografi, söyleşi, sözlü tarih ve başka biçimlerde ortaya çıkan ürünlerin sayısı şimdiden yüzleri aştı. 1970’li yılları odağına alan bir külliyat oluştu ve yazılmaya da devam ediliyor. Son günlerde okurla buluşan Bir Devrim Yolcusu kitabı da bunlardan birisi. Yazarı Mehmet Biter.
Mehmet Biter’in anıları, çırılçıplak bir yoksulluk ikliminde, hayatta kalmanın ihtimaller üzerine olduğu bir zamanda ve bir coğrafyada başlıyor. Sonrası, eğitim yoluyla yırtabilmenin halen mümkün olduğu zamanlardan 1968 günlerine uzanıyor. “Bu durum, ilk kez cebimize paranın gireceği yeni bir hayatın başlangıcıydı” derken, öncesinin de özetini çıkarmış oluyor Mehmet Biter.
Kitapta ilk atama yeri Antakya ile ilgili kaçakçılık, etnik konumlanış gibi ilginç ayrıntıların yanında, zamanın Türkiye’sinde öğretmenlerin işgal ettikleri konumu da görmek mümkün. Öğretmenlerin bir yandan hayatı örgütlerken diğer yandan kendi yaşamlarını ve mesleklerini de örgütleme çabaları, diğerkâmlıkları, özverileri ve hepsinden öte umutlu çalışkanlıkları var anılarda.
Mehmet Biter, 12 Mart darbesinin hemen öncesinde Yozgat, Şefaatli’ye bağlı Kuzayca kasabasındadır asker öğretmen olarak. Burada geçen kısa süreden akılda kalanlar 1965 seçimlerinde TİP’e bir milletvekili çıkaran Yozgat’ın nasıl bugünkü çorak kent durumuna geldiğine dair de bir anımsama… Kentin kaşınan yerleri, kanırtılan eklemleri ve kaşıyanlar, kanırtanlar… Sonrası darbe günleri. Sürek avları, ölümler, işkenceler, cezaevleri… Yitmeyen düş, düşmeyen baş…
1970’li yıllar hakkında çok yazıldı, çok yazılıyor ve görünen o ki yazılacak da. Mehmet Biter, Elazığ-Dersim-Diyarbakır-Malatya hattındadır bu yılların büyük bölümünde. 1970’li yılların politik hareketlerinin hemen hepsinin bir şekliyle yer tuttuğu, etkinlik kurmaya çalıştığı bir coğrafyada UKO’culardan Devrimci Yol’a, Partizan’dan Devrimci Sol’a, Halkın Kurtuluşu’ndan Halkın Yolu’na gelenler geçenler var kitapta… Çok bilinen ama belki de çok bilindiği için çok az fikir sahibi olunan yerlere ve insanlara dair anımsamalar.
Ülke 12 Eylül’e yaklaşırken, yolu İstanbul’a düşüyor Mehmet Biter’in. Öğretmenliği bırakıp tam zamanlı politik faaliyet içinde yer almak, Devrimci Yol’un teorik meselelerde etkin üretim yapabilmek için oluşturduğu teorik büronun bir parçası olmak için gediği kentte karşılıyor 12 Eylül darbesini… Sonrası yine sürek avı, yine ölümler, yine işkence ve yine cezaevi… Ve elbette yine yitmeyen düş, düşmeyen baş…
12 Eylül koşullarında görece kısa sürüyor Mehmet Biter’in hapisliği, 1983 yazında çıksa da takipler, tacizler sürer ve yurt dışına çıkmaya karar verir…
1984 başında yurtdışı günleri başlıyor. Lavrion kampı, Avrupa, Devrimci İşçi… Bu başlıkta çok şeyden söz etmek mümkündür ama Devrimci Yol’daki büyük yol ayrımı, kırılma ve çöküş hepsinin üstündedir. Bu anlamıyla da Devrimci Yol’un Avrupa’daki çözülme sürecine içerden bir bakıştır Mehmet Biter’in tanıklığı.
Kitabın sürprizlerinden birisi, Yılmaz Güney’le ilgili anlatılanlardır. Bütün tartışmaların ötesinde Yılmaz Güney olabilmenin ve öyle kalabilmenin anımsamaları diyelim.
Anılar, yolda olanlardan birisinin kaleme aldığı kolektif yolculuk öyküleri gibi geliyor bana. Yalnız beden değil yürüyen. Zihin de yürüyor, fikir de, düşünce de… Bütün bunlar böyleyken anımsamak da, yazmak da öznel süreçler nihayetinde. Her seferinde yeni bir ilişkilenme biçimi. Kalıp aynı kalsa da içerdeki yangın her defasında başka bir aşamada. Bir tarafın külleri rüzgâra savrulmuşken öbür yan daha yeni tutuşuyordur belki. Yani demem o ki, anımsama yolda olma halidir. Dolayısıyla hesaplaşma, kapanmamış defterleri kapatma beklentisiyle değil bir tanıdıkla yolda yürür gibi, yalnızca sohbet eder gibi okumalı.
Artık yaş ortalaması 70 dolaylarında ‘78’lilerin. Emekli sendikaları başta olmak üzere toplumsal muhalefetin bütün alanlarında mevcutlar, hatta pek çok işin taşıyıcı omurgası olmaya devam ediyorlar.
Emekli sendikalarınca yakın zamanlarda yapılan mitinglerinden birisindeydi. ‘78’liler ülkenin her yanından gelmişlerdi, bedenleri yorulmuş olsa da imanları yerle yerinde, sesleri nefesleri ‘78’liydi. Onlardan birisi, bir arkadaşım alana, mitinge katılanlara bakıp şunları söylemişti: “Bizim kuşağın son atımlık barutu bunlar. Yorulmak nedir bilmezdik, şimdi yoruluyoruz; sesimiz kısılmazdı, yine kısılmıyor ama azaldı, kalan nefesle idare edeceğiz artık, yettiği yere kadar.”
Buna şunu da eklesek çok mu olur? Acemiliğiyle, yanılgısıyla, pişmanlığıyla, yenilgisiyle ve en çok da sonsuz enerjisi, bitmez umuduyla her ‘78’li bir devrim düşüdür. Düşlerse geçmişe ait, anıların bir unsuru olmaktan çok geleceğe ilişkin bir emanet, bir parça nefeslenmedir. İşte tam da bunun için anlatmalı, aktarmalı, yazmalı.
Mehmet Biter, Dünden Sonra Yarından Önce-Bir Devrim Yolcusu, Dipnot Yayınları, Ankara 2025
(CC/VC)